Şuanda 383 konuk çevrimiçi
BugünBugün1826
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9550
Bu ayBu ay9550
ToplamToplam10477974
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi (4) PDF Yazdır e-Posta


Belma ile tanışmamızdan sonra, Başta TDAS olmak üzere,  Kesintisizleri,  yine Rus Devriminiden Çıkan Dersler adı broşürü,  Suni Denge  Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz adlı broşürleri küçük gruplar halinde okuyarak tartıştık ve TDAS’ta belirlenen görüşler  ışığında bugün Acilciler olarak bilinen örgütlenme içinde yer almaya karar verdik. Bu kararımızla birlikte. Bir çok arkadaş, okul çalışmalarından ayrılarak, mahallelere, genel öğrenci örgütlenmesi çalışmalarına ve sendikal çalışmalara kanalize oldular.

Okulları terk etme eğilimimiz  26 Ocak 1976 Beylerderesi olayından sonra kafalarımızda daha somutlaşmaya başladı. Başlangıçta okullarla ilişkilerimizi kesmeden ama daha çok mücadele için zaman ayırarak işe giriştik. Bir yandan  hala genel olarak adlandırılan CEPHE’cilerin gençlik örgütlenmesinin içinde aktif olarak yer alınırken, bir yandan da Ankara kökenli ve sonradan Dev-Yol çevresi  olarak tanınan yapı ile hareket  edilemeyeceğine karar verdiğimiz için, illegal olarak bu çevrenin de içinde olduğu Dev-Genç içinde örgütlenmeye de önem veriyorduk.

Beylerderesi olayı sonrası  Ankara Cephe grubu çevrelerinde bize yönelik, örgütlenmemizi deşifre edecek girişimler yapıldı. İlker Yoldaş Sizofren ilan edildi, basın açıklamaları yapılarak bizim grup ile hiç bir ilişkilerinin olmadığını söylediler. Ardından Grubumuz ile birlikte hareket eden arkadaşlar bir bir ortaya çıkarılarak adeta ihbar edildi. Çünkü ortaya çıkarabildikleri arkadaşlarımızı yurt toplantılarında isim isim teşhir ettiler.  Kendi iç çalışmalarında TDAS’ı referans alan bu arkadaşlar, kitleye yönelik çalışmalarında da yaptıkları emperyalizm ve benzeri tahlillerde  de  yararlandıkları örgüt broşürlerimize yönelik karalamalara başlayarak, bizleri Mahir Çizgisinden sapmış Troçkistler olarak göstermeye çalıştılar.

Hapiste iken sonradan Kurtuluş Grubunu kuran arkadaşlarla aynı düşünerek Mahir’lerinçizgisini, öncü savaşı anlayışını savunan bu arkadaşlar af ile hapisten çıktıklarında kendilerinden önce genç lik derneklerinde örgütlenen öğrencilerin Mahir çizgisini, Kesintisiz devrim teorisini ikircimsiz savunduklarını gödür görmek fikir değiştirmiş gibi yaparak yeniden Mahir savunucusu kesildiler. O dönemi yaşayanlar bunu bilirler.  Dev- Yol pratiğinin ise Mahir’in öncü savaşı teorisi ile uzak yakın alakası olmadığını yaşayarak gördük. Nitekim Kurtuluşçular sonradan bunu her yerde dile getirdiler.

Ancak görüştüğümüz bir çok öğrenci önderi bu broşürleri okuduktan sonra bizlerle aynı düşüncelere geliyorlardı. Ancak zamansız gelen Beylerderesi katliamı biz sempatizanlar üzerinde bir an önce kendimizi ispat etme baskısı oluşturuyordu. Artık bizlerde kendi pankartlarımızla öğrenci eylemlerinde yer almak, kitlesel gösteriler yapmak istiyorduk. Nitekim 1976 yazında  Dev-Genç’in düzenlediği  « Gerici Eğitimi Protesto » yürüyüşünde örgüt olarak bir pankart açma kararı aldık. Ancak gelecekte örgütün illegal yapısı içinde yer almasını düşündüğümüz arkadaşlar bu eylemde örgütten yana görünmeyecektik.

