Şuanda 205 konuk çevrimiçi
BugünBugün1694
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9418
Bu ayBu ay9418
ToplamToplam10477842
hapishane günlüğü 28: ölüm orucu PDF Yazdır e-Posta


(Sağmalcılar, 36 günlük açlık grevi ve Ölüm orucu eylemi) 

Hapiste olmak, kapalı kapılar ardında, daracık bir odada, başucunda hiç sönmeyen gri bir ışığın altında bir gün, beş gün bir ay, beş ay değil, yıllarca yaşamak kimilerine göre dayanılması güç, korkunç bir kabus gibi görülse de, sanıldığının aksine, korkunç olan bir yanı yok aslında.

Önemli olan, orada neden bulunduğunun bilincinde olmaktır. Hapiste  bulunmanın nedenlerine ilişkin kafan berrak, bilincin kuşkusuzsa şayet, yıllarca yatar, sırtüstü yatar, ayları değil yıllar ve yılları teker teker tüketerek çıkıp gidersin. Yok eğer ‘’eyvahh’’ diye düşersen hapishaneye, bir hafta, bir ay geçiremezsin içerde... Korku bedene işler de, beyin örümcek ağı, kafa karma karışık olursa eğer, hapishane duvarları, döner dolaşır kapkara bir zindan gibi başucuna yerleşir ve sen, bu  zindan karanlığında  bir saman çuvalı misali ayakta duramaz, hayata küser, yoldaşlarına kızar, davana sırt çevirir tövbekar olursun içerde.

Kendinle barışık olacaksın hapiste, ağız dolusu küfredeceksin ama, sımsıkı da sarılmasını bileceksin yaşama.  Yaşama sevincini yok eden bir pişmanlıkla hapiste büyümenin ızdırabını yaşayanları çok gördüm içerde.

Metris’te, Halil Kaya diye birisi vardı. İhtilalci bir örgüt militanı olarak içeri düşmüştü. Açlık grevlerinin ilerleyen günlerinde idarenin talimatları doğrultusunda sabah akşam ‘’açlık grevini bırakın’’ diye anons yapar, eski yoldaşlarını ve tüm devrimcileri tövbekar olmaya çağırırdı..

THKP-C Eylem Birliği’ militanlarından, Tütünçiftlik eyleminde bulunmuş, Beykoz’da bilmem kaçıncı kattan,  silahlı kuşatma altında çatışarak atladığı apartman katından, belini inciterek yakalanmış TEVFIK SAFRAN vardı. Arkadaşı Necdet ATILGAN vardı Metris’te. Pişman olmuşlardı. Tesadüfen mahkeme salonlarında karşılaştıkları devrimcilere küfrediyorlardı. ‘’ulan orospu çocukları siz hala devrimci misiniz’’diye Selimiye’de, gözlerimizin içine baka baka ve dişlerini sıkarak küfredip önümüzden geçtiklerine tanık oldum. Kurtulmuş(!) tüm sıkıntılarından arınmış(!) gibi görünmek isteyip de rahat hareket etmeye çalışmalarına karşın sıkıntılı bir acelecilikle hızla uzaklaştılar yanımızdan..

Hapishaneye hazır olmadan düşersen zorlanırsın, çok şeyi istediğini bilerek mücadeleye girmişsen ve çok şeye razı olacağını da peşinen kabullenmiş ve o bilinçle mücadele içersinde yakayı ele vermişsen eğer, yatarsın.. Başka türlü yatamaz, Halil Kaya, Tevfik Safran, Necdet Atılgan yada , Şemsi ÖZKAN olursun hapiste...

Gözlerini tavana dikip derin düşüncelere dalmayacaksın içerde, detaylarla uğraşmayacak ama  firari düşler kurmayı da ihmal etmeyeceksin. Benim gibi(!) on kez teşebbüs edip bir kez olsun kaçamamış olsan bile, on birinci teşebbüsün rüyasını gerçeğe dönüştürebilirim umudundan da asla vazgeçmeyeceksin mesela...

