Şuanda 369 konuk çevrimiçi
BugünBugün583
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8307
Bu ayBu ay8307
ToplamToplam10476731
29 Kasım 1971-6 Mayıs 1972 PDF Yazdır e-Posta


29 Kasım 1971 günü Kartal Maltepe Askeri Cezaevi’nden Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna kaçtılar. Bu tarihle Kızıldere arasında 4, Deniz Gezmiş-Yusuf Aslan-Hüseyin İnan’ın idam edildiği 6 Mayıs 1972 arasında yaklaşık 5 ay vardır.

Bu dönem tek süreç olarak düşünülmelidir. Özellikle İstanbul ve Ankara’da polis ve MİT ile yaşanılan sürekli kovalamaca ile geçen ve THKP-C ile THKO’nun önde gelen kadrolarının öldürülmeleri ya da yıllarca kalmak üzere hapishaneye atılmalarıyla sonuçlanan bir süreç…

Gezmiş, Aslan ve İnan’ın idam edilmesi ya da edilmemesi 12 Mart rejimi ve onun önde gelen destekçisi Adalet Partisi ile devrimciler arasında hesaplaşmaya dönüşmüştü. Mantık, “bizden üç, onlardan üç şeklindeydi”. “Bizden üç” dedikleri, 27 Mayıs darbesinden sonra idam edilen Menderes, Zorlu ve Polatkan idi. Olaylara bugünden baktığınızda “ne ilgisi var” diyebilirsiniz, ama o zamanki mantık böyleydi.

Bir de “devletin gücünün ispatlanması” meselesi vardı. Devlet, üç devrimciyi idam ederek “gücünü gösterecekti”.

Hapisten kaçanların dışarıdaki toparlanmayla birlikte Denizleri kurtarmak için eylem hazırlıklarına yöneldiler. 29 Kasım sonrasında bütün baskı İstanbul’da yoğunlaşmıştı. Ankara daha serbestti ama üniversiteler neredeyse askeri işgal altındaydı. SBF’nin yakınından geçmek bile tehlikeliydi. Kent dışında olan ODTÜ biraz daha serbest sayılırdı.

Kaçanlar için para bulunması gerekiyordu. Koray Doğan (birkaç ay sonra öldürülecekti) bana ve birkaç arkadaşa durumu iletti. O sırada ODTÜ son sınıf öğrencisiydim. Okulu aramızda paylaştık. Hayatımda bu kadar kolay para topladığımı hatırlamıyorum. Odasına gittiğim ve azçok ilerici olarak bildiğim her asistan ya da öğretim üyesi, daha ben hiçbir şey söylemeden cebinde ne varsa veriyordu. Bazısı üzerinde yeterince para olmadığını ve ertesi gün gelip gelemeyeceğimi soruyordu. Birkaç gün sonra kavgalı olduğum için uğramadığım bir başka asistan haber gönderecekti: “Neden benden para istemiyorsunuz? Ben devrimci değil miyim?”

Kısa sürede yüksek miktarda para topladık. Aslında bu işi açık yapabilsek miktar çok daha fazla olurdu ama hiçbir şekilde açık verilmemesi gerekiyordu. Normal öğrenci gibi dersine gir, ortalıkta fazla görünmeden de verilen görevi yerine getir… Zaten çok az kişi kalmıştık.

Okulda devrimci harekete şu veya bu oranda sempatiyle bakan herkesin morali tek kelimeyle süperdi.

Ne yazık ki bu durum uzun sürmedi!

12 Mart darbesinin ardından başlayan yoğun tutuklamalar sonucu ilişkiler önemli oranda dağılmış, çok az insan büyük bir yükü omuzlamak zorunda kalmıştı. İstanbul ve Ankara’da kalacak ev ve irtibat elemanı bulmak mucize gibi bir şey olmuştu. Deşifre olmamış çok az insan vardı. Her gece, sokağa çıkma yasağı saatlerinde evler basılıyor, kimin yakalandığını ancak birkaç gün sonra öğrenebiliyorduk.

Polis Mahir’in İstanbul’dan ayrıldığını öğrenince O’nu Ankara’da aramaya başladı. Ankara, 12 Mart sonrasının ilk günlerinin aksine, gizlenilebilecek kent olma özelliğini kaybetmişti. Her taraf sivil kaynıyordu ve kentte çok sayıda yere hiç uğramamak gerekiyordu.