Eylemden önce Belma ile eylem komitesinin bize verdiği  ses cihazlarını bulma görevi gereği, bu cihazları almayı umut ettiğimiz ve TKP eğiliminde olan Aksaray TÖB-DER şubesine giderek  yönetimden bu cihazları bize birkaç saatliğine vermelerini istedik. Ancak yönetimdeki öğretmen arkadaşlar « goşistlere verilecek cihazımız yok » dediler. Oysa bu şubeye üye birçok öğretmen arkadaşımız vardı ve bu arkadaşlar da bu istemi dile getirmişlerdi. Ancak onlar vermemekte kararlı idiler.  O anda eylem yerine Aksaray’a çok yakın olduğu için bir çok Dev-Gençli arkadaş ta oradaydı. Nitekim Merhum Abdullah Meral arkadaş bir masanın üzerine çıkarak « revizyonist TÖB-DER yöneticileri bize cihazları vermiyorlar, onları sizin önünüzde teşhir ediyoruz » diye başlayan bir konuşma yaptı. Biz bu konuşmadan sonra bir kez  daha ısrar edince TKP’liler işi daha da sertleştirdiler. Biz ise cihazları zorla da olsa alacağımızı belirterek cihaz odasına yöneldik. Çıkan arbede de cihazlar kırıldı. Sonra biz eylem alanına gittik.  Başta Mete Özer olmak üzere legal çalışmaları yürüten arkadaşlarımız « Beylerderesi Kızılderenin Devamıdır, İlker, Ziya, Hasan Savaşa Devam » diye yazan dev bir pankartı açarak ardında yürümeye başlamışlardı.  Zamanın İYÖD yöneticileri ilk şaşkınlığı üzerlerinde attıktan sonra pankartı açan arkadaşlara bu yaptığınız doğru değil, pankartı kaldırın diyerek uyarılarda bulunuyordu. Argümanları Beylerderesi Kızılderenin devamı değil idi. Pankartı açan arkadaşlar da kendilerinin de Cepheci olduğunu ve olayı böyle değerlendirdiklerini belirterek pankartı toplamayacaklarını belirtiyorlardı. Pankart açan arkadaşlarımızın önüne barikat kurarak yürüyüş kolunun sonuna bırakmaya çalışıyorlardı. Biz diğer illegal arkadaşlar da yürüyüşün genel güvenliğinden sorumlu olduğumuz için kenarda olayı izlemekteydik. Sonuda biz kendimiz bir provakasyonu önlemek ve polisle karşı karşıya gelmemek için arkadaşlarımızla görüşerek kaldırma kararı aldık. Pankart  toplandıktan sonra bazı İYÖD yöneticisi arkadaşlar pankarta el koymak istediler. Pankartı vermemekte direnen Mete’yi tokatladılar. Biz kenardaki beş-altı arkadaş tokatlama olayı ile birlikte aldığımız karışmama kararına rağmen olaya müdahale ederek, pankartı almaya çalışanlara sert müdahalede bulunarak geri aldık. Bu sırada bizi gören İYÖD yöneticisi arkadaşlar şaşırarak « sizlerde mi onlardansınız ? »  diye şaşkınlıklarını ifade ettiler. Artık ok yaydan çıkmıştı. Biz bu defa tüm arkadaşlarımızı haberdar ederek bu pankartı yeniden açmaya karar aldık. Yürüyüş kolundan ayrılarak yürüyüş kolunun tam orta yerinde bir kez daha pankartımızı açarak bizleri susturmak isteyenlere meydan okurcasına sloganlarımızı haykırdık.

