Şuanda 102 konuk çevrimiçi
BugünBugün400
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8124
Bu ayBu ay8124
ToplamToplam10476548
Ali Elverdi PDF Yazdır e-Posta


Bu adam için özel olarak söylenebilecek bir şey yok… 12 Mart 1071 sonrasında faşist zihniyetin önde gelen temsilcilerinden bir tanesiydi. Bu zihniyet kendisini Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarına karar veren mahkemenin başkanı olmasında da iyice somutlar. İdamlarda hazır bulunacak ve zevkle izleyecek kadar gözü dönmüş bir tipti. İdam edilenlerin isteği üzerine orada hazır bulunan Avukat Halit Çelenk’e söyledikleri, o dönemin bir başka yönünü ortaya koyar: “Siz elinizden geleni yaptınız, ama bu iş başkaydı.”

Nasıl başkaydı?

“Birkaç tanesini sallandırınca ortalık durulur” bu zihniyetin bir tarafı idiyse, öteki tarafı da “üç bizden üç onlardan” anlayışıdır. “Üç bizden” dedikleri, 27 Mayıs 1960’tan sonra idam edilen Adnan Menderes ve iki bakandır. Ali Elverdi gibiler için Gezmiş, Aslan ve İnan’ın idamı, “tarihsel bir hesaplaşma”, 27 Mayıs’ın öcünün alınmasıydı.

27 Mayıs 1960’ı yapan da orduydu, 12 Mart 1971’i yapan da… Ancak aradan geçen 11 yılda orduda çok şey değişmişti. Ordu evlerinin açılması, OYAK’ın kurulması, alt düzey askeri okullarının sayısının azaltılması ordunun toplum içinde ayrı ve ayrıcalıklı bir yapıya sahip olmasını hızlandırmıştı. Polisle (dönemin simgesi olan toplum polisi, namı diğer FRUKO) çatışan ama orduya karşı herhangi bir olaya karışmaktan geri duran 1960’lı yılların devrimcileri, 12 Mart sonrasında oldukça farklı bir ordu ile karşılaşacaklardı.

Ali Elverdi’nin başkanlığını yaptığı Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi, 1. THKO Davası’nda 19 kişiye idam cezası verir. Askeri Yargıtay bozar, dava yeniden görülür ve mahkeme kararında ısrar eder. Sonunda Askeri Yargıtay idam cezalarının sayısını üçe indirir.

Ali Elverdi’nin zihniyetini bundan daha iyi gösteren başka örnek zor bulunur.

Aklınıza “Bu adam MHP’li miydi?” sorusu gelebilir. Hayır, o dönem Adalet Parti’li idi. Tıpkı Denizlerin idamının onaylanması için TBMM’nde büyük çaba gösteren Süleyman Demirel gibi…

Bu dava ile başlayan ve sonraki yıllarda da süren, hukuki gibi görünen bir tartışma vardır: Türk Ceza Yasası’nın 146. maddesi nasıl yorumlanmalıdır?

Bu yasa Anayasal düzeni ilgaya ve bu yasa ile kurulmuş TBMM’ni ıskata teşebbüs suçunu içerir ve cezası idam ya da müebbettir.

Yasa üç maddedir: İlk madde bu suçun eylemli işlenmesini, ikinci madde bunu yapan örgütte yöneticiliği, üçüncü madde ise bunu yapan örgüte üye olmayı kapsamaktadır. (Son maddede ceza 15 yıldır.)

Tartışmada bir görüş şudur: Mevcut düzeni değiştirmeye yönelik bir teşebbüsün ciddi olabilmesi için, öncelikle bunu yapabilecek bir güce sahip olmak gerekir. İlgili örgüt bu güce sahip değilse, bu madde uygulanamaz. (Bunun yerine uygulanması önerilen, TCK Madde 168 ya da silahlı çete kurmak maddesidir.)

Ali Elverdi’nin ön planda temsilcisi olduğu kesim ise bunun tersini savunur. 146. maddeyi içeren eylemlerde esas olan niyettir. Düzeni değiştirmek niyetine sahip olanlar bu maddeden cezalandırılmalıdır.

Denizlerin idamının ardından Ankara’da sıkıyönetimin henüz sürdüğü yıllarda, yine Askeri Mahkeme, bu kez silahla yakalanan bir kişiye idam cezası verecektir. Normal ceza bir yıldır ama mahkeme şöyle düşünmüştür:

Bu kişi neden silah taşıyor? Devletin kurulu düzenini ortadan kaldırmak için… O halde…

Ceza bozuldu ve ardından bir yıla indirildi. Burada söz konusu olan o zihniyetin bir başka örneğidir.

Birkaç kişinin idam edilmesiyle olayların durulacağını zannedenler, 1975’ten sonra fena halde yanıldıklarını gördüler. O dönemde idam edilen üç devrimciye Arnavutköy’de öldürülen Ulaş Bardakçı’yı, Kızıldere’de katledilen Mahir Çayan ve 9 devrimciyi, İbrahim Kaypakkaya’yı da eklemek gerekir. Bu idam ve öldürmeler sonucunda silahlı mücadele hareketinin önde gelen kadroları büyük oranda ortadan kaldırılmıştı.

“Birkaç kişiyi sallandıracaksın, ortalık durulur” mantığına sahip olanlar, bu mantığın ne kadar “yararlı”(!) olduğunu 1975 sonrasında göreceklerdir.