Şuanda 160 konuk çevrimiçi
BugünBugün119
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7843
Bu ayBu ay7843
ToplamToplam10476267
Ölmek var, ölmek var PDF Yazdır e-Posta


Facebook’ta bir anmanın ardından diğeri geliyor. Bunlar görebildiklerim, eminim anmaların onda biri kadardır. Aradan yıllar geçmiş, kiminde bu eskilik 40-45 yıla kadar uzanıyor.

Yok yere ölmek diye bir deyim vardır; böyle ölenlere, örgütleri önemli değil, canım sıkılır. Anılanların en az yüzde 90’ını tanımıyorum ama böyle ölenlere canım sıkılır.

Bir yerde bir grup toplanmış yemek yiyor, başka bir grup oraya gelip bildiri bırakıyor, tartışma çıkıyor, silahlar çekiliyor, birisi vuruluyor ve ölüyor.

Silahı ateşleyen öldürdüğünü tanımıyor, işte öyle bir ölüm…

Bunlar 40 yıl önce olurdu, şimdi olmaz, diyemeyeceğim. Olması ihtimali zayıfladı ama pekala olabilir. Bir şiddet toplumundan çıkmış solun şiddetten azade olması mümkün değildir. Bunu sol içi şiddet kitabında anlatmıştım. Her zaman adresini verdiğim yere bakınız: www.enginerkinerkitaplar.blogspot.com

1975-80 döneminde o kadar çok insan gereksiz yere öldü ki…

Ölen kişilerin bazılarının herhangi bir örgütle ilgisi de yoktur, mermi gelip onu bulmuştur.

1980 yılında hapisten kaçtıktan birkaç ay sonraydı. Saçları uzatmış ve boyatmıştım, dışarıda  dolaşabiliyordum. Şirinevler’de yürüyerek bir yere gidiyordum. Bir sokağa girdim ve girdiğime pişman oldum. İki MHP’li duvarlara slogan yazıyor, görebildiğim iki kişi de onları koruyordu. Hepsi silahlı olmalıydı. Hiç istifimi bozmadan ve yürüyüşümü de hızlandırmadan sokağı yürüyerek geçtim. Silahsızdım, gerçi silahlı olsam ne olacak? Çatışma çıkarsa kazanmam mümkün değildi. Neyse, geçip gittim.

Yakında ölebileceğini düşünmek herhangi bir ilginçliği olmayan duygudur.

Bir silahlı mücadele hareketinin insanları olarak fazla yaşamayacağımızı baştan kabul etmiştik. Bu nedenle üzülüyor da değildik; THKO deneyi ortada, THKP-C deneyi de ortada, bizimki de herhalde bunlara benzerdi.

Nisan 1977’den başlayarak “bu adam ne zaman ölecek?” diye yüzüme hayretle bakan insanları hatırlıyorum. Haksız değillerdi. İlker, Hasan Basri, Yüksel, Ömür ölmüş; yakalananlar var ama ben kalmışım. Her an başıma bir şey gelmesi bekleniyordu.

Normalde dikkatli bir insanımdır ama istediğiniz kadar dikkatli olun, kaçırdıklarınız olabilir.

Burada şansın rolünü belirtmek gerekiyor.

Farkında olmadan, içimden gelen sese göre hareket ederek ölümden kurtulmuştum. Yanımdaki kişilerden Nebil, bekleyelim, demişti. Önerisi mantıklıydı ama içimden gelen ses “bekleme” deyince beklemedik.

On dakika bekleseydik, bankadan çıkarken polis timiyle karşılaşıyorduk. Kaçımız sağ kalırdı, bilemem ama daha sonra açıkça söyledikleri gibi öldürülecek ilk kişi bendim.

Antakya otobüs garajından beri takibi altında olduğumuz ekip o gün bankayı soyacağımızı anlıyor. Sabah Gayrettepe’den yola çıkıyorlar, yolda Şişli Emniyet Amirliği’nde duruyorlar, bir çay içiyorlar. Banka açılır açılmaz gireceğimizi düşünmüyorlar. Normalde de böyle yapılmaz ama içimden gelen sese uyunca böyle yaptık. Bunlar çay içerken bankanın alarmı çalıyor. Banka alarmının telini izleyip Şişli’ye kadar gittiğini bulmuştuk. Şişli neresi, Harbiye neresi; onlar gelinceye kadar iş biterdi ve nitekim de öyle oldu.

İş bittikten sonra ayrıldık, para ve silahlarla benim eve gittim, onları bıraktım. Evin gözlendiğini bilmiyordum tabii… Çıktım, bir sempatizanın evine gittim (Müslim) ve oradan çıkarken yakalandım.

Bizi yakaladığına sevinmesi gereken polis, planladığı gibi eylem üzerinde yakalayamayınca kızmış, benden yedi saat kadar önce ilk yakalanan kişilerden olan Belma’yı bir kere daha dövmüştü. Belma da içinden seviniyor, Engin ölmemiş diye…

Müslim daha sonra içimi acıtan bir arkadaştı. Sempatizanın alt düzeyi denilebilir. Onun evinden çıkarken yakalandığım için üç ay yattı ve ilk mahkemede tahliye oldu.

Sağmalcılardayken çıkan isyanda faşistlerin koğuşuna saldıranların en önündeydi. Oradan atılan cam parçaları bir gözüne isabet etti. İstanbul’dan Eskişehir’e, oradan da Isparta hapishanesine sürüldük. Müslim’in bir gözü sürekli bantlıydı ve her gittiğimiz yerde hastaneye götürülmesini istiyorduk ve götürüyorlardı. Ne çare ki bir gözünü kaybedecekti.

Kötü oldu. İnsanın başına ne geleceği belli olmuyor. Tahliye olmasından sonra hakkında hiçbir şey duymadım.

Gözünü kaybetmesinden dolayı hiç şikayetçi olmadı. Kendisini gerekeni yapmış bir kişi olarak görüyordu.

İnsan ölür ve nitekim çok insan öldü.

Birazcık dikkatli olsaydılar ve biraz da şansları olsaydı sayı daha az olurdu.