Yani lafın kısası İstanbul örgütlenmesi öyle bilindiği gibi kapalı kapılar ardında bir kaç eylemciden oluşan bir yapı değildi. Birileri ısrarla bugün bunu böyle göstermeye çalışıyor. Tek kitle örgütlenmesinin olduğu bölgenin kendi bölgeleri olduğunu, bu bölge dışında kimsenin bir yere kadro aktarmadığını söylüyor. Oysa gerçekler hiç te böyle değildir. İstanbulda Devrimci Sağlık İş diye binlerce üyesi olan bir sendikamız vardı. İstanbulun önemli tüm mahallelerinde mahalle komitelerimiz vardı. Töb-Der örgütlenmemiz vardı. Onlarca kadrosu olan gençlik örgütlenmemiz vardı.  İstanbul’da gelişen her öğrenci eyleminde kilit konumlarda hep arkadaşlarımız vardı. Bu söylenenlerin canlı tanıkları hala yaşıyor. Öğrencilere yönelik faşist saldırıların hemen başında kendini korumak amacıyla ilk silahlanan grup bizdik. Sonradan on binlerce öğrenciye önderlik edenlerde tapa tabancası yokken, bizim her üniversitede silahlı arkadaşlarımız bulunuyordu.

Rıza Salman Yoldaşın Ankara yakalanmasında yanındaki arkadaşlardan birisi İstanbul kadrosu idi. İstanbul’un bir mahallesi sizin bölge dediğiniz yerin nufusundan daha kalabalık kitlelerin yaşadığı alanlardır. Elbette bugünden o döneme baktığımızda, örgütlenmeler içinde yer alan insanların teorik düzeylerinin hemen hemen sıfır olduğu görülüyor. Bizlerin sol bilinç dağarcığı bir kaç yarım yamalak okunmuş sol kitap ile birkaç örgütsel broşürden ibaretti. O yaşta 20 li yaşlarda insanlardan da daha büyük bir şey beklenemez.  Bizi ölümü göze alan bir mücadelenin içine iten esas olarak ideallerimiz idi. Zulme uğramış bir toplumun vicdanı idik biz.  Devrimcilikte aslında tam da budur. Haksızlığa, zulme uğrayanların vicdanı olmaktır.  Olaylara böyle hesapsız kitapsız yaklaşılmalıdır. Politik bilinç düzeyimiz yükseldikçe, birbirimize karşı  politika yapar olduk. Oysa politika karşıt sınıfa karşı yapılır bilirdik. Siyaseti kirlettik ve kendi konumumuzu sağlama almanın bir aracı haline getirdik. Benim itirazım bunadır. Birilerini suçlarken önce o kişinin geçmiş mücadele pratiğine de bakmak gerektiğine inanırım. Bugün nerede olursak olalım, eğer hala halklarımızın insan olmaktan dolayı doğan haklarını savunuyorsak benim için yapılan her hata afedilirdir. Yok eğer siyaseti kendi aile çevremizin refahı için bir araç olarak kullanıyorsak, söylemimiz ne olursa olsun  bizden ayrı bir varlık oluruz artık. Aslolan budur.