Sağmalcılar Özel Tip cezaevine geldiğim zaman saatim yoktu. Sultanahmet’ten buraya sevk edilirken kafama inen coplardan başımı korumaya çalışırken kırılmış param parça olmuştu. Bu nedenle, ne zaman uyanırsam uyanayım, ilk işim saati öğrenmek olurdu. Henüz elimi yüzümü yıkamadan önce yan hücredeki arkadaşı uyarmak için duvarına vururdum. Önceden anlaşmıştık. Saat 9 ise, dokuz kere duvarı tıklardı. Her gün bir kaç kez bu yöntemle  zamanı kontrol eder, yemek saatine daha ne kadar var öğrenmeye çalışırdım.

İKİ KİTAP VERECEK, İKİ KİTAP ALACAKSIN...

12 eylül cuntacıları iş başına geldikleri günden beri, ‘’iyi eğitimli organize suç örgütlerinden’’ çok daha fazla örgütlü ve hazırlıklı olduklarını göstermekten gecikmediler., Cezaevlerinde uygulamaya koydukları politikanın bile en ince ayrıntılarını düşünmeleri bu bakımdan son derece önemlidir.

Devrimci tutuklulara verilecek kitapların sayısından tutunuz da, kitapların kalınlığına varıncaya kadar her şey, planlı ve programlı idi. Harp akademilerinde, son derece modern araç ve gereçlerle eğitim gören, komuta kademesinin kurmay subayları tarafından uygulamaya konulan her zorbalık, devrimci tutuklular tarafından büyük bir ustalıkla karşılık bulmakta gecikmezdi.

Örneğin, açlık grevleri ve direnişlerle elde edilen kitap okuma hakkımızı vermek  zorunda kalmış olmalarına rağmen, bu hakkın kısıtlanması için her seferinde yeni yeni zorluklar çıkarmayı da ihmal etmediler..

Her tutukluya, haftada iki kitap verilecekti (ziyaretciden gelen kitap) ama bu kitapların içerde biriktirilmesi yasaklanmıştı. Kitaplar içerde birikmeyecekti. Bu nedenle  ziyaretçilerden gelen iki kitap, tutukluya verilirken, karşılığından da iki kitap alınacaktı.

 Buna karşın bizim geliştirdiğimiz taktik kurnazca olmuştur. Bir hafta önce gelen kitabı okuduktan sonra birkaç parçaya bölünmek suretiyle çoğaltılıyor ve yeni gelen kitap karşılığı olarak bir kitap, iki yada üç kitap olarak veriliyordu.. Bir süre sonra her koğuşta yeniden kitap yığılması olduğunu görerek durumu fark ettiler ve Gelen her kitabın kalınlığına göre kitap istemeye başladılar, gelen kitap ile alınan kitap kalınlığı uymuyorsa kitap vermemeye başladılar. Buna da çare bulduk. Günlük gazeteleri keserek kitap boyutuna getiriyor ve elimizdeki kitapların kapağını, kendi yaptığımız ‘’gazete kitapların’’ üstüne geçirip askerin eline veriyorduk. Çoğunlukla okuma yazma bilmeyen askerler ilk önceleri bunu da anlayamadı ve komutanları uyanıncaya kadar bu yöntemle bir süre daha idare ettik.

 Sözün kısası, içerde günler geçmiyor değildi. Hem de çok çabuk geçiyordu. Öyle zaman olurdu ki, şaşardık, ‘’ne çabuk akşam oldu’’ derdik. Birçok işi yarım bırakır o güne yetiştiremezdik(!) bile. Biz hapiste güzel yatar, günlerimizi ve gecelerimizi dolu dolu yaşardık..

BİZ HAPİS’TE YATARKEN..

Biz hapiste yatarken, yoldaş bildiklerimizin, Orta-Doğu’nun Suriye’sinde Muhabarat’la kol-kola sarmaş olduğunu, Müntecep KESİCİ’yi öldürdüklerini bilmezdik.

Biz hapiste yatarken, Orta–Doğu’da Lübnan’ın Filistininde, Filistin’lilerin kendi aralarında çıkan çatışmalara, bizim yoldaşlarımızın da katıldığı bilmezdik. Biz içerde siyasi sohbetler yapar, Filistinliler arası savaşın emperyalist güçlerin işine geldiğini söyler, ‘’böl ve yönet’’ taktiklerine karşı Filistinli kardeşlerimizin alet olmamaları gerektiğini söylerdik. Bu savaşta alet olarak kullanıldığımızı bilmezdik.

