Şuanda 177 konuk çevrimiçi
BugünBugün1678
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9402
Bu ayBu ay9402
ToplamToplam10477826
ÜÇ ASRI SAADET PDF Yazdır e-Posta


Asrı saadet deyimi, İslamcılar tarafından Hazreti Muhammed zamanı için kullanılır. O dönem bir mutluluk dönemidir. Gerçek İslam söz konusudur. Bazı İslamcılar tarafından ise bu dönem dört halife devrinin sonuna kadar uzatılır.

Hangi dönemi kapsarsa kapsasın bu dönemle ilgili ortak görüş, gerçek İslam’ın geçerli olduğu dönem olmasıdır.

Sonraki dönemlerde İslam’dan sapılmış ve İslam kötü duruma düşmüştür.

İkinci asrı saadet dönemine Kemalist asrı saadet de denilebilir.

Bu dönem Atatürk’ün öldüğü 1938 yılına kadar sürmekle birlikte, bazıları tarafından 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi asrı saadetin bitiş dönemi olarak kabul edilir.

İster İsmet İnönü’nün devlet başkanı olmasıyla isterse de DP’nin iktidara gelmesiyle sona ersin, Kemalist asrı saadetin ayırıcı özelliği olarak, Kemalizmin gerçek içeriğiyle uygulanması görülür.

Sonraki dönemde Kemalizm’den sapılmış, Kemalist olduklarını iddia edenler de onu tanınmaz duruma getirmişlerdir.

Üçüncü asrı saadet dönemine Marksist asrı saadet denilebilir.

Marksizmin daha doğrusu Marksizm-Leninizm’in 20. yüzyıldaki iktidar tarihi iyi sonuçlanmadı. Önemli başarıların da yaşandığı bu tarihin sonunda, Marksizm-Leninizm, kapitalizm karşısında yaşayabilecek düzeyde gelişen bir sosyalist toplumun oluşmasını sağlayamadı.

Marksist asrı saadet, Lenin’i geride bırakarak (Stalin’den zaten hiç söz eden yok) Marx’a dönmeyi, marksist sosyalizmin sorunlarının çözümü için geçerli yol olarak görür.

Başka bir deyişle, Marx-Engels döneminde Marksizm vardır, sonrasında değişik oranlarda deforme olmuştur. Başarısızlığın nedeni Marksizm’den uzaklaşılmasıdır.

Yukarıda anlatılan üç asrı saadet anlayışının da temeli aynıdır: Kurucuya geri dönmek, kurucudan sonra yaşanılan dönemi ise teoriden sapma olarak görmek ve dikkate almamak…

Kurucu Muhammed, Mustafa Kemal ya da Marx olabilir. Görüşler birbirinden çok farklı olabilir, ama yaklaşım, arada yaşanılan uzun tarihi dikkate almamak anlamında aynıdır.

İslamcılar için Muhammed’in ölümünden sonra geçen 1300 yılı aşkın tarihin anlamı yoktur. Bu tarih değişik oranlarda sapmayı, İslam’dan uzaklaşmayı içerir.

Benzer bir saptamayı öteki asrı saadetler için de yapmak mümkündür.

Bugünlerde değişik yerlerde Marx’ın sosyalizm ile komünizm arasında kurduğu ilişkiyle, Lenin’in Devlet ve İhtilali’ni karşılaştıran yazılar görüyorum. Tahmin edilebileceği gibi, ikincisinin ilkinin görüşlerinden uzaklaştığı öne sürülüyor.

Kimsenin de aklına, “neye dayanarak Marx’a referans veriyorsunuz?” sorusu gelmiyor.

Marx ve Engels’in sosyalizmle komünizm ilişkisi konusunda dayandıkları tek pratik örnek vardır: Paris Komünü.

Ek olarak, sosyalist demokrasi konusunda da sadece bu örneğe dayanırlar.

Onlar için zorunludur çünkü kendi dönemlerinde başka örnek yoktur.

Daha sonra gelenlerin, önemli bir kentte (yani çok sınırlı bir coğrafyada) üç ay sürmüş bir deneyimi bu kadar ciddiye alacaklarını da düşünmemiş olsalar gerektir.

“Bu kadar küçük bir deneyden insanlığın geleceği için nasıl sonuç çıkarılabilir?” sorusuna tutarlı cevap vermek zordur.

20. yüzyılda sosyalizmin geniş bir coğrafyaya yayılmış ve 74 yıl sürmüş iktidar tarihinden sonuçlar çıkarmak yerine, minik bir coğrafyada üç ay sürmüş bir deneyden çıkarılan sonuçları geçerliymiş gibi kabul etmek yapılacak şey değildir.

