Şuanda 336 konuk çevrimiçi
BugünBugün254
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7978
Bu ayBu ay7978
ToplamToplam10476402
35 yıl önce... PDF Yazdır e-Posta


 

 

1988 yılının Ekim ya da Kasım sonlarıydı. İbrahim Yalçın beni arayarak Paris’te geniş bir grubun örgütten ayrılacağını belirterek toplantıya katılmamı istedi.

Yaklaşık 50 kişinin katıldığı toplantıda konuşma yaptığımı hatırlamıyorum, sadece orada bulunmam istenmişti, ben de bununla yetindim.

Bu tür ayrılık toplantılarının değişik örneklerini yıllardan beri bilirim. İnsanlar hevesle bir araya gelirler, ayrılırlar ve en az yüzde 80’ini bir daha görmezsiniz. Başka örgütlerden ayrılıklarda da benzeri yaşanmıştı, bu ayrılıktan da farklı beklentim yoktu.

Bu toplantı kısaca Acilciler diye bilinen örgütün bitiş toplantısıydı. Bence örgüt daha önce bitmişti ama şimdi resmiyet kazanıyordu denilebilir.

Bazı insanların yüzlerindeki ifade ilginçti. Doğrudan bana bakamıyorlardı. Ağustos 1982’de ya da altı yıl önce ayrıldığımda bana felaket karşıydılar. Aldırmamıştım ve zaten Paris’ten de Almanya’ya gitmiştim.

1982-1988 müthiş bir yükselişin tarihidir. Kimse beklemiyordu. Ayrıldığım zaman başka örgütlerden arkadaşlar beni uyarmıştı: gittiğin yerde başarılı olamazsan politik olarak intihar etmiş olursun…

Böyle bir tehlike vardı ama başarısız olacağımı hiç ama hiç düşünmüyordum.

Bir silahlı mücadele örgütünün en bilinen kişisi olarak başka bir örgütte orta kademeden başlamak ve de bunu bir Avrupa ülkesinde yapmak riskli bir karardı. Kalmak bence daha da riskliydi. Kalmak; örgüt içi cinayetlere, Suriye gizli servisi Muhabarat’ın hizmetine girmeye en azından yüksek sesle karşı çıkmamak olurdu ve bence bunun da hesabı verilemezdi.

Herkes hata yapar, tamam ama bunların hesabı verilemezdi.

Sonraki yılların gösterdiği kadarıyla tam zamanında verilmiş iyi bir karardı.

Avrupa ülkelerinde Türkiyeli devrimci hareket yavaşlamış da olsa yükselme dönemindeydi. Bu kararı 1988’de verseydim, diğer mahzurları bir yana, düşme dönemine gelecektim. Hele de bir yıl sonra Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla herkes –anti sovyetikler dahil- büyük gerileme içine girecekti.

1982-1989 dönemini çok iyi değerlendirdiğimi söyleyebilirim.

Konuşma yapmadım, gerek de yoktu, her şey açıktı. İbrahim dahil hiç birinin ayrılması için çalışmamıştım. Kararlarını kendilerinin vermesi en iyisiydi. Eğer bu başarı olmasaydı, bu kadar insan da ayrılmazdı, bunu biliyordum.

Bu sürece TDAS’ın Tarihi adlı kitapta anlatmıştım.

www.enginerkinerkitaplar.blogspot.com da veya Google Drive’da TDAS Kitaplık olarak ararsanız buna ve başka kitaplara ulaşabilirsiniz.

Kısa süre sonra beklemediğim bir sorun çıktı. 1980’de TKEP’ten ayrılan Emeğin Birliği adlı grup İbrahim’e karşı kampanya açtı.

Bu grupla daha önce takışıyorduk zaten. Grup olarak üye olmak istiyorlardı. Parti tüzüğüne göre tek tek başvuruyla üye alınırdı, grup olarak başvurulamazdı. Benden bu cevabı alınca MK’ya şikayet ettiler. Haklarıdır, edebilirlerdi tabii… Ne cevap geleceğini biliyordum, tabii ki politikamı onayladılar. Tüzük açıktı.

Bu kesim sonraki yıllarda da benimle uğraşacak ancak hiçbir yönteminde başarılı olamayacak ve buna şaşıracaklardı.

Hemşerilik, akrabalık, eski mücadele arkadaşlığı bu arkadaşların –ne kadar varsa artık- örgüt yapısının temeliydi. Biz ise Almanya’da farklı bir örgüt yapısı kurmuştuk.