Biz hapiste yatarken, Kuvvettin KÜLEKCi yoldaşımızın FKÖ ( Filistin Kurtuluş Örgütü) elinde esir olduğunu, kendilerine karşı savaştırıldığı için işkence ile öldürüldüğünü nerden bilebilirdik.

Biz hapiste yatarken, FKÖ gerillalarının elinde 4 yoldaşlarımızın esir olduklarını da bilmezdik.

Selahattin KAYA, Süleyman KILIÇ, Vedat ERDAL’ın da, Filistinlilerin kurşunlarıyla öldürüldüklerini duymamıştık.

MK üyesi Hanna Maptunoğlu yoldaşımızın, Muzaffer ÇİLER ve Zihni ALAN tarafından, Mihrac Ural’ın talimatıyla, Filistinlilerin kendi aralarındaki savaşa katılmayı reddettiği için tutuklanarak Suriye’ye getirildiğini de bilmezdik. Hanna’ya kurulan komplo aklımıza gelir miydi?

Biz hapiste yatarken, yoldaşlarımızın Filistin kamplarında eğitim gördüklerini, yetkinleşerek silahlanıp ülkeye gireceklerini ve faşist cuntaya karşı savaşacaklarını sanırdık. Bir umut, bir heyecan ve bir azimle o günü bekler, Türkiye devriminin militan yoldaşları, yoldaşlarımız diye haklarında duyduğumuz kimi olumsuz sözlerin sahiplerine karşı acımasız olurduk.

Biz hapiste yatarken, gazeteler yazardı. ‘’ Filistinden gelen acilci teröristler(!) ülkeye adımlarını atar atmaz yakalandı’’ derdi ama inanmazdık. Yüz kişi girmişse beş kişi yakalanmış sanırdık.

Biz hapiste yatarken, ülkeye dönmek isteyen yoldaşlarımızın engellendiğini, sınırı geçer geçmez kafasına sıkın dendiğini, yoldaşlarımızın, ülkeye değil, Avrupalara yollandığını, her şeye karşın ülkeye girenlerin de en kısa zamanda kıskıvrak yakalandığını, bu işte bir iş olduğunu nerden bilebilirdik.

Biz hapiste yatarken, yoldaşlarımızın birbirlerine düştüğünü, Muhabarat tarafından kuşatıldığımızı, yoldaş bildiğimiz bir hain’in ‘’bizi ehlileştirmek için Samsun’da yemin ettiğini’’ nasıl bilebilirdik ki?

Ve biz hapiste yatarken, ‘’yoldaşlarımız, Mamak’ta, İstanbul cezaevlerinde direniyorlar’’ diye kuru gürültü ajitasyonlar çekildiğini, arkamızda da, ‘’Açlık grevleri ile kendilerini cezalandırıyorlar’’ diye alaya alındığımızı nerden bilebilirdik.

Biz hapiste yatarken, bunları bilmiyorduk. Sırtımızdan hançerlendiğimiz, aklımızın ucundan bile geçmezdi.

SAĞMALCILAR’DA  BANYO..

Sağmalcılar özel tip’in, sadece  adı değil, her şeyi özel’di aslında. Cezaevine İlk geldiğim sıralarda, iç işleyişin nasıl olduğu konusunda habersizdim ve bu nedenle bir süre acemilik çektim.

Örneğin, buraya  geldiğim günden bir süre sonra, bir gün, hücre’min kapısı açıldı ‘’Duş almam’’ için çıkmam istendi. Sevinmiştim, hemen hazırlığımı yaptım ve soyunmuş bir vaziyette koridorun başındaki duşa gittim. Başımda asker bekliyordu. Bana ‘’iki dakika zamanın var’’ dedi. Ciddiye almadım, lafın gelişi söylüyor sandım. Duşa girdim, vana’nın başındaki nöbetci asker hazır mısın dedi. Ve suyu açtı. Ben daha başımı yeni sabunlamıştım ki su kesildi. Hemşerim n’oluyor falan demeye kalmadan ‘’dışarı çık’ ’demez mi(!) yapma etme başım sabunlu kaldı, desen de nafile . ‘’Komutanımın emri’’ böyle diyor, suyu açmıyordu. Kafam sabunlu olduğu halde hücreme geri dönmek zorunda kaldım.

