Şuanda 369 konuk çevrimiçi
BugünBugün1816
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9540
Bu ayBu ay9540
ToplamToplam10477964
hapishane günlüğü (30): yeniden örgütsel yaşam PDF Yazdır e-Posta


12 Eylül 2010 tarihinde, bu sitede, daha önce yazdıgım ‘’12 Eylül mahkemeleri, ya da ben bu cezaevini yakarım’’ adıyla yayınlanan yazıda, Sağmalcılar özel tip cezaevinden sonra gönderildiğim Gerede, Bolu ve Adapazarı cezaevlerini ve 21 mart 1986 tarihinde tahliye oluşumun hikayesini yazmıştım. Bu nedenle, aynı konuya tekrar dönmeyeceğim. İsteyen olursa, adı geçen yazıda okuyabilirler.

Toplam  9 sene süren hapishane yaşantım, 21Mart 1986 tarihinde, tesadüf o ki, doğum gününde bitmiş ve tahliye olmuştum.

Adapazarı cezaevinden tahliye oldugum günün akşam saatlerinde, doğruca, İatanbul-Ankara yolu üzerindeki dört yol kavşağına gelerek. Ankara istikametine giden ilk otobüse bindim. Rüyada gibiydim. Uzaklara baktıkca gözlerim kararıyordu ve dışarda olduguma inanamıyordum. Otobüs, bir sure sonra yemek molası verdi. Otobüsten indim ve dogruca lokantanın arka tarafına dolaşarak gözden kayboldum. Otobüsün kalkmasını bekliyordum. Takip edilebilirim korkusu içersindeydim ve bu nedenle başka bir otobüsle yoluma devam etmek istiyordum. Antakya’da ögretmenlik yapmakta olan eşimin yanına gitmek için Ankara’ya varıncaya kadar iki otobüs değiştirdim. Ankara’da bir gece kaldıktan sonra Antakya’ya ya geldin ve Altınözü ilçesi Tokaçlı köyünde ögretmenlik yapan  eşimi de yanıma alarak memlekete, köyüme gitim.

Bu yazı dizisinin bundan sonraki bölümü ‘’Hapistane günlüğü’’ değil de, yeniden örgütsel yaşam adı altında devam etmeli  ise de, şimdilik bu haliyle sürdürmenin de bir sakıncası olduğunu sanmıyorum.

Buraya kadar 29 bölüm olarak yayınlanan hapishane günlüğü, aşağı yukarı 300 sayfadan daha fazla oldu.

Burada bir parantez açmak ve buraya kadar yazdığım olaylar ve yaşadıklarımın tanıkları olan eski yoldaşlarıma bir çağrıda bulunmak istiyorum.

19 Ağustos 1977 tarihinde İstanbul’da yakalandım. Aralık 1979 tarihinde tahliye oldum. Bir yıl sonra, Aralık 1980 tarihinde tekrar yakalandım ve 21 Mart 1986 tarihinde Adapazarı cezaevinde bir kez daha  tahliye oldum.

Her iki yakalanma olayında da, yalnız değildim. Yanımda, onlarca yoldaşım vardı. Siyasi şube sorgularımda ve  hapishanelerde de yalnız değildim. Onlarca yoldaşla birlikteydim. . Gizli saklı hiçbir şeyim yok. Yaşadığım dönemin tanıkları yazdıgım her şeyi okuyorlar. Bu yoldaşların hepsine sesleniyorum. Anlattıklarım içersinde abartılmış, gerçek olmayan, yada yaşanmamışları yaşanmış gibi yazdıgıma ilişkin iddiası olan varsa çıkıp açık açık beni yalanlamalıdır. Anlattığım konular içersinde en küçük bir abartma varsa söylemelidirler.

1974 yılında, Istanbul Atatürk ögrenci sitesi’nde çıkan olaylardan sonra yakalanarak 45 gün tutuklu kaldığım olayı saymıyorum.

Diğer her iki yakalanma sırasında ( birincisi, Akbank Harbiye şubesi kamulaştırma eylemi, ikincisi, Acilciler İstanbul sorumlusu olarak yakalanma) en küçük bir örgüt sırrını açık ettiğime dair tanıklıgı, bilgisi yada konuya ilişkin duyumu olan  bir tek kişi varsa çıkıp konuşmalıdır.

Böyle iddiası olan bir kişi ortaya çıkarsa ve benim tