Şuanda 46 konuk çevrimiçi
BugünBugün32
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7756
Bu ayBu ay7756
ToplamToplam10476180
Her insanın kaldırabileceği bir yük vardır PDF Yazdır e-Posta


Önceki yıllarda bırakıp köşesine çekilenlere aldırmazdım. Hiçbir şekilde bu insanları suçlamadım. Elinden geleni yapmıştır, buraya kadar gelebilmiştir ve bırakmıştır ya da yaklaşık böyle olmuştur.

İki ayrı dönemde bu tür insanlarla karşılaştığım için alışkın olmam gerekir.

Pek bilinmez ama 1968’liler de kötü dağılmıştır. Onların dağılması için şartlar daha uygundu. Hemen hepsi yüksek öğrenim görmüşlerdi ve düzenle kolayca ilişki kurabilirlerdi.

Nitekim öyle yaptılar. 1970’li yılların ikinci yarısı hem devrimci görünerek ve hem de düzenin bir parçası olarak yaşamaya uygundu.

İkinci büyük dağılma 1990’lı yıllarda ve sonrasında yaşanacaktı.

Çok sayıda insan birdenbire hayatın akıp gittiğini fark etti.

Belirli bir meslek yok, aile yok, çocuk yok derken işe girdiler, evlendiler, çocukları oldu ve o hayatın içinde kaldılar. Kendini farklı göstermeye çalışanların sayısı az değildi ama diyelim 2010 sonrasında bu da inandırıcılığını kaybetti. Gelişen iletişim imkanları sayesinde herkes birbirinin nerede ve ne yaptığını biliyor.

Bu arkadaşlar da internette yayınladıkları fotoğraflarla birlikte içiyorlar ve eski günleri anıyorlar.

Kızmanın hiçbir anlamı bulunmuyor.

Sen işine bak, neden kızacaksın?

Avrupa ülkelerine gelen çok sayıda merkez komitesi üyesini aradan biraz zaman geçtikten sonra meyhanelerde buluyoruz, dediğim zaman bazı insanlar bana kızıyordu ama gerçek böyleydi. Kendini kandırmanın ne gereği var, durum böyle!

Şunun anlaşılması hem de iyi anlaşılması gerekiyor: bazı şeyleri yapmaya karar vermek, aynı zamanda bazı şeyleri de yapmamaya karar vermek demektir. Hepsini birden yapamazsınız, tercih yapacaksınız.

Erken değil de ileri yaşlarda kenara çekilen arkadaşlar anladığım kadarıyla bu tercihi bilinçli olarak yapmamışlar. Sonra bakıyorlar ki hayat gidiyor, geç kalmışlar…

Bir örnek vereyim: çocuk konusu.

Devrimci insanlar o koşturmaca içinde çocuklarını ihmal ettiler. Başka türlüsü de olmazdı, edeceklerdi. Yıllar sonra büyüyen bu çocuklar babalarını affetmemişler. Nazım Hikmet ve Yılmaz Güney’in çocukları için böyle söylenir. Hangisinin oğluydu hangisinin kızıydı hatırlamıyorum.

Bu işin ortası yoktur. İyi bir baba olacaklarsa devrimci faaliyetten önemli oranda geride durmaları gerekiyordu. O ortamda ikisini birden yapamazlardı.

Belki biraz daha iyi olabilirlerdi ama iyi aile babası olamazlardı.

Aynı konuyu benim için belirtenler biraz şaşırıyorlar.

İlk kızım çok küçükken annesinden ayrıldım. Çocuk bana düşman olarak yetiştirildi. Önce hapishanedeydim, kaçtıktan sonra şiddetle arandığım için hareket imkanlarım kısıtlıydı, sonra da ülke dışındaydım. Kesinlikle ayrıldığım ilişkiye geri dönmedim. Telefonla biraz irtibatımız oldu ve kesildi.

Yıllar sonra, 30 yaşına yakındı, Deniz beni internetten buldu. Kızda bir öfke var ki, sormayın… Normaldir, yine de annesi aleyhine konuşmadım. Yazdığı tek cümle aklımda kaldı: annem ve ben sıradan insanlarız, sen öyle değilsin.