Artık öğrenmıştim. Bundan sonraki duş alma günlerinde tecrübeli olduğum için, soyunup duş’un altına giriyor ama başıma su dökmüyor, sabunu elime bile almıyordum. En fazla elimi yüzümü yıkayıp çıkıyordum. Askerlerin, sen hiç ıslanmamışsın demesine aldıran kim...

AÇLIK GREVİ - ÖLÜM ORUCU...

10 Nisan 84 tarihinde metris’te,  TEK TİP ELBİSE (TTE) ye karşı yeni bir Açlık grevi başlatılmıştı. Eylem, aynı anda İstanbul’un bütün cezaevlerine olduğu  gibi Sağmalcılar’a da sıçradı. Siyaset temsilcileri arasında yapılan görüşmeler sonucu alınan karar, eylemin mümkün olduğunca uzun erimli ve sonuç alıcı bir biçimde yürütülmesi konusunda tüm siyasetler aynı görüşteydi.

Yaşasın süresiz açlık direnişimiz,

Tek tip elbise giymedik giymeyeceğiz  sloganlarıyla yeni bir direniş başlatıldı. Her Açlık direnişi eyleminde olduğu gibi, günde üç defa, sabah öğlen ve akşam olmak üzere birer bardak şekerli su dışında hiçbir şey alınmayacaktı.

Açlık direnişi kararının alınması, siyasetler arası yoğun tartışmaların bir sonucu oybirliği ile alınıp başlatılmasına karşın, zaman ilerledikçe tartışmalar da yoğunlaşarak devam ediyordu. Eylem başlamadan önce ve eylem süresince Sağmalcılar özel tip cezaevine, daha önce anlatmaya çalıştığım nedenlerden dolayı fiziki bir baskı yoktu. Bütün baskılar Metris üzerinde yoğunlaşmış ve Metris’te bulunan devrimcileri teslim alınmasına yönelik korkunç bir terör estiriliyordu. Baskı arttırıldıkça, çözülmelerin ve bağımsız koğuşlara geçişlerin hız kazanması, Metris’in yöneticilerini umutlandırmıştı. Kendilerince, uslanmasından umut kesilenler Sağmalcılara gönderiliyor, uslanarak teslim olacağını düşündükleri tutuklulara karşı baskıya hız veriyorlardı. Böyle olunca, Bizim Sağmalcılar’daki direnişimiz bir yerde Metris’teki baskıları protesto eylemi olarak da değerlendirilebilirdi. Siyasetler arası tartışmaların ana ekseni de zaten bu eksen üzerinde yapılmaktaydı.

Ziyaret, avukat ve havalandırma yasağı ve mahkemelere çıkamamak gibi sorunlarımız olmasına karşın bunlara alışmıştık artık. Tek Tip Elbise giymediğiniz sürece yasaklar devam edecek deniyordu ve bizlerde giymeyeceğiz, devam etsin dercesine bu tavra sessiz kalıyorduk.

Açlık direnişinin bitmesine bir kaç gün kala DS ve TİKB dışındaki tüm siyasetler Grevin bitirilmesi konusunda kendi aralarında tartışmaya başladı. Acilciler olarak bende aynı görüşteydim. Bana göre de artık bu grevin sürdürülmesi idarenin işine geliyor ve ‘’ giymezseniz siz bilirsiniz, giymediğiniz sürece de herşey yasak’’ diyen vurdum duymaz bir tavır içersinde idiler.. Grevin, yanılmıyorsam 33. Günü DS ve TİKB’nin karşı çıkmasına rağmen bitirilmesi kararı alınmıştı. Akşam üzeri bitirilmesi yönünde aldığımış kararı DS’li arkadaşlara bildirdik. Bu karar üzerine DS’den bir haber geldi ve bir iki gün daha beklememizi, DS olarak kendi aralarında konuyu tartıştıklarını söylüyorlardı. 36. Gün kararlarını bildirdiler. ‘’ Biz, TİKB ile birlikte ÖLÜM ORUCUNA BAŞLIYORUZ’’ dediler.

