Şuanda 111 konuk çevrimiçi
BugünBugün82
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7806
Bu ayBu ay7806
ToplamToplam10476230
Sosyalizmin iki bileşeni PDF Yazdır e-Posta


Virginia Woolf bazı romanlarını daha önce öykü olarak yazarmış. Bu da bir yazma tekniği olsa gerektir. Bende de yazarken düşünme tekniği bulunuyor. Konu belli ama yazı nereye gider, baştan bilmiyorum. Bu ise yazı içinde konu değiştirmeyi ve hatta yazının birden bitmesini de getirebiliyor.

Sosyalizmin iki bileşeni biliniyor ama bunu değişik tarihsel örneklerde birbiriyle ilişki içinde düşündüğünüz zaman pek de bilmediğinizi fark ediyorsunuz.

Devrimin yapılması için gerekli sosyalist teori ve ardından üretici güçlerin gelişmesi ya da modernleşme olarak sosyalist teori. Dünya devrimi gerçekleşmediği için bütün devrimler iktidarın alınmasından sonra sosyalist modernleşmenin gerekleriyle karşı karşıya kalmıştır.

Bu konuda SSCB ve Çin olmak üzere başlıca iki örnek bulunuyor.

İlkinde sosyalist modernleşme tektir: ağır sanayiye öncelik veren ve bu amaçla da tarımdan büyük kaynak aktaran hızlı sanayileşme temelinde modernleşme…

Stalin döneminde –olumsuzluklar ne olursa olsun- bu konuda büyük başarı kazanıldı. 1950’li yıllarda burjuva ekonomistleri SSCB’nin üretici güçlerin gelişme düzeyinde kapitalizme yetişeceğini ve geçeceğini düşünüyorlardı.

Böyle olmadı. Reel sosyalizm üçüncü sanayi devrimini –bilgisayarlaşma- yapamadı, gittikçe geride kaldı.

1990’lı yılların başlarında bir Alman komünistinin şöyle bir belirlemesini okumuştum: “kapitalizm yıllardır kriz içinde yaşıyor, biz yaşayamadık.”

Sosyalizmde kriz olabileceği kabul edilmiyordu ki, kriz nasıl yönetilir konusunda hazırlıklı olunsun…

Sosyalizm krizsizdir, krizler kapitalizme özgüdür; böyle sanılıyordu.

Kapitalizme özgü krizler sosyalizmde olmaz ama buradan sosyalizme özgü krizlerin bulunmadığı anlamı çıkmaz.

Kapitalizmde piyasa mal doludur ama kitlede onu alacak ekonomik güç yeterince yoktur.

Sosyalizmde ise kitlede ekonomik güç vardır ama piyasada yeterli mal yoktur.

O zaman yeterli gelirin olması pek işe yaramıyor.

Bunu Demokratik Almanya Cumhuriyeti tarihini incelediğim 1989 Berlin Duvarı kitabında anlatmıştım.

Çin’de ise sosyalist modernleşme dört ayrı aşama yaşadı:

İlk olarak Sovyet deneyinin taklidi ve yapılamaması… Çin tarımı sanayiye yüksek kaynak aktarabilecek durumda değildi.

İkinci olarak, İleriye Doğru Büyük Atılım. Büyük köy komünleri ve sanayinin ölçek küçültülerek yerelleştirilmesi… Yürümedi.

Üçüncü olarak, Kültür Devrimi. Ekonomik gelişme gerekli olmakla birlikte esas olan donuklaşan devrimi canlandırmak ve sosyal ilişkilerin ideolojik eğitimle sosyalistleştirilmesidir. Yürümedi.

Son olarak, dış yatırımlara açılım ve teknoloji transferi. 1978’den bu yana iyi gidiyor denilebilir.

Burada Çin’in SSCB deneyiminden öğrendiğini belirtmek gerekir. Bir dönem sosyalist gelişmeyi ileriye iten uygulamalar, bir süre sonra engel durumuna gelebilir. Bunu ilk kez Rudolf Bahro belirtmiş.

Çin 1956’da üretim araçlarındaki özel mülkiyeti kaldırınca sosyalist ülke olmuştu ama daha sonra uygulanabilir bir sosyalist gelişme yolu bulamadı.

