Şuanda 302 konuk çevrimiçi
BugünBugün227
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7951
Bu ayBu ay7951
ToplamToplam10476375
İstanbul kimden kurtuldu? PDF Yazdır e-Posta


Bugün İstanbul’un 100. kurtuluş yıldönümü imiş.

Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nun değişik bölgeleri rakip devletlerin işgaline uğradı. İngilizler İstanbul’u işgal ettiler. Boğazlar o yıllarda stratejik öneme sahipti, ek olarak da Rusya’da devrim olduğu için Wrangel ve Denikin’in Bolşeviklere karşı savaşan ordularına yardım en iyi İstanbul Boğazı üzerinden gidebilirdi (buradan Karadeniz ve oradan Kırım). O yılların ulaşım imkanlarını ve devrimin merkezi Petograd’ın uzaklığı düşünülecek olursa beyaz ordularına yardım yine de kolay değildi ama her durumda İstanbul, Boğazların denetlenmesi için önemliydi (Çanakkale ve İstanbul boğazları).

İtalyanlar güney batı Anadolu’da bazı yerleri işgal ederken Fransızlar da Antep ve çevresini işgal edeceklerdi.

Anadolu topraklarında açık işgal vardı.

İngiltere Mustafa Kemal önderliğindeki Ankara hükümetine karşı doğrudan savaşmak yerine Yunanlıları devreye sokacaktı.

Sabahattin Selek’in Anadolu İhtilali adlı kitabında (25 yaşındayken okumuştum) İtalyan ve Fransız işgalcilerine karşı direniş gösterilmediğinden hatta eşraf tarafından törenle karşılanmalarından bahseder.

Direniş ne zaman başlar?

Fransız ordusu bünyesinde Ermeni askerlerin Anadolu’ya gelmeleri o bölgede direnişi başlatır. Bu direnişte Türk ve Kürt eşraf birliktedir. Doğal olarak böyledir çünkü Ermenilerin mallarına kısa süre önce birlikte el koymuşlardır.

Mustafa Kemal bu bağlamda Kürtlerin ileri gelenlerini kandırmamıştır. Bazı sözler verip tutmamıştır ama Kürt eşrafının da Ermeni soykırımındaki ortaklık nedeniyle birlikte davranmaya fazlasıyla istekli olduğu söylenebilir. Ermeniler Anadolu’ya dönerse Kürt hakim sınıfları da kaybedecektir.

Ege’de ise direniş Rumların gelmesiyle başlayacaktır.

Savaşı anlatmayacağım, biliniyor.

İngiltere ile doğrudan çarpışma yaşanmadı. Yunan ordusunun peşpeşe yenilgilerinin ardından İngiltere savaşa girmedi, çekildi.

Bunun değişik nedenleri üzerinde durmayacağım. Açık olan İngiltere ile doğrudan savaş yaşanmamasıdır.

Sonuçları maddeler halinde şöyle yazabiliriz:

Birincisi; ulusal kurtuluş savaşı yaşanmıştır. Eğer kazanan taraftaki ülkeler savaşmadan Anadolu’yu terk etmiş iseler, buradan ulusal kurtuluş savaşı yaşanmadığı sonucu çıkmaz. Bu savaş, farklı bir savaştır, klasik ulusal kurtuluş savaşlarına benzememektedir.

Yunanlıları bir tarafa bıraksak bile İstanbul, Adana, Antep ve sayılabilecek birkaç kent kimlerden kurtulmuştur?

İşgal vardır ki, kurtuluş da vardır.

İkincisi; her kurtuluş savaşı aynı zamanda bir iç savaştır ve bu durum bize özgü değildir. Bütün ulusal kurtuluş savaşlarında şu veya bu büyüklükte iç savaş da yaşanmıştır.

15’lerin öldürülmesini (Maria Suphi ile birlikte 16) bu iç savaş bağlamında görmek gerekir. Kemalistler rakip istemiyorlardı.

Üçüncüsü; bütün imparatorluklar gibi Osmanlı İmparatorluğu da çok ulusluydu. Dağılan bütün imparatorluklarda yapıyı oluşturan halklar arasında değişik düzeylerde hesaplaşma yaşanır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da dağılmıştı ve bileşenlerinin sorunsuz ayrıldıkları söylenemez.