İktidar tarihinden hareket edilerek sosyalizmin yeni bir tanımı neden yapılamasın?

Reel sosyalizm tarihinde bunu yapan da oldu. Dahası, bunu yapan, ülkesindeki partinin genel sekreteriydi.

İzninizle, 1989 Berlin Duvarı adlı kitabımdan aktarıyorum:

Walter Ulbricht (Demokratik Almanya Sosyalist Birlik Partisi Genel Sekreteri), 1967’de kapital’in yayımlanmasının 100. yılı dolayısıyla yaptığı konuşmada önemli ve sosyalist ülke liderlerinin konuşmalarında rastlanmayacak oranda değişik bir saptama yaptı:

“Sosyalizm toplumun gelişmesinde kısa süreli bir geçiş dönemi değil, dünya çapında kapitalizmden komünizme geçiş çağında göreli olarak bağımsız bir sosyoekonomik şekillenmedir.”

Bu görüş, Hruşov’un 1960’lı yılların başında SSCB’nin sosyalizmden komünizme geçmeye başladığı saptamasına ters düşmesinin ötesinde, Marx’ın konuyla ilgili yazdıklarından da farklıydı. (…)

Marx’a göre sosyalizm, göreli olarak bağımsız bir sosyoekonomik şekillenme değil, komünizmin ilk aşamasıdır; komünizmin kapitalist toplumdan hemen sonra gelen, onun izlerini taşıyan evresidir.  Ulbricht de kapitalizmden komünizme geçişten söz etmekle birlikte, bu geçişin ilk aşaması olan sosyalizmi görece uzun ve uzunluğu nedeniyle de kaçınılmaz olarak özgün yasallıkları olan görece bağımsız bir sosyoekonomik sistem olarak değerlendirmektedir.

Ulbricht’in SBKP Genel Sekreteri Brejnev’in de müdahalesiyle Genel Sekreter’likten ayrılarak “parti başkanlığı” gibi pasif bir göreve atanması uzun sürmedi.

Ulbricht zaten pazar sosyalizmi benzeri bir yapılanmayı savunduğu için tepki topluyordu. Yerine Honecker geçti.

1967 yılında Sovyet sosyalizmi 50 yaşındadır. Ulbricht’in yaptığı, yaşanılan büyük pratikten teorik sonuç çıkarmaktı. Bu kadar uzun süren sosyalist bir iktidarın ve toplumun kendine özgü yasallıkları olmak durumundadır.

Bu yasallıklar üzerine kafa yormak yerine, “Marx böyle söylememişti” söylemini öne çıkarmak, pratikte felaketle sonuçlanıyor.

Kutsal Kitap ister Kuran, ister Nutuk, isterse de Kapital ya da Fransa’da İç Savaş olsun, anlayış değişmiyor: yaşanılan tarihi hiçe saymak ve kutsal metinlere geri dönmek…

İlginç olan, reel sosyalizmin tarihinde bunu yapabilmiş insanların olmasıdır. Bu insanların özellikle Orta Avrupa’nın sosyalist ülkelerinden çıkmaları doğaldır, zira bu ülkelerdeki sosyalist iktidarlar daha ileri bir kültür düzeyi temelinde kurulmuşlardı.

“Sosyalizmin vitrini” sayılan ve sosyalist ülkeler arasında üretici güçlerin en fazla gelişmiş olduğu DAC’nin bu konuda özel bir işlevinin olması da normaldir.

İstatistik Dairesi Başkanı Fritz Behrens’in bir kitabının başlığı “Bazı Dogmalara Dokundum” adını taşır. Sözünü ettiği, Marksizmin sosyalist ekonomik politika anlayışını eleştirmesidir.

Hemen görevden alınır!

Daha 1962 yılında, sosyalizmin altın çağının başlangıcında, “böyle devam edersek çökeceğiz” saptamasını yapabilmek, büyük bir entelektüel birikimi ve cesareti gösterir.

Eski DAC bölgesini kaplayan bugünün Doğu Almanya’sında Fritz Behrens’in doğum günü hala kutlanır. Kendisi DAC tarihe karışmadan önce hayata veda etmiştir ama zamanında yasaklanan kitapları yayınlanmakta, görüşleri konusunda sempozyumlar düzenlenmektedir.

Görüşlerine katılmak şart değil, ama bu insanların mutlaka öğrenilmeleri gerekir.

Kitaplarını Türkçe’de yayınlamayı düşünen çıkar mı, diye sorarsanız, hiç sanmıyorum.