Şuanda 218 konuk çevrimiçi
BugünBugün160
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7884
Bu ayBu ay7884
ToplamToplam10476308
Marksizm insanı bazan aptallaştırır mı? PDF Yazdır e-Posta


Burada insan kelimesini çoğul olarak ya da farklı ülkelerde bulunan komünist partileri –ya da benzerleri- anlamında düşünün.

Hatayı herkes yapar; görür ve düzeltir.

Buradaki sorun hata yapmak değildir.

Sorun, değişik ülkelerdeki partilerin zamandaş veya kısa zaman aralıklarıyla aptalca denilebilecek aynı belirlemeyi tekrarlamasıdır.

Kısa bir süredir Güney Afrika Cumhuriyeti tarihini okuyorum. Nedeni ise, geçmişle yüzleşme olgusudur. Her ülkenin tarihinde karanlık sayfalar vardır ve bunlarla uğraşılması gerekir. Bu uğraşı teorik olduğu kadar pratik bir sorundur. Karanlık sayfalarla uğraşılmasına karşı büyük direnç olabilir ve bu da uygun mücadele yöntemleriyle ancak zamanla –genellikle 30 yıl- kırılır.

Mesela Nazilerin gerçekleştirdiği tarihin en büyük soykırımı konusunda Alman halkının sergilediği dirençten söz edilebilir. Yıllarca “Alman halkı da Nazilerin kurbanıdır” söylemi resmi söylem oldu denilebilir. Sanki Naziler bu halkın içinden çıkmamış, başka ülkeden gelmişlerdi. İlk olarak 1968 hareketi Nazi geçmişle hesaplaşmanın yolunu açacaktı. Alman halkı büyük soykırımın parçasıydı. Onun onayı ve bazen da katılımı olmadan bu soykırım gerçekleşemezdi. Onay bazen sessiz kalınarak da yapılıyordu. Bir dönem geçerli olan söylem, “bilmiyorduk” geçerli değildi. Bütün yönleriyle bilmiyor olabilirlerdi ama Yahudi soykırımından hiç haberi olmamak olacak şey değildi.

Güney Afrika şu bağlamda gündeme geldi: bu ülke karanlık geçmişle hesaplaşmada örnek gösterilir. Değişik bir hesaplaşmadır bu.

Bu tarihi okurken 1990’lı yılların sonlarında 2000’li yılların başlarında Güney Afrika Komünist Partisi’nin işçi sınıfının renge ve kültüre göre bölünmemesi gerektiği söylemine rastladım.

Bu ülkede işçi sınıfı siyahlar ve beyazlar olarak bölünmüş durumdaydı. Farklı kimlikten, hakim sınıfın yandaşı olmaya kadar büyük bölünme vardı. Ülkenin komünist partisi ise marksizme dayanarak işçilerin kardeşliğini, bütünlüğünü savunarak birbirinden çok farklı işçi sınıfları belirlemesine karşı çıkıyordu.

Kör gözüne parmağım denilecek kadar açık bir gerçeklik karşısında Marksizm adına sergilenen bu körlük sonucunda, ülkedeki büyük değişimin öncüsü KP değil ANC olacaktı (Afrika Ulusal Kongresi).

Aynı söylemi yıllarca başka ülkelerde de duyduk. Kimlik politikası, post modernizm, sınıfı bölmek falan filan… Hala da duyuyoruz.

20 yıl kadar önce Almanya’da felsefe bölümünü bitirmiş, İngiltere’de doktora yapmış bir tiple konuyu tartışmıştım. Güney Afrika’da devrim olmadı çünkü… söylemiyle Marksizmin bilinen belirlemelerini tekrarlıyordu.

Bu tip daha sonra Türkiye’de felsefe profesörü olacaktı.

Yakışır!

Marx böyle demişti, Hegel şöyle demişti söyleminin dışında ürettiği bir şey bulunmuyor.

Bilineni sürekli tekrarlamak; tipik Marksist işte…

Kişinin bir konuyu öğrenmesi için önce bilmediğini kabul etmesi gerekir. Marksistler ise, tarihin tekerleğinin dönme yasaları dahil, her şeyi bilirler.

O tekerleğin altında kalmışlardır ama farkına varamamışlardır.

Marksizm sayıca az olmayan ülkede radikal değişimlerin önünde engel durumundadır.

Marksizmin prestijinin yüksek olduğu yıllarda farklı bir teori savunulur ve adına da marksizm denirdi.

Çin devrimi bunun örneğidir. Devrimin temel gücünün köylülük olduğu, köylülerin sosyalist devrim yapabilecekleri o güne kadarki Marksist teoriye terstir. Buna “Marksizmin geliştirilmesi” denilemez çünkü teorinin belkemiği olan işçi sınıfının belirleyiciliğinden uzaklaşılmaktadır. (Bkz. Çin Sosyalizmi (1949-2022) www.enginerkinerkitaplarblogspot.com da ya da Google Drive’da TDAS Kitaplık adıyla aradığınızda E-Kitap bulabilirsiniz. İlk adres bazen çıkmıyormuş, o zaman ikincisine bakın, garantilidir.)

Küba devrimi de örnekler arasında sayılabilir. Devrimin önderi KP değil, 26 Temmuz Hareketi’dir.

Bu tiplerle tartışmaktan yıllardan beri vazgeçtim. Bunları ikna etmeye çalışmaya değemez, zaman kaybıdır, ne halleri varsa görsünler.

Önemli olan bu tür insanları ikna etmeye çalışmak ya da tartışmak değil, yeniyi inşa etmektir.

Yeninin inşasında da yaşanmış tecrübelerin ve –gizlenen- tarihinin incelenmesi önemlidir.

Siz kendisini komünist gören herhangi bir örgütün SSCB ve Arnavutluk’taki dönüşümü, Çin’deki büyük değişim doğru dürüst açıklayabildiğini duydunuz mu?

Çin’e Vietnam ve Küba da eklenmelidir.

Bazıları 50 yıl önceki Vietnam ve Küba’nın hala sürdüğünü sanıyorlar.

Kısaca “geri dönüldü” demek hiçbir şeyi açıklamaz.

Bunların hepsi geri döndüyse, neden uğraşıyorsun; devrim yapsan bile nasılsa geri dönecektir…

Bir bölümü gerçekten bilmiyor ve öğrenmek de istemiyor.

Öğrenirse itikadı sarsılacaktır da ondan…

Bırakın ölüler ölülerini gömsünler deyip, işimize bakalım.