Yapacak bir şey kalmamıştı. 36. Gün açlık grevine son verdik. DS’ ve TİKB’den arkadaşların bir kısmı Açlık direnişini ÖLÜM ORUCU’na  çevirdiler.

Ölüm Orucu’nun devam ettiği süre içersinde yapılan tartışmalara ve karşılıklı suçlamalara burada değinmeyeceğim.

Bu konuda söylenmesi gereken söz, bu eylemi sürdüren arkadaşların devrimci mücadele içersindeki kararlı duruşları ve ölümleri pahasına gösterdikleri kararlılık karşısında saygıyla eğilmek gerektiğini özellikle belirtmekle yetineceğim,

14 Haziran 1984. 63. gün, Abdullah MERAL

17 Haziran.1984. 66. gün bir saat arayla Haydar BAŞBAĞ ve Mehmet Fatih ÖKTÜLMÜŞ

 24 Haziran 1984 .73. günü Hasan TELCİ aramızdan ayrılarak unutulmazlarımız oldular.

26 Haziran 1984'te, 75 gün  eylem bitirildi.

Abdullah, Haydar, Fatih ve Hasan. Dördüyle de değişik cezaevlerinde birlikte bulunduğum, kararlılıklarına ve mertliklerine tanık olduğum devrimci arkadaşlarımızın anılarının, Türkiye devricilerine örnek olması ve ilelebet saygıyla anılmaları ve hak ettikleri saygınlığın sonsuza dek korunması hepimizin görevi olmalıdır. Onlar, devrimimizin, onlar, hepimizin ölümsüz kahramanlarıdırlar...

1984 yılı...

Ocak, 1 : Türkiye, Avrupa Konseyi'nin Arjantin'de demokrasiye geçişi kutlama mesajına katılmadı.

Ocak, 6 : Adalet Bakanlığı'nın yaptığı açıklamaya göre cezaevlerinde 74.946 tutuklu ve hükümlü var.

Ocak, 6 : Döviz alım satımı serbest bırakıldı.

Ocak, 8 : Başbakan Turgut Özal Türk Parasını Koruma Kanunu'nun herkesin başına bela olduğunu söyledi

Ocak, 9 : Yargıtay bir karar verdi; emekli işçiye verilen altın madalyanın bedeli, kıdem tazminatından düşülecek

Ocak, 17 : Dolandırıcılıktan yargılanan Abidin Cevher Özden ( Banker Kastelli ) beraat etti.

Ocak, 18 : Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) davası duruşmasında sanıklara tek tip elbise giydirildi.

Ocak, 19 : Güneydoğdu’da 66 okul, öğretmensizlik nedeniyle kapandı.

Subat, 7 : Türkiye'de, ithal edilen ilk Mercedes binek otomobilleri,11 milyon liraya satıldı Arabalar daha Türkiye'ye getirilmeden müşteri buldu

Subat, 13 : SSCB Komünist Parti genel sekreterliğine Yuri Andropov'un yerine Konstantin Çernenko getirildi.

Subat, 24 : Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Kabe'yi ziyaret etti.

Subat, 25 : "Hakkari'de Bir Mevsim" adlı filmin gösterimi Sıkıyönetim Komutanlığınca yasaklandı.

Subat, 28 : Kız öğrencilerin 19 Mayıs gösterilerinde şort giymesi yasaklandı.

Mart, 1 : TBMM'de sıkıyönetimin13 ilde kaldırılmasını, 54 ildeyse 4 ay süreyle uzatılması kararlaştırıldı. Başbakan Turgut Özal yaptığı açıklamada, "Olaylarda yüzde 99 azalma var. Ancak aşırı sol ve bölücü örgütler faaliyetlerine yeraltında devam ediyorlar" de

Mart, 1 : Turgut Özal'ın köprü ve barajların satılması önerisine tepkiler sürdü. DYP Genel Başkanı Yıldırım Avcı, "Mirasyediler her şeyi satarlar" dedi. HP Genel Başkanı Necdet Calp, "Ermeni terör örgütü ASALA almak istese verilecek mi ?" diye sordu. SODEP Genel Başkanı Erdal İnönü de " Devlet malını satmaya kimsenin gücü yetmeyecektir " dedi.

