Şuanda 249 konuk çevrimiçi
BugünBugün186
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7910
Bu ayBu ay7910
ToplamToplam10476334
60 yıl hapislikten sonra tahliye PDF Yazdır e-Posta


Almanya’da yayınlanan günlük Junge Welt adlı gazetenin internet baskısına aboneyim. Yarınki sayıda okuduğum bir habere şaşırdım.

33 yıl hapiste kalanı duymuştum ama 60 yıl aralıksız kalanı duymamıştım.

Ruchell Magee adlı bir siyah 84 yaşında 60 yıl aralıksız hapishanede kaldıktan sonra şartlı olarak tahliye ediliyor.

ABD’de bir beyaz bu kadar hapis yatmaz.

Dahası var:

1955 yılında 16 yaşındayken ilk kez hapse giriyor. Irk ayrımının geçerli olduğu bu dönemde ağır çalışma mecburiyetiyle 8 yıl hapis yatıyor. Tahliye olduktan 6 ay sonra –polisin iddiasına göre- bir soyguna karıştığı için tekrar hapse giriyor ve bu kez 60 yıl aralıksız kalıyor.

Bu örnek ABD’de polisin ve yargı sisteminin ırkçılığını fazlasıyla gösteriyor.

Yıllardan beri yürütülen kampanyalarla –o da şartlı olarak- serbest bırakılması gerçekleşiyor.

Filmi hatırlayacak olursanız; Burt Lancester’in oynadığı Alcatraz Kuşçusu adlı bir film vardı. Orada da sanık çok uzun hapiste kalıyordu. Kaç yıldı, hatırlamıyorum.

Bunu neden yazdım?

Abdullah Öcalan yapıtlarında ABD’yi değişik yönlerden örnek ülke olarak gösterir.

ABD’de resmi dil yoktur, en azından anayasada yazılı değildir.

Gerçekte vardır ve İngilizcedir. İsteyen istediği dili konuşabilir ve yazabilir ama yazılı olmayan resmi dil İngilizcedir.

Ülkede eyalet sistemi vardır ve eyaletler iç işlerinde özerktirler. O kadar ki devlet başkanı bile eyaletin iç işlerine müdahale edemez.

Türkiye’de gösterildi mi, bilmiyorum. Selma adlı küçük bir kentteki ırk ayrımını anlatan bir film vardı. O sırada devlet başkanı olan Johnson kent valisini arar ve siyahlara karşı daha adil davranılmasını ister. Kent valisi, “Burada yaşayan halk ne yapacağını sizden öğrenecek değildir,” cevabını verir.

Valinin halktan kastettiği beyazlardır ve kentin beyaz halkı da önemli oranda ırkçıdır.

Kongre bunun üzerine yasa çıkarmak zorunda kalır.

ABD’deki derin ırkçılığı, halen özellikle siyahlara karşı yaşanan polis şiddetini görmeden bu ülkeyi federatif yapı, resmi dilin olmaması konularında örnek göstermek olacak şey değildir ama olmuştur.

Tabii bu görüşün Türk solcularındaki yağcıları da bulunuyor. Konu hakkında kitap yazarlar ama ne ABD’deki ne de “demokrasinin beşiği” sayılan Fransa’daki yoğun ırkçılıktan haberleri yoktur.

Seçmece gerçeklerle teori kurarsanız her ülke için iyi yanlar bulabilirsiniz.

Hiçbir ülke tümüyle kötü değildir. Ne var ki, vazgeçtik emperyalizm konusundan, ABD’yi iç işleyişinde örnek gösterirken, bu ülkede halen süren yoğun ırkçılığı görmek gerekirdi.

İyi işleyen eyalet sistemi var, bununla birlikte gelişmiş bir ırkçılık da var.

Gizli de değil üstelik; medyada sürekli yer alıyor.

Gerçeğin tümünü görmeden işinize gelen yanını görüp “teori” üretirseniz, varılacak yer derme çatma bir anlayıştır.

ABD ile ilişkiler YPG üzerinden yoğun iken, bu konuda herhangi bir değişiklik beklemiyorum.

İsveç’in NATO’ya katılması konusunda Eylül’de yapılacak TBMM oylamasında HDP’nin tutumunu merakla bekliyorum.

Geçen sefer yaptıkları gibi oylamaya katılmamaları –veya katılmaları- bir şey değiştirmeyecek. AKP-MHP-CHP-İP ve ötekiler fazlasıyla çoğunluk zaten…

Bu bir tutum oylamasıdır sonuçta ama tutum da önemlidir.