Mahir, polis için özellikle önemliydi.

Öldürülecekti ve ilk seferinde yanlışlıkla Hüseyin Cevahir öldürülmüştü.

Olay şöyle gelişir:

Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in Maltepe’deki evde kuşatıldıkları 1971 Mayıs’ının son günlerinde, polis, gözaltında olan çeşitli devrimcilerden Mahir’in eşgalini ister. Sorudan ister istemez şüphelenirler ve başka bir eşgal verirler. Gözaltındakiler Maltepe’deki olayı bilmemektedirler ve verdikleri eşgal de Hüseyin Cevahir’e uymaktadır.

Mahir polis baskını sırasında kendini vurur ve ağır yaralı olarak yakalanır. Önce Hüseyin zannedilir ama sonra durum anlaşılır.

THKP-C iddianamesinde Mahir ile ilgili bölümde “o bir korkaktı, kendini öldürmeye bile cesaret edemedi” gibi cümleler geçer. “Böyle iddianame mi olur?” diye sorabilirsiniz. O dönem vardı. Savcılar, polis ve MİT  arasındaki işbirliği gizlenmeye bile gerek görülmeden açıkça yürütülüyordu. Mahir Çayan’ın kişiliği yıpratılmalıydı.

O bir korkaktı, ölmeye cesaret edememişti, polis ifadesi de çok kötüydü…

O dönem Mahir Çayan hakkında devrimci hareket içinde hiç iyi şeyler düşünmeyenler de az değildi. Özellikle de Aydınlıkçılar… Savcılıktan çıkan iddialar bire bin katılarak yayılıyordu.

Denilebilir ki, “olur böyle şeyler… Başka ne yapılması bekleniyordu…”

Ne ki, Mahir, eskiden beri, kendisi hakkında söylenilenler konusunda gereğinden fazla hassastı. Bir dönem için de olsa ülke dışına çıkmayı kesinlikle reddetmesini buna bağlıyorum. Arkasından ne denileceğini biliyordu: “Arkadaşlarını ölüme terk etti ve kaçtı!”

27 yaşındaki bir insanın (Mahir diğerlerinden yaşça büyüktü) bunu kaldırması zordur. İnsan kolayca “öleyim de kurtulayım” noktasına gelir…

Kızıldere’de bu psikolojinin de etkisinin bulunduğu düşüncesindeyim. Yoksa o kadar insanın bir araya toplanmış olması başka türlü açıklanamaz. Toplu yakaladılar ve hepsini öldürdüler. En az bir kişi, Saffet Alp, yaralı yakalanır ve evin dışında infaz edilir.

Ertuğrul Kürkçü, ertesi gün, kontr gerilla ekibi gittikten sonra askerler tarafından evde yapılan aramada yakalanır. Bir gün önce yakalansaydı, o da sağ kalmayacaktı.

Kızıldere’nin ardından Ankara-İstanbul seferini yapan THY uçağı Sofya’ya kaçırılır. Ancak Denizlerin idamının engellenmesi yönünde somut bir sonuç alınamaz.

Olayla ilgili olarak gözaltına alınanlar arasında Emin Galip Sandalcı’nın yanı sıra, THKP-C’nin gayrı resmi yayın organı Kurtuluş gazetesini 12 Mart öncesi günlerde birlikte çıkardığımız İlhan Kalaycıoğlu da vardır. Olayla hiç ilgisi yoktu, buna karşın ağır işkence gördü, bozuk olan sağlığı iyice bozuldu ve bir süre sonra da aramızdan ayrıldı.

Uçağın kaçırılmasının hemen ardından Ankara’da Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken’e yönelik başarısız bir suikast teşebbüsü yapılır. Tamamı ODTÜ’lü olan eylem kadrosunun amacı Kemalettin Eken’i rehin almak olmakla birlikte, çatışma çıkması sonucu bu hedef gerçekleşemez. Bir jandarma eri ve eyleme katılan bir devrimci (Niyazi Yıldızhan) ölür.

Bu eylemler yapılırken TBMM’de idamlarla ilgili tartışmalar yaşanmış, idamlara karşı geniş bir imza kampanyası açılmış, kısacası düşünülebilecek her yol denenmiştir.

Artık idamları beklemekten başka yapılacak şey kalmamıştı.

Onun da gelmesi uzun sürmedi…