Şuanda 144 konuk çevrimiçi
BugünBugün2004
DünDün2340
Bu haftaBu hafta6326
Bu ayBu ay6326
ToplamToplam10474750
Bırakıp gitmesini bilmek... PDF Yazdır e-Posta


İnsan gerektiğinde bırakıp gitmesini bilmelidir.

Asla ve asla didişme olarak adlandırılan mücadele türüne girmemelidir.

Didişmek, tarafların sürekli olarak benzer şeyleri tekrarlamasıdır.

Böyle bir mücadelede zaman harcamaya değmez, bırakıp gitmeniz gerekir.

İki büyük konuda bunu yaptım diyebilirim.

Birincisi, ilk evliliktir. Ayrılacağım, birlikte yaşamak istemiyorum.

İnsanlar ayrılabilir, çocuğu kullanma, dedim.

Cevap, çocuğu kullanmak hakkımdır, oldu.

Çocuk küçüktü. Son olarak Selimiye Askeri Hapishanesi’nde iken gördüm. Üç yaşındaki çocuk bana düşmandı. O yaştaki çocuk düşmanlıktan ne anlar derseniz, anlamaz ama öyle yetiştiriliyordu.

Yaklaşık iki yıldır hapishanedeydim ve bu durum davranış tarzımın doğruluğunu gösteriyordu.

Çocuğu da annesini de hayatımdan çıkarmıştım.

Ve böyle devam ettim.

Kız şimdi 48 yaşındadır, yolda görsem tanımam. Hiçbir ilişkimiz olmadı.

Annesi dermiş ki: Deniz üç aylıkken Engin gitti. Hiç birlikte yaşamadılar ama aynı babası; inat mı inat…

Neyse, bir şey demeyeceğim.

İkincisi; Ağustos 1982’de kurucuları arasında hayatta kalan tek kişi olduğum, sosyalist harekette ilgili örgütün bir numaralı kişisi olarak görüldüğüm örgütü bırakıp gittim. Merkez komitesi miydi neyse o organın adı, onun üyesiydim.

Galibe bir ay önce Suriye’de toplantı yapmışlar, aday olmadığım ve hepsini ağır olarak eleştiren bir mektup yazdığım halde beni MK üyesi seçmişlerdi. Ne yaparlarsa yapsınlar; bir deyimle tuvalete bile gitmeyeceğim tiplerle birlikte kalmam söz konusu değildi.

Aslında bu kararı önceden vermiştim. O sırada hapishanedeydim ve günün birinde çıkarsam durumu görmenin ardından ne yapacağımı biliyordum. Bununla ilgili yazıyı daha önce yazmıştım. Bu yazının sonunda yeniden iletiyorum.

İnsanın gerektiğinde bırakıp gidebilmesi, bunu zorlanmadan yapabilmesi için önemli bir şart vardır: başka yere gittiğinizde kendinizi yeniden üretebileceğinize güvenmek…

Hayatını çocuğa göre düzenleyen birisi değilim. Yine de belirteyim: ikinci bir kızım daha var, Ömür. Üniversiteyi bitirdi, yüksek lisans yaptı; fizikçi. Aramız da gayet iyi.

İkincisinde ise kolayca başka bir örgüte gittim. Üç yıl sonra MK üyesiydim.

Partiye Avrupa’yı getiren kişi, olarak bilinirim.

Yıllar sonra başka bir şey öğrendim: içimizde Engin’in çapını ilk anlayan kişi Teslim’di (Töre) değerlendirmesi…

Her örgütte sorunlar yaşanır. Derdim sorunsuz yer aramak değil, çapsızlıklarını örtmek için beni engellemeye çalışan ve ek olarak da resmen pislik olan insanlardan uzak kalmaktı.

İki önemli karar da iyi kararlardı.

Kararlar sonrasındaki performansım iyiydi.

Bu kadarlardan da hiç pişmanlık duymadım, arkaya bakmadım.

Aşağıda önceki yazıyı iletiyorum:

BUGÜNÜ BELİRLEYEN ESKİ BİR KARAR

İstek üzerine kendimden daha fazla söz edeceğimi belirtmiştim. Aşağıdaki bilgileri bütün olarak ilk defa veriyorum.

19 Ağustos 1977’de yakalandım. Şubede önce çok sayıda fotoğraf gösterildi. Benim ve İstanbul’daki başka arkadaşların değişik yerlerde çekilmiş fotoğrafları vardı. Büyük bir takip yemiştik ve çok kişinin yakalandığı belli oluyordu.

