Şuanda 54 konuk çevrimiçi
BugünBugün1933
DünDün2340
Bu haftaBu hafta6255
Bu ayBu ay6255
ToplamToplam10474679
Kışkırtmak PDF Yazdır e-Posta


Hapishanelerde güzel bir söz vardır: dolmuşa binmiyoruz!

Kışkırtmayla iş yapmıyoruz anlamındadır.

Bu belirleme hayatın başka alanlarında olduğu gibi politikada da geçerlidir.

Politikada kişiyi bitirmenin iyi yollarından birisi, onu beceremeyeceği ya da çapının üzerinde işlere yönlendirmek, kışkırtmaktır.

Son örnek olarak Maçoğlu’nun da dolmuşa bindiğini söylemek mümkündür.

Bir başka dolmuşçuluk örneğini Demirtaş’ın savunmasının ardından bazı yazarlarda da görüyoruz.

Diyorlar ki; Demirtaş, Öcalan’ın demokratik ulus teorisini savundu ama solda bunu tartışacak entelektüel birikim bulunmuyor.

Öcalan’ın kendini geliştirmek için çok okuduğu ve büyük çaba harcadığı ortada olmakla birlikte akademik eğitimi bulunmadığı için kavramları yanlış kullanmaktadır, anlatımı sistematikten yoksundur.

Başka bir deyişle bu teorinin dikkate alınacak, tartışılacak tarafı yoktur.

İki yıldan uzun zamandır değişik konularda videolar yayınlıyorum. Şu anda 230 tane oldu ve izleyici sayısından fazlasıyla memnunum. Doğal olarak “Öcalan’ın teorilerinden neden söz etmediğim” sorusu geldi. Soruyu sorana benzer şeyleri söyledim.

“Büyük çaba harcadığı açık ama…”

Kendisinin serbest bırakılmasını ya da en azından hapisteyken televizyonda birkaç açık oturuma çıkmasının sağlanmasını isterim. Çok sayıda izleyicisi olacaktır ve teorilerinin ne kadar derme çatma olduğu da görülecektir.

Politikada güvenilirlik önemlidir. Güvenilirliğin önde gelen özelliği istikrardır. Dün siyah dediğinize bugün beyaz demezsiniz.

Türkiye solu yıllarca Misakı Milli’yi savunmakla suçlandı.

Öcalan’ın “Misakı Milli’yi birlikte genişletelim” önerisini hatırlarsınız.

Müritleri halen aynı şeyi söylüyor: Türkiye Kürtlerle anlaşsaydı, Ortadoğu’nun en büyük devleti olurdu.

Önemli konularda duruma göre zıt pozisyona geçebilmek güvenilmezliğin önde gelen özelliğidir.

Öcalan bunu yıllar önce güzel bir şekilde ifade etmişti: stratejinin kendisi de bir taktiktir.

Burada kavramın yanlış kullanılmasının iyi bir örneğini görürüz.

Strateji uzun vadeli plandır, taktik ise kısa vadeli…

İkisi eşitlenemez ya da eşitlenirse bunu yapanın duruma göre önemli konularda bile kolayca pozisyon değiştirebileceğini gösterir.

Kürtler –hangi Kürtleri kastettiğimi belirtmek gerekmez sanırım- kendilerini eleştirenlere koro halinde kemalist, ırkçı falan derler…

Desinler efendim desinler…

Suriye’de ABD’nin kucağında oturup etrafa saldırmak kolay olabiliyor.

Ciddiye almazsınız olur biter.

Bir yandan –haklı olarak- Türkiye’nin Suriye’nin yüzde 15-20’sini ilhak etmesine karşı çıkacaksınız, diğer yandan ise Suriye’nin doğal gaz ve petrol kaynaklarının yüzde 60’ının bulunduğu bölgede bunları ABD’nin himayesinde kullanacaksınız.

ABD’nin bölgedeki asıl hedefi İran’dır. Bu ülkenin Suriye’deki hakimiyetini sınırlandırmaktır. YPG bu amaçla kullanılan bir araçtır.