Yunan ordusunun –İngiltere desteği de vardır ama- Batı Anadolu’yu işgale yönelmesinin maddi temelleri vardır. Osmanlı zamanında bölgede ekonomik olarak Rumlar hakimdi.

Dördüncüsü; Sevr Antlaşması’yla Türklere Orta Anadolu’da küçük bir yer ayrılmıştı. Kemalistlerin yaptığına “sınırları genişletme operasyonu” da denilebilir. Sınırlar Rumlar, Ermeniler ve Kürtler aleyhinde genişletilmiş ve Misak-ı Milli ortaya çıkmıştır.

Sınırları genişletme sürecini İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizlerle sıcak savaşa fazla yansımadan çözülen çelişkilerle birlikte düşünmek gerekir.

Sadece “sınırları genişletme operasyonu”nu dikkate alırsanız, ülkenin değişik bölgelerinin işgal altında olduğunu da unutursunuz.

Bu durum bizde yaygın olan –öğretim üyeleri buna dahildir- analitik düşünememek özelliğinden kaynaklanır.

Karmaşık bir süreci bütün boyutlarıyla incelemek yerine bir boyutu alıp buradan genelleme yaparsınız ve yanlış yaparsınız.

Beşincisi; Sovyet devriminin bağımsızlık ve sınırları genişletme savaşında özel yeri vardır. Kemalistlere para ve silah yardımında bulundular ama bunu öncelikle kendi çıkarları için yaptılar. Genç Sovyet hükümeti için İngiltere’nin Anadolu’dan gitmesi büyük önem taşıyordu ve bunu da ancak Kemalistler yapabilirdi. Karşı devrimci beyaz ordulara yardım kesilince onları halletmek kolaydı, aksi durumda ise iş zordu. İngiltere İstanbul’dan gitmeliydi.

Sovyet hükümeti için geriye kalan her şey ikincil öneme sahiptir: komünist bir kadronun katledilmesini protesto bile etmediler; Ermeni soykırımı, Kürtlerin bağımsızlığı gibi konular ikincil öneme sahipti.

Daha sonra kurulan SSCB de TC ile ilişkisini iyi tutmak için yardımlarını sürdürecek, Ereğli Demir Çelik gibi önemli yatırımlar da yapacaktır.

Komünistlerin sürekli tutuklanması, Kürt isyanlarının bastırılması; bunlar ikincil meselelerdir. Önemli olan Ankara hükümetiyle ilişkiyi iyi tutmak ve İngiltere’nin yeniden Anadolu’ya gelmemesidir. İngiltere dönemin en büyük emperyalist gücüdür.

Kurtuluş ve sınırları genişletme savaşı sürecinde Karadeniz’de Rumlar katledilmiştir. Katliam katliamdır ama bunu dağılan imparatorluklardan kalanların hesaplaşması olarak görmek gerekir.

Osmanlı İmparatorluğu yarı sömürgeydi. Önde gelen komprador burjuvaziler Rumlar ve Ermenilerdi. İttihat ve Terakki tarafından başlatılan ve Kemalistlerce de sürdürülen politika, Türk burjuvazisinin Rum ve Ermeni burjuvazilerinin yerini almasıdır. Bu amaçla her yöntem mubah olmuştur.

TC kurulduktan sonra Yunanistan ile yaşanılan nüfus mübadelesini normal görmek gerekir. Yeni kurulan ulusal devletlerin ilk işi nüfusu homojenleştirmektir. Balkan ülkeleri de Osmanlı hegemonyasından kurtulduklarında benzerini yapmışlar ve çok sayıda Müslüman –o yıllarda milliyetten çok din önemliydi- Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır.

Genç Sovyet hükümeti Anadolu’daki hareketi imkanları dahilinde desteklemiştir çünkü Kemalistlerin başarısı onların da çok işine geliyordu. Geriye kalan her konu ikincil olarak görülmüştür.

Yazıyı bağlarken Nazım Hikmet’e Kürt isyanlarının vahşice bastırılması hakkında suskun kaldığı için eleştirenlerin dikkatini bir noktaya çekeceğim: zamanın Lenin ve ardından Stalin önderliğindeki SSCB yönetimlerinin, keza III. Enternasyonal’in tutumu farklı mıydı?

TKP onların tutumunu tekrarlamış, Nazım da bir parti üyesi olarak buna uygun davranmıştır.

Nazım’dan önce eleştirmeniz gereken “büyükler” var, dikkatinizi çekerim.