Mart, 2 : ABD Kongresi, Kıbrıs sorununda ilerleme sağlanıncaya kadar Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimine yapacağı yardımları askıya aldı.

Mart, 3 : İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen Barış Derneği davası gerekçeli kararı sanıklara tebliğ edilmeye başladı. Kararda, "sanıkların kelime ve zeka oyunları ile, yargılayanların savaş taraflısı oldukları imajını yaratmak istedikleri" ileri sürüldü.

Mart, 14 : Askeri Yargıtay yayımcı İlhan Erdost'un Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülmesi ile ilgili davada hapis cezasına çarptırılan Şükrü Bağ hakkındaki mahkumiyet kararını bozdu.

Mart, 25 : Yerel seçimler yapıldı Anavatan Partisi (ANAP) yüzde 41,5 oy oranı ile 54 ilde belediye başkanlığı aldı Sosyal Demokrat Parti (SODEP) yüzde 23,4 oy oranı ile ikinci, Doğru Yol Partisi (DYP) yüzde 13,2 oy oranı ile seçimlerden üçüncü parti olarak çıktı İlk kez seçime katılan Refah Partisi (RP) yüzde 4,4 oy oranıyla sonuncu parti oldu

Nisan, 2 : Çankırı'da ayetli bayrakla karşılanan Başbakan Turgut Özal hakkında açılan soruşturma düştü.

Nisan, 16 : Kültür ve Turizm Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu, "Çıplak denize girmek isteyen turist Türkiye'ye gelmesin" dedi.

Nisan, 24 : Şarkıcı Selda Bağcan, "suç olan fiili övdüğü" gerekçesiyle İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından tutuklandı

Mayis, 1 : DGM'ler 8 ilde göreve başladı

Mayis, 3 : Paris'teki Ermeni Anıtı bombalandı, 13 kişi yaralandı. Anıta Türklerin saldırdığı ileri sürüldü. Saldırıyı "Anti-Ermeni Örgütü" üstlendi.

Mayis, 15 : 1.256 aydın, "Türkiye'deki demokratik düzene ilişkin gözlem ve istekler" başlıklı dilekçeyi Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e verdi. Aydınlar Dilekçesi olarak bilinen girişime karşı dava açıldı.

Mayis, 28 : Cumhurbaşkanı Kenan Evren "biz çok aydın gördük. Bazı şairler vardı, yurt dışına kaçtı. Ben ne yapayım öyle aydını," dedi.

Temmuz, 10 : Meclis ilk kez bir ölüm cezasını reddetti. Sağ görüşlü Mehmet Onur Mimar'ın idamında "kamu adına herhangi bir yarar olmadığı" görüşüne varıldı

Agustos, 15 : PKK, Hakkari'ye bağlı Eruh ve Şemdinli ilçelerinde jandarma karakolları ve resmi dairelere ateş açarak ilk silahlı eylemi başlattı.

Agustos, 24 : İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Emil Galip Sandalcı "Tek tip elbise sorunu, göreceli bir sükuna kavuşmuş olan cezaevlerini yeniden karıştıracak bir provokasyon niteliğindedir" ded

Ekim, 2 : 12 Eylül 1980 darbesi sonrasının ilk grevi, Tuzla'da iki tersanede başladı.

Ekim, 3 : Devrimci-Yol davasında yargılanan ve idam cezasına çarptırılan Hıdır Aslan ve İlyas Has'ın cezası Meclis'te onaylandı

Ekim, 25 : Türkiye'de son kez bir ölüm cezası infaz edildi. İzmir'de bir soygun sırasında 3 kişiyi öldürmekten idama mahkum Hıdır Aslan, Burdur Kapalı Cezaevi'nde asıldı

Aralik, 17 : Yükseköğrenim Kurulu, YÖK öğretim üyeleri ve öğrenciler hakkında "bilgi fişi" tutulmasını istedi.

(29. bölüm Tahliye olmama rağmen serbest değilim, sevk’e gidiyorum.)

DÜZELTME: Yazıda adı geçen itirafçının adının Necdet Ayma değil, Necdet Atılgan olduğunu öğrendik. Kişinin tip olarak tanımı da Necdet Atılgan'a uyuyor. Bu yanlışlığı düzeltiyoruz.