Şuanda 115 konuk çevrimiçi
BugünBugün85
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7809
Bu ayBu ay7809
ToplamToplam10476233
Üç ülkede de iş yapmak PDF Yazdır e-Posta


 

 

Paris’teki panel sırasında bir ara salon dışına çıktım. Beni tanıdığını söyleyen ama hatırlamadığım bir kişi yanıma gelip sağlığıma özen göstermemi söyledi. “Öyle yapmaya çalışıyorum” dedim. Ardından “bak, dedi, sen üç ülkede de yıllar sonra bile hatırlanan işler yapmışsın, bu kolay değildir” dedi.

Düşündüm, adam haklı.

Türkiye biliniyor, bunu geçelim.

Paris’te yaşadığım ilk sıkıntı insanlardaki “burada devrimcilik yapılmaz” düşüncesi oldu.

Sosyalist her yerde sosyalisttir, öyle şey mi olur!

Bu arada insanların neden böyle düşündükleri üzerine kafa yordum.

Sonraki yıllarda daha sık karşılaşacağım bu düşünceyi savunanlar Türkiye’de iken değişik örgütlerde aktif insanlardı. Ne olmuştu da ülke dışına gitmek zorunda kalınca devrimcilik bitmişti?

Bambaşka bir toplumu anlamak ve burada kendilerini yeniden üretmek zorundaydılar.

Bunun olmazsa olmazı yaşanılan toplumun dilinin öğrenilmesiydi.

Bu da hiç kolay iş değildi.

Bu insanlar aradan yıllar geçtikten sonra çoğunlukla yine doğru dürüst dil öğrenemeyecekler ve yaşadıkları toplumdaki Türkiyelilere uyum sağlayacaklardı.

Sonuçta bu insanlar bir Türkiye’den çıkıp başkasına gelmişlerdi. Geldikleri ülkede –özellikle Almanya’da- büyük bir Türkiye toplumu vardı.

Daha küçük oranda aynısı Paris için de geçerliydi.

İyi İngilizce bildiğim için hiç dil sıkıntısı çekmedim. Bu dil her yerde geçerlidir.

Mesela Suriye’de Lazkiye’nin küçük bir otelinde bile geçiyordu.

Şam’dan –adını yanlış hatırlamıyorsam- Karnak adlı hızlı otobüsle Lazkiye’ye gelmiştim ama Bassit’e giden son otobüs gitmişti. Mecburen otelde kalacaktım.

Küçük bir otele gittim. Resepsiyondaki genç basit İngilizce biliyordu ve bu da anlaşmak için yeterliydi.

Odaya geçtim.

Birkaç kişinin konuşmalarını içerden duyabiliyordum. Arapça bilmiyordum ama konuşmalardan bu kişilerin benden kuşkulandıklarını, casus olduğumu düşündüklerimi anladım.

Odadan çıktım, resepsiyondakine, “şunlara söyle, casusluk yapmak için o ülkenin dilini bilmek gerekir” dedim. “Tamam, söylerim” dedi.

İnsanlar bunu bile düşünemeyecek kadar aptal değillerdi ama Hafız Esat’ın terör rejimi öyle bir korku yaratmıştı ki tanımadıkları her insandan kuşkulanıyorlardı.

Paris’e dönersek…

Birkaç konfeksiyon atölyesindeki işçileri Komünist Partisi’ne yakın CGT’ye üye yaptık ama bunu sürdürmedik. 10 civarında kişinin çalıştığı ve düzenli işin olmadığı bu atölyelerde sendikanın yapabileceği pek bir şey yoktu.

Ardından ev işgalleri geldi.

Daha sonra cumhurbaşkanı olacak Jacques Chirac o sırada Paris belediye başkanıydı.

İşgali bir Fransız örgütüyle birlikte yaptığımız için polis bizi binalardan çıkaramıyordu.

Demokrasinin beşiğine bakar mısınız?

Yasalara göre işgali tek başımıza yapsaydık, polis bizi istediği zaman çıkarabilirdi.

Aramızda Fransızlar da varsa ilk 24 saatten sonra mahkeme kararı gerekiyordu.

İşgaller ülkede büyük olay oldu. Sadece Hürriyet ve Milliyet değil, Le Monde, Le Soir gibi Fransız gazeteleri de yazdı. Fransız televizyonları birkaç kere program yaptılar. Fransızca bilen bir arkadaş buluncaya kadar söyleşileri İngilizce olarak ben yapıyordum.