1982 sonlarında Almanya’ya geldiğimde parti örgütü yoktu ve yaklaşık 200 kişilik kitle vardı. Birkaç ay içinde bu kitleyle bir yere gidilemeyeceğini anladım. Onlar da benimle yapamayacaklarını anlamışlardı. Bu kitlenin yaklaşık üçte ikisiyle bağımızı kestik. İyi bir ayrılık oldu denilebilir, karşılıklı olarak birbirimizden kurtulmak istiyorduk ve böyle de oldu.

Büyük bölümü Malatyalılardan oluşan bu insanlar sonra ne yaptılar, ilgilenmedim. Tekrar kazanmak için çaba da harcamadım.

Önce bölgesel yayın organı Emek, arkasından Yazın ve ilticacılara değil de ikinci kuşağa yönelik örgütlenme politikası esaslı başarı kazandı. Bir yıl sonra yaklaşık aynı sayıda kitleye sahiptik ama bileşim farklıydı.

Kitle dediğin nedir ki zaten? Bir yürüyüşte yüz kişi eksik ya da fazla olmakla ne değişir? Belirleyici olan performanstır ve bunu hayata geçirebildik.

Bir yıl sonra MK içindeki TKP ayrılığında –o sırada MK üyesi değildim- Almanya sadece kendisini değil İsviçre, Fransa ve biraz da Hollanda’yı tutabilen durumdaydı.

Karşımızdaki TKP ise 12 Eylül sonrasında Türkiye’den gelen çok sayıda kadroyla birlikte müthiş güçlenmişti. Bu arkadaşlarla küfürleşmeden, birlikte iş yaparak bırakın üyeyi sempatizan bile kaptırmadık.

Eski kitleyle ayrılmasaydık, çökerdik.

TKP yanlısı MK üyeleri de özellikle Almanya’ya geldiler ama bir şey yapamadılar.

Hemşerilik, eski yoldaşlık filan boş ver bunları; yaşadığın ülkede ne yapıyorsun? Belirleyici olan budur.

Haftada bir kere Şam’daki genel sekreterle konuşuyordum (Teslim Töre). Bir keresinde “yoldaş ne yaptığınızı anlamıyorum” demişti.

Nasıl yani?

Siz Almanya’da insan örgütleyebiliyorsunuz, bunlar yeni insanlar… Bunu nasıl yapıyorsunuz?

Kitlenin bulunduğu yerde, örgütlenmede de olur. Sadece uygun yöntem bulmak gereklidir.

Eksiklerimiz mutlaka vardı ama gelişme yöntemini bulmuştuk.

Paris’te 50 kişilik kitlenin büyük bölümünün hayretle bana bakması bu yöntemi anlamamalarından geliyordu.

Haksız sayılmazlardı. Yıllar, Avrupa’da devrimcilik yapılmaz, söylemiyle geçmişti.

Türkiye’de iken mücadelede ön planda olanların büyük bölümü aynı konumlarını sürdürmeye çalışmışlar, başaramayınca da, burada olmaz, gerekçesine sığınmışlardı.

Tartışmanın gereği yok; yaparsın, gösterirsin.

Yazıyı bitirirken yine canım sıkıldı…

Ulan İbrahim; kendine biraz daha iyi baksaydın 8-10 yıl daha fazla yaşardın.

Ne diyeyim ben sana?

O dönem biraz endişeliydi. Aleyhine açılan kampanyadan etkilenmişti. Normaldir çünkü kampanya yürütenler partiden ayrılmışlardı ama geçmişten herkesi tanıyorlardı.

Merak etme, demiştim. Bunlar hiçbir şey yapamadıkları gibi neden yapamadıklarını da bir türlü anlayamazlar. Başka bir yapı kurduk ve işlemesini sağladık. Almanya örgütüyle kimse baş edemez.

Sen üret, kendini geliştir, dedikoduları boşver…

Fransa Postası adlı dergiyi çıkarmalarına destek oldum ama iki sayıdan fazla yayınlanamadı.

1990’lı yıllarda hem ortam kötüleşmişti ve hem de Paris’te dergi çıkarmak zordu.

Yolun birisi kapanırsa diğeri açılır.

İbrahim gelişti ve keşke biraz daha yaşasaydı.

İnsan kendine bu kadar kötü bakar mı?