Buradan bir parentez açarak, bir iki konuda görüş belirteceğim. Üç yıldır bir tartışma sürüyor. Bu tartışmada Mihraç’ın iki argümanı var, birisi Engin’in ifadesi, Diğeri İbrahim’in kendi isteği ile açıkladığı bir polis ilişkisi. Dönüp dolasıp aynı noktaya geliyor. « siz ajansınız, baştan sızdınız, özel harp dairesi üyesisiniz, Engin İlker’in katili ve benzeri  kanıttan yoksun, niyet okuma safsataları. Evet diyelim ki, İbrahim ajan, bugüne kadar bu örgütte kime ne zarar vermiş, kimi öldürmüş, kimi polise yakalatmış, kendisi şimdi hangi sefahat aleminde yaşıyor, ailesi, çocukları hangi lüks koşullarda yaşıyor ? bu sorulara cevap verilerek  ve ispat edilerek iddia sahibi olunur.  İker’in ölümünden sonra  Ablasının Engin’den ayrıldığını, onu ihbarcılıkla suçladığını söylüyorsun, kanıtın yok. Ben biliyorum Engin, Ankara’dan İstanbul’a eşi ile taşındı, ev tutku, bu şehirde çocuğu oldu ve 77’de yakalanıncaya kadar hala evli idi, daha sonrasında Engin Cezaevindeydi, sonra hapisten kaçtı ve kısa süre sonra yurt dışına cıktı. Durum bundan ibarettir, kimin ne için evlenip ne için boşandığı bir başkalarının sorunu değildir  Engin 61 yaşında yaşamını yıllardır bir taksi şoförü olarak sürdürüyor, hergün en az bir yazı yazıyor, çeşitli devrimci platformlarda bulunuyor, kendi gücü oranında politik bir mücadele sürdürüyor. 30 yıldır ayak basmadığı Türkiye adına ajanlık yapmanın bedeli bu kadar ağır mı acaba ?

Gelelim esas soruya, bu tartışmalarda bir taraf senin kendi yazılarına dayanarak, senin bir yoldaş katili olduğunu ispat ediyor, sen bunu iddia eden tarafa ajan diye saldırıyorsun, fransızlar bune quel alaka diyorlar, senin cevap vermen gereken yoldaş katilliği ile ilgili söylemlerdir. Hemen her yoldaşın hakkında ilerde kullanmak üzere elinin altında hazır tuttuğun dosyalardır. Bir zamanlar hakkında ajanlık dosyası hazırladığın Ali Sönmez sessiz kaldığı sürece senin yoldaşın oluyor.  Sen Yusufu öldürttükten sonra bir bildiri yayınlayarak bu olayı kınayan ve bu olaydan sonra senin örgütünle ilişkisini kestiğini kamuoyuna açıklayan Salih yeniden senin MK üyen oluveriyor, bu ne yaman çelişkidir ? Ali Kasım. Saihin kim olduğunu sadece  bize değil Pariste yaşayan diğer sol örgütlere, eski Acilçi hataylı yoldaşlara sorsun herkes, fazla lafa gerek yok, sen hayatın boyunça hep yanlış ata oynadın ve bunun icin duvara tosluyorsun. Bu örgüt içerisinde şaibeli olan tüm öldürme olaylarına, Nebil, Ali Çakmaklı, Yusuf, Sami başta olmak üzere tüm bu olaylara inandırıcı cevap verirsen, anlamlı bir iş yapmış olursun, yoksa dönüp, dönüp, İbrahim ve Engin’e hep aynı, tek argümanlara sığınarak saldırırsan kimse sana inanmaz. Sen önce bizim sorduğumuz sorulara, komisyon önerisine cevap ver, gel bu arkadaşların ajanlığına inanıyorsan herkesin önünde iddialarını ispat et ben kendi adıma en büyük öz eleştiriyi vermeye hazırım. Bak korkusu olmayanlar, yaptıkları her işi, doğru  veya yanlış devrimin çıkarları için yaptıklarına inananlar devrimcilerin önünde haklarındaki her iddiaya cevap vermeye hazır olduklarını belirtiyorlar, sen de var mısın ?  işte asıl mesele bu Ali Kasım.