Mahkemede bizi Fransız Komünist Partisi’nden bir avukat savundu, ceza almadığımız gibi birkaç ay daha kalma hakkı kazandık.

Bu ev işgalleri halen hatırlanıyor.

Sonra Almanya…

Yapılan çok iş var ve hepsini sıralamanın anlamı da bulunmuyor.

En önemlisi ve kalıcısı 28 yıl yayınlanan Yazın Dergisi’dir.

Bu dergi 11 yıl Almanya ve Türkiye’de yayınlandı.

İttihat ve Terakki’nin bir kolunun Paris’te çıkardığı Meşveret’ten sonra bir Avrupa ülkesinde yayına başlayıp sonra Türkiye’de de çıkmaya başlayan ilk dergidir.

Yazın’dan Seçmeler başlığıyla birisi basılı kitap, diğerleri E-Kitap olarak çok sayıda yazıyı toplayan kitaplar yayınlandı.

Ev İşgalleri’ni de Paris Ev İşgalleri kitabında anlatmıştım.

Bunları www.enginerkinerkitaplar.blogspot.com da veya Drive’da TDAS Kitaplık olarak arayarak bulabilirsiniz.

28 yıl yayınlanan ve Avrupa ülkelerindeki Türk sürgün yazarların yanı sıra Türkiye’den de yazarlara sayfalarında yer veren dergi, Türk kültürüne katkıda bulunmuştur.

Katkının kapsamını tayin etmek başkalarının işidir.

Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS)’in Frankfurt il yönetiminde 2000-2005 yılları arasında bulundum. Partinin yerel dergisi Frankfurter Kurier’in işlerinin yanı sıra barış politikası sözcülüğü de yaptım.

Daha bir sürü iş var yapılan ama bunları saymak gerekmez…

Almanya’da politik bilim, sosyoloji, felsefe ve etnoloji konularında iki üniversite daha bitirdim. Alt Emperyalizm ve Türkiye, 1989 Berlin Duvarı, Sosyalizmden Kapitalizme Geçiş – Bulgaristan ve Romanya Örnekleri, Arnavutluk (!912-1992) ve son olarak Çin Sosyalizmi (1949-2022) kitaplarını bu eğitimi görmeseydim yazamazdım.

Bunların arkasından kapsamını henüz belirmediğim Vietnam gelecek…

Türkiye’den gelen politik mülteciler Avrupa ülkelerinde en az 20 yıllarını –genellikle daha fazla- doldurdular ve gösterdikleri performans hiç iyi değildir. Büyük bölümü dil öğrenemedi, yaşadıkları ülkelerin sorunlarıyla 1 Mayıs’tan 1 Mayıs’a ilgilendiler. Dertleri varsa yoksa Türkiye olarak kaldı.

Bununla tabii ki ilgilensinler ama bu ilgi yaşadığın ülkedeki mücadeleyi dışlamayı gerektirmez.

Lafta herkes enternasyonalisttir ama 20-30 yıldır yaşanılan ülkeler hakkında, bu ülkelerdeki sosyalist hareket hakkında bu kadar bilgisizlikle nasıl enternasyonalist olunabilir?

Kabul etsinler ya da etmesinler bu arkadaşlar milliyetçidir.

Yaşadığın ülkedeki üç tane sosyalist derginin adını say desen, sayamaz.

Bırakın okumayı adını bile bilmemektedir.

Bundan sonra da durumun çok düzelmesini beklemiyorum.

Bir de önemli bir ayrım var: bir ülkede kullanılan dili bilmekle, o ülkenin sorunlarını ve sosyalist hareketini bilmek ayrı şeylerdir.

Hıristiyan Demokrat, sosyal demokrat, Liberaller ve Sol Parti’den göçmen adayların hepsi aynı şeyi konuşur. Sanki ülkede göçmenlikten başka sorun bulunmuyor?

Bundan sonra Almanca yazmaya biraz ağırlık vermem gerekiyor.

Almanca bilmek, belirli bir konuda Almanca yazabilmek anlamına gelmiyor. Politik dili bilmeniz gerekiyor. Konunun özgül kavramlarını bilmeniz gerekiyor.

Göçmenlik, mültecilik, sürgünlük konularında “melez kimlik” kavramını bilmiyorsanız, konuyu bilmiyorsunuz demektir.

Bunun için de sosyoloji bilgisi gerekiyor, göç sosyolojisi…

Kim öğrenecek şimdi bunları diyorsanız, ne yapalım, öğrenmeyin!

Burada çok imkan var ama imkanın varlığı bir şeydir, kullanılması başka bir şeydir.