1978 sonrasındaki uygulama sosyalist modernleşmenin yeni bir çeşidi olarak düşünülebilir mi; Çin üzerinde yazdığım kitaptaki önemli sorulardan birisi bu olacaktır. Cevap ve neden böyledir, açıklanmalıdır.

Buradan pazar sosyalizmi kavramına geçilebilir. Pazar sosyalizmi, piyasa mekanizmasının devlet denetiminde kullanılması olarak da tanımlanabilir. Vietnam ve Küba da aynısını yapıyorlar ama değişik şekillerde…

Çin’deki uygulamanın 1978 sonrasındaki en önemli adımı, bence, geriye gitmesini bilmek oldu denilebilir. Tarımda komünler dağıtıldı, aile tarımına dönüldü. Toprak mülkiyeti özelleştirilmedi ama aile üretim birimi, devlete vereceği üretim payı dışında fazlayı satabiliyor…

Tarımsal üretimde büyük gelişme görüldü, ki bu Çin için çok önemlidir.

Dünya nüfusunun beşte birine sahip olan bu ülke, dünya ölçeğinde ekilebilir toprakların daha az yüzdesine sahiptir. Bu nedenle açlık sürekli tehlikedir.

Çin özellikle Brezilya’dan tarım ürünleri ithal etmektedir.

Devrimin üzerinden 30 yıl geçmiş, insanlar halen aç ise, sen kime hangi sosyalizmi anlatacaksın?

Sosyalizmin önceden belirlenmiş bir kuruluş ve gelişme yolu yoktur. Bu konuda dünya devrimini öngören ve sosyalizm teorisini de bu temelde geliştiren Marx’ı esas almak mümkün değildir. Söylemde böyle yapıp, pratikte başka şey yapmak ise, kargaşa ve kafa karışıklığına yol açar.

Zizek’in bir belirlemesi vardır: sosyalistler kendilerine özgü bir devlet teorisi geliştiremediler.

Nasıl geliştirsinler ki!

Marksizme göre devlet giderek ortadan kalkacaktır.

Dünya devrimi olsaydı, böyle olabilirdi.

Güçlü kapitalist sistemle birlikte yaşamak zorunda kalan sosyalizm devletli olmak zorundadır.

Nasıl bir devlet, bunun teorisi gereklidir.

“Öğrenmeden devam edersek, geleceğimiz SSCB’nin geçmişi gibi olur.”

Yanlış hatırlamıyorsam Ji Jinping’in bir konuşmasında vardı bu belirleme…

Birden büyük değişikliklere girmeden deneme-yanılma yoluyla ilerlemek…

Hata yapmaktan çekinmemek…

Daha önce gidilmemiş bir yolda ilerliyorsanız doğaldır ki hatalar yapacaksınız.

Sorun hata yapmamak değil, düzeltmesini bilmektir.

Hatada ısrar etmemektir.

Çin’deki büyük ekonomik gelişmeye karşın ülke halen modernleşebilmiş değildir. Geri bölgeleri var, gelişmemiş alanlar var. Hedefledikleri gibi yakın gelecekte ileri teknoloji alan değil, üreten ülke olabilecekler mi? Bazı alanlarda yapabiliyorlar ama bakalım…

Çin ile ilgili olarak daima 1,6 milyar nüfusu dikkate almak gerekir.

Öyle bir üretim yoğunluğu var ki, dünyadaki bakır üretiminin yaklaşık yarısını almaya ihtiyaç duyuyor. Başka üretimler de eklenebilir.

Ülkeye sürekli yüksek miktarda enerji ve hammadde girmesi gerekiyor.

Bunun için ilgili ülkelerle iyi ikili ilişkilerin yanı sıra, ticaret ve ulaşım yollarının açık olması da hayati önem taşıyor.

Bu nedenle Çin’in herkesle arası iyidir.

ABD ile ilişkilerin bozulmaya başlaması da ABD’den kaynaklanıyor.

Yazı biraz dağınık olmuş diyebilirsiniz ama burada amacım düzenli bir yazı değildi zaten…