26 Ocak 1977 gününe geldiğimizde önce Yüksel, ardından Ömür yoldaşları şehit vermiştik. Rıza yoldaş Hapisteydi. Kurucu yoldaşlardan sadece Engin İstanbuldaydı. Örgütümüz tüm bu olumsuz koşullara rağmen adını tüm Türkiye’de duyuracak olan onlarca bombalama eylemini gerçekleştirerek silahlı mücadeleyi başlattığını ilan etmişti.  Örgütün elinde her bölgeye yetecek sayıda kadro yoktu, ama bütün bunlara karşın inançlı onlarca insan çalışmalara omuz vermek için artık okul yurtlarından çıkmış ve mahallelere yerleşerek, bizzat halkın içinde örgütlenme faaliyetlerine başlamıştı. 1977 başlarında ben de, sonradan hayat arkadaşım olacak olan Şeker kız ile birlikte bir işçi yurdu olarak bilinen GEBZE’ye yerleştim.  Bu bölgedeki çalışmalara başlarken bize bölge ilişkilerini devr eden  Devrimci Sağlık İş başkanlığı yapmış merhum yoldaşım Yakup Göktaşı  anmadan geçemem. Bu arkadaş bu bölgede Karslı işçi ilişkilerini devr etti. Bu bölgedeki çalışmalarımız daha sonra İzmit’i de içine alarak İstanbul yönünde Maltepeye kadar uzanacaktı.

Yakup yoldaş mütevazi yaşamı, kararlı devrimci duruşu ile Karslı hemşehrileri arasında haklı bir itibar kazanmış yoldaşlardan biriydi. O dönemin sendika ağalarının tersine devrimci sendika önderliğinin prototiplerinden biriydi. Evinde de defalarca kaldığım Yakup yoldaş yoksulluğun sınırlarında eşi ve çocukları ile yaşam sürdürürken, üstüne üstlükte biz yoldaşlarına sık sık ev sahipliği yapıyordu. Asla unutmayacağım, mücadelemizin kahramanlarından biri de Yakup yoldaştır. Anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Evet artık örgütün militanlarının kaldığı evlerde kalıyor, ortak komün yaşamı sürdürüyorduk. Herkes ilişkili olduğu insanlara karşı sorumlu idi, kim kimdir merakı yoktu, aynı evlerde birbirlerini hiç görmeden aylarca kalındığının canlı tanıklarındanım. Gizliliğe azami dikkat ediliyordu. İstanbulda gelişen her önemli eylemde Acilci militanların emeği vardır. Onlar adeta isimsiz kahramanlar gibi her eylemin içinde oldular. Kerim Yaman’ın katlinden sonra işgal edilen İstanbul Üniversitesinin işgalinin başlatıcalırının en önündeydiler.  Kıbrıslı bir öğrencinin ölümünden sonra işgal edilen İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi ) eyleminin örgütleyicileri arasındaydılar. İşgalden sonra yapılan yürüyüşün silahlı korunmasında en önde oldular. Ikinci gün Sultanahmet Morgundan cenazenin alınması için gittiklerinde polis tarafından silahları ile birlikte yakalanan 6 kişiden ikisi Boğaziçili acilcilerdi. Aynı olayda ben ve bir arkadaşımız daha (Rıza ile sonradan Ankarada yakalanan İ.G. arkadaş) polisin elinde son anda arkadaşın uyanıklığı sayesinde kurtulduk.