İsrail aylardan beri düzenlediği saldırılarla Suriye’de İran ordusunun rütbeli subaylarını öldürür. Bu subaylar yalnız olarak bulunmuyorlar herhalde…

İran, Türkiye’nin aksine, bölgedeki yayılmacılığını daha az dikkat çekerek gerçekleştiren bir ülkedir.

Gelecek ABD seçimlerini Trump kazanırsa ve eski görüşünü –askerlerimizi Suriye’den çekelim- değiştirmemişse, YPG’nin varlığı da sona erer.

Suriye ile anlaşamadılar. Normal bir sonuçtur çünkü Suriye’de Kürtlere özerklik, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünni Arapların da özerklik istemesi demektir. Böyle bir gelişme olursa Suriye’nin devlet olarak varlığını sürdürmesi mümkün olmaz.

Ortadoğu’da Kürt devleti kurulmasına sadece bölgenin iki güçlü devleti İran ve Türkiye değil, bütün Arap ülkeleri karşıdır. Böyle bir devleti savunan tek ülke İsrail’dir ve onun da desteği sınırlıdır.

ABD’nin bu kadar geniş bir kesimi karşısına alması mümkün değildir.

Bu nedenle Rojava, Kosova olamaz.

Kosova, ABD himayesinde yıllardan beri Rusya’nın müttefiki olan Sırbistan’a karşı kurulmuş bir ülkedir. Yaşayabilmesi de ülkedeki ABD varlığı sayesindedir.

Ortadoğu’da ise güçlü bile olsa tek ülke değil, büyük bir karşı cephe bulunuyor.

Barzani bir ara Kürt nüfusu içinde bağımsızlık referandumu yapmıştı. Türkiye’nin fazla homurdanmasına gerek kalmadı, İran “işgal ederiz” açıklaması yaptı. Yaklaşık yüzde 80 bağımsızlık yanlısı karar çıkmasına rağmen uygulanamadı.

Tutum açıktır: haklıyız çünkü güçlüyüz.

Devlet kurmak Lenin’den alıntı yaparak olmaz, uygun güçle olur.

Kur devletini, ezeriz!

Mesaj budur.

Olacak iş değil ama bütün Kürtler birleşecek bile olsalar bunu engelleyebilecek yeterli gücü oluşturamazlar.

Değişik alanlarda yanlış işler yapıyorlar ve dost olabilecekleri kesimlerden düşman kazanıyorlar.

Mesela Nazım Hikmet’e karşı açılan kampanya…

Kürtçe yazan ve dünya çapında tanınmış bir tane şair ve yazarın yoksa, Nazım Hikmet’e saldırmadan önce bunun nedenleri üzerinde düşünmen gerekir.

Kürtçe yasaklıdır, ondandır açıklaması hiç yeterli değildir.

Avrupa ülkelerinde Kürtçeye yönelik hiçbir kısıtlama bulunmuyor. 40 yıldan fazla zamandır yaşadığınız, en az bir milyon kişilik tabanınız olan bu ülkelerde Kürt dili ve kültürü için ne yaptınız?

Kürtçe yazan Mehmet Uzun gibi yazarlara belirli bir örgütten olmadıkları için nasıl davranıldığını biliyorum.

Kürtçe roman yazıyordu, bu çok önemlidir.

Edebiyat ve genel olarak kültür öncelikle dile dayanır. Yazarın hangi dilde yazdığı önemlidir, milliyeti değil…

Mesela ben iyi Kürtçe bilsem ve bu dilde öyküler yazsam, yazdıklarım Kürt edebiyatı çerçevesindedir, benim Türk olmam belirleyici değildir.

Son olarak Henry Kissinger’i biliyorsunuz…

ABD dış politikasının önde gelen mimarıydı ve geçenlerde yüz yaşında öldü.

Safı karşımızda olabilir ama tecrübeli bir politikacıdır.

“Kürtler tarihin kaybedenidir” sözü ona aittir.

Bu sözü ABD’li bir general tamamlamıştı: “Kürtler savaşırlar ve kaybederler. Tarihte hep böyle olmuştur.”

Savaşmak yetmez, kazanmasını bilmek gerekir.

Neden böyle olmuştur, düşünmek gerekir.

Ulaştığınız sonuçları önce kendinize anlatın.