Bunun arkasından gelmesi gereken ama söylenmeyen cümle şu olsa gerektir: ve bizi bırakıp gittin.

Aynen öyle yaptım ve bundan dolayı pişman da değilim. O kadınla yaşayamazdım bir; yaşayabildim diyelim, o hayat bambaşka ve istemediğim bir hayat olacaktı iki…

Yapmadım.

ODTÜ bitirmiş, yüksek lisans yapmış, iyi İngilizce bilen birisi olarak 30’lu yaşlarda bir Avrupa ülkesinde iş bulurdum, onları da yanıma getirtebilirdim ama hayır!

Öyle bir hayatı yaşamak istemiyordum.

Ardından başka bir evlilik ve ikinci kız, Ömür.

6 yıl birlikte yaşadık ve annesinin psikolojik problemleri nedeniyle ayrıldık.

Kızın okul durumu kötüydü ama bu sefer yağma yok, aynı coğrafyada yaşıyoruz, elimde imkanlar var.

Engellemelere rağmen kızımla düzenli görüşmeyi sağladım. Ardından 15 yaşında annesini bırakıp bana geldi. Annesi tedaviye alındı. Türk kadınlarında çok rastlandığı gibi ilişkisini kesmeye kalkmadım. Ne zaman istersen git gör.

Zor bela sınıf geçen kız okul birincisi olmaya başladı.

O dönemde evli olduğum kadın çocuğu istemedi ve gerçekte bu nedenle ayrıldık.

Hem çalışıp hem okudu; önce lise, sonra üniversite…

Pek kolay bir hayatımız olduğu söylenemez ama takılmadan okulları bitirdi. Fizik gibi zor bir bölümü bitirdi ve hemen iş buldu. Sevgililerine hiç karışmadım. İnisiyatifli ve özgüveni yerinde, önemli olan da öncelikle bunlardır.

Ne yapayım şimdi, Deniz için üzüleyim mi?

Hayır, ne yaptığını bilmiyorum, merak da etmiyorum.

Aramızda hiç sosyal ilişki olmamışsa, biyolojik ilişki ne işe yarar ki!

Durumu bilenlerin bazıları tarafından şöyle bir eleştiriyle karşılaştım: sen acımasız bir insansın. Kafaya bir şey koydun mu dünyayı gözün görmüyor!

Olabilir. Bundan dolayı hiç ama hiç pişman değilim. Hayatım çok başka türlü de olabilirdi ama istediğim hayatı yaşayamayacaksam ben niye yaşıyorum ki?

Yetenekli insanların başında büyük bir dert vardır: yeteneklerini hangi alanlarda ve hangi oranda kullanacaksın?

Buna karar vermek hiç kolay değildir. Değişik alanları denersiniz, bazılarında başarısız olursunuz ve sonra alanınızı bulursunuz.

Yılmaz Güney’in birkaç alanda birden faaliyet göstermeye çalışmasını anlıyorum, aynı sorundur. Diyelim 5-10 yıl daha yaşasaydı yerini daha iyi bulurdu, olmadı. 47 yaş çok erken bir ölümdür ama bu da sağlığına dikkat etmekle ilgilidir. Ne yapacaksanız, bedeninizle yapacaksınız. Beden çöktü mü bütün planlar sona erer.

Benim de alanımı bulmam 40’lı yaşların ikinci yarısıdır. Yaparım gibi görünen her alana girdim; bazısı tuttu, bazısı tutmadı.

Neyse, alanımı buldum ve performans da hiç fena değildir.

Yapamayıp kenara çekilen bazı arkadaşlara üzülüyorum ama kesinlikle eleştirmiyorum. Buraya kadarsa, buraya kadardır.

Sonuçta her başarının faturası vardır. Başarısız da olabilirsiniz ve faturası daha ağırdır.

Başlarken bunları göze alacaksınız.

Sizinle uğraşan insanlar çıkarsa, mutlaka çıkacaktır, onlara dünyayı dar edeceksiniz ve yürüyüp gideceksiniz.

Elinden geleni yaptığına inanan ve kenara çekilince de konumunu bilen herkese –tanıyayım tanımayayım- selamlarımı iletirim.

Daha elimden gelen işler var, onları yapmaya çalışıyorum…