Silahlı yakalanan arkadaşlar Bayrampaşa Cezaevine konulmuştu. Bir ay sonra yapılan yargılamada ilk defa bir savcı bu gençlerin kendilerini savunmak amacıyla silahlandıklarını dile getirdi. 6 devrimci 10’ar ay çeza aldılar ve cezaları tecil edilerek serbest kaldılar. Artık faşistler her yerde devrimci avına çıkmışlardı. Bir defasında 1976 ortalarında kalmakta olduğumuz Ortaköy Eğitim Enstütüsü Yurduna bitişik olan Eğitim Enstütüsü dışardan gelen ülkücüler tarafından işgal edilmişti. Bizleri yurttan tanıyan okulun solcu öğrencileri bizim okula haber göndermişlerdi. Biz hemen başta biz ve doktorcu arkadaşlar olmak üzere toplam 25 kişi olay yerine gittik. Eğitim enstütüsü etrafı faşist militanlarca sarılmıştı. Öğrenciler okulun kantinine toplanmıştı. Bizde sadece 25 tane keser sapı vardı. Her yer sivil polis kaynıyordu. Haber gönderdiğimiz Dev-Gençli arkadaşlardan hala yardım gelmemişti. Aramızda toplanarak birşeyler yapma kararı aldık. Her arkadaş yakasına başlıklı üç toplu iğne iliştirecek ve okul çevresinde  yuvalanan faşistlerin arkadan sarılması sağlanacaktı. Ben ve Adnan arkadaş ise silahlı imişiz rolü yaparak doğrudan okul kantinine girip çıkacaktık. 25 arkadaş okulun etrafını bir çember gibi sararak sipere yattılar, biz iki arkadaş okulun içine doğru yürüdüğümüzde okulun yakınında mevzi almış faşistler ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Biz bilerek onların gerilerine bakıyorduk biz baktıkça faşistler de oraya doğru baktılar tabii hemen arkadaşlar kafalarını göstererek onların etrafının sarıldığını gösterdiler. Biz arkadaşla kantine gayet emin bir şekilde girip, rehin gibi tutulan arkadaşlara selam vererek, moral verip geri çıktık, yürüyerek okulda çıkmamızla birlikte faşistlerin etrafını çeviren arkadaşlar hemen ayağa kalkarak saldırıya hazır rolüne devam ettiler. Birkaç dakika bocalayan faşistler geldikleri gibi okulu terk ettiler. Böylelikle hiçbir çatışma olmadan işgal kırılmış oldu. Burada anlatmak istediğim, ayrı ideolojik bakış sahibi de olsalar dönemin devrimcilerinin faşizme karşı nasıl omuz omuza verebildiklerini anlatabilmektir. Hep olumsuzluk değil, olumlulukların da yaşandığını gösterebilmektir. Bu eylem de TKP’lisinden Aydınlıkçısına kadar herkes yer almıştı.

Yine bir başka eylemi anlatayım. Birgün 76 yılı olacak okulumuza Deniz Baykal bir konferans vermek için CHP’li gençlerce davet edilmişti. Aydınlıkçılar Konferansın olacağı kapıda dergi satıyordu. Biz diğer örgütlerin taraftarları da bu konferansa katılmak için kapıya doğru geliyorduk.  CHP’li gençler Aydınlık gazetelerini yırtarak devrimcilerin bu toplantıya katılamayacaklarını belirttiler. Biz tüm diğer devrimci arkadaşlar Aydınlık gazetesinin yırtılmasını protesto ederek salona girmeye çalıştık, derken kavga çıktı, uzun süren kavga önlenemeyince bizzat Deniz Baykal’ın girişimiyle bizler salona girerek en önde bize yer verildi. Yine iyi bir devrimci dayanışma örneği sergilenmişti.

Bu tür olumlu örnekler sonradan devrimci örgütlerin arasına karanlık ellerce kan sokulması ile birlikte kan davalarının başlamasına yol açacaktı. Artık devrimciler kendilerini sadece faşistlerden değil, diğer devrimci örgütlerden de korumak için tedbir almaya başlamışlardı. Artık devrimci idealist gençlik yerini,  devrim için araç olan örgütleri amaç edinen, geniş kitleleri görerek ne oldum delisi olan sahte önderliklere tapan düşünmeyen, sadece söyleneni yapan iradesiz bireyler haline geliyordu. Biz ne mutlu ki böylesine önderlik sevdalılarının hiç olmazsa o dönem olmadığı, en altından en üstüne birbirine yoldaşça bağlılığın egemen olduğu bir yapının üyeleriydik. Bugün bu harekette yer almış arkadaşların politik gelişmişlik düzeyleri bu özgür ortamdan dolayıdır.

(Gelecek bölümde, 77 Ağustos darbesi ve yol açtığı sonuçları değerendireceğim)