Ne yapacaktım?

Düşünecek zaman yoktu, hemen karar verdim: bildiklerimi söylüyormuş gibi yapıp durumu olabildiğince kurtarmaya çalışmak…

Böyle de yaptım. Hapishaneye girdiğimde Hürriyet gazetesi başta olmak üzere bütün gazetelerin her gün aleyhimde kampanya yürüttüğünü öğrenecektim.

Bir hafta sonra şubeden nöbetçi mahkemeye sevk edildik. Toplam 19 kişiydik ve 10 kişi mahkemece serbest bırakıldı. Bunlar esas mahkemede duruşmalardan vareste tutulacaklardı. Böylece benim dışımda 8 kişi kaldık.

Birinci Şube’de bana ilk sorulan soru, “Bu örgütün başında Mihrac bulunuyor, değil mi? idi. Tabii ki onayladım yoksa başka bölgeleri de bana soracaklardı. Bu kişinin bölgesinde kendini göstermek merakı nedeniyle polisin gözüne battığını düşünmüştüm o zaman ama takibin Antakya’dan başladığını çok sonra öğrenince işin rengi değişecekti.

Hapishanede konuştuk. Fotoğrafları herkes görmüştü. Uzun ve yoğun takip vardı ve ben de garip bir durum karşısındaydım. Kimse bırakılan on kişiyi dikkate almıyordu.

Sağmalcılar hapishanesinde MHP’lilere saldırdık, isyan çıktı, buradan önce Eskişehir’e oradan ülkenin ilk E tipi hapishanesi Isparta’ya sürüldük. Burada üç hafta hücrede kaldık.

İlk mahkemeye sadece tahliye olacak üç kişiyi gönderdik. Yakalanmamızdan 2,5 ay sonra başlayan 1972’den beri ilk büyük THKP-C mahkemesiydi. İstanbul’a giden üç kişi de tahliye oldu. Aslında sorgu hakimliğinde de çıkmaları gerekirdi ama yakalanmamız basına yoğun yansıdığı için hakim herhalde çekinmişti.

Kaldık beş kişi…

Bunlardan Belma’yı benim yakalatmış olmam mümkün değildi çünkü Belma benden 7 saat önce ilk yakalanandı. İstanbul’daki büyük operasyon duyulunca eve bana haber vermeye gelen ve karakola yakalanan Hilal’in durumu da böyle…

Kaldık üç kişi…

Bunların yakalanmasıyla ilgili olarak da söyleyeceklerim var. Mesela İbrahim ile yaklaşık aynı saatlerde İstanbul’un iki uzak semtinde yakalanıyoruz. Ben Maçka’da, onun evi Paşabahçe’de…

Kimse takibi inkar etmiyor ama herkes yine de beni suçluyordu.

İstanbul’da dışarda kalanları da biliyorlardı ama böyle yapıyorlardı.

Belma ve Hilal hiç taviz vermeden beni savundular. Belma ilk yakalanan olarak kimin ne zaman şubeye getirildiğini, benim sona doğru yakalandığımı biliyordu.

Basındaki büyük gürültüden 2,5 ay sonra 13 kişi tahliye olmuştu ve bir bölüm insanın tavrı yine sürüyordu.

Öyle olsun!

Günün birinde kendi çıkarımla örgütün çıkarı karşı karşıya gelirse kendiminkini düşüneceğim kararını verdim. Dosyada her şey açık ama insanlar basındaki yoğun karşı propagandanın etkisi altındaydı.

Müebbet hapis cezası alacağım kesindi. O gün gelecek miydi, bilmiyordum.

1983’te mahkeme bitti, müebbet aldım ama üç yıl önce toplu firarla hapishaneden çıkmıştım.

İstanbul’daki çalışmalara durumum uygun olduğu oranda katıldım, sonra kısa sürede dönmek üzere Suriye’ye gittim. Orada göreceğimi gördüm. Yaklaşık üç yıl hapisteyken örgüt başka bir şey olmuştu. Muhabarat’ın uzantısı durumundaydı.

Ben Adana’da iken İstanbul örgütü yakalandı, bunu Suriye’de öğrendim. Dönecek yer kalmamıştı.

Suriye’de dört ay kaldım, oradan Paris’e geldim.

Paris ev işgalleri 12 Eylül sonrasında sosyalistlerin hem de ülke dışında yaptığı büyük bir eylemdi. Paris’te birkaç kişiden başlayarak kitlesel bir hareket olduk.

Sonra karar günü geldi. Bu insanların yaptıklarına artık tahammül edemiyordum. Aday olmadığım halde beni merkez komitesine seçmişlerdi. Mecburen, Engin’siz Acilciler olmazdı. Ağır bir mektup yazdım ve ardından ayrıldım.

Kişinin kendi kurduğu söylenebilecek örgütten ayrılamayacağını sanıyorlardı, ayrıldım.

Önümde büyük bir alan açılmıştı, bunu değerlendirmeliydim.

Sonrası biliniyor… Almanya’ya gittim ve 5-6 yıl ve sonrasında sadece Avrupa’da değil Türkiye’de de bilinen önemli başarılar kazandım.

1987’de bizimle yakalandıktan sonra tahliye olan, sonra tekrar yakalanan ve 6 yıl sonra yeniden tahliye olan İbrahim ile Paris’te görüştük. Bana, “o zaman anlamadık ama İstanbul’da ne olmuştu ki?” dedi.

Ben de “bunu on yıl önce söylemen gerekiyordu” dedim.

Yıllar sonra örgütlük durumu kalmamış örgütü bırakıp gittiğim için çok kişi beni eleştirecekti.

“Sen bunların hakkından gelebilirdin” deniyordu.

Haklısınız ama bunun için 5-6 yılım giderdi. Çok kişi ülkenin değişik illerinde yakalanıp hapse girmişti, Suriye’dekilerle birlikte görünmek bile istemiyordum. Örgüt içi infazlar, Muhabarat ilişkileri; hiç birisine bulaşmadım.

Politikada zaman çok önemlidir. Yapacağınızı zamanında yapmanız gerekir. 1982 ve öncesinde Türkiye’den çok sayıda sosyalist Avrupa ülkelerine gelmişti, hızlı bir yükselme vardı. Ben de bunun içinde yükseldim. 5-6 yıl sonra düşme başlamıştı. Hele de 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve sonrasındaki gelişmeler nedeniyle büyük düşüş gündeme geldi. O 5-6 yılı başka amaçlarla harcasaydım geride kalırdım. Sonraki yıllardaki başarının zeminini o yıllar oluşturur.

Ek olarak şunu vurgulamak gerekir: tahliye olanlar dışarda Muhabarat elemanı ve çevresinin palavracılıktan başka hüneri bulunmadığını gördüler. 2007 sonrasında bu tipin MİT’le ilişkisini de çıkaracaktık. Daha önemlisi var.

Beni siz aranıza çağırdınız, ben gelmedim. Neden, çünkü yıllardır süren büyük başarı her yerde duyulmuştu. Bu başarı olmasaydı tutumunuzdaki büyük değişme de olmazdı.

“Sen gittin örgüt bitti” tespitinizde haklısınız ama bunu anlamanız için 15-20 yıl beklemem mi gerekiyordu?

Hiç kimse bu düzeyde başarı beklemiyordu.

Bugünkü ben 1977 sonlarında Isparta hapishanesinde verilen kararın sonucudur dersem abartma yapmış olmam.

Tam zamanında ve iyi ki ayrılmışım.

Daha sonra da çok sayıda sorunla uğraştım. Her örgütte sorunlar vardır ama sürekli olarak beni engellemeye çalışanlardan ve pis işlerle uğraşanlardan kurtulmuştum.

Gerisini hallederdim ve hallettim de…

Bizi bıraktın gittin! denir.

Aynen öyle yaptım.

Biraz da kendinizin ne yaptığına bakar mısınız?

Yaklaşık üç yıllık hapishane hayatımda tahliye olduğumda Belma geldi, Konya’da iken Mete Özer geldi ve Aydın’da iken İdris geldi. Başka uğrayan olmadı.

Dönem 1977’nin son ayları, 1978, 1979 ve 1980’in ilk ayları…

Sizdeki tavır idiyse, bendeki de tavırdır.

Acilciler çoktan bitti, iyi hatırlanan adı kaldı ve o ad da bugün bir kişiyle neredeyse özdeşleşmiş durumdadır. Haksız yere ortak çıkmaya kalkanları tasfiye etmek zor almadı.

Yeteneksiz insanlar, ben ne yapayım?

Herkesin yaptıkları ortadadır, bu işler palavrayla yürümüyor.

Herkes yaptığına sahip çıksın, hakkıdır.

Benim yaptıklarıma ise gözünüzü dikmeyin, fena yaparım!

Ve bunu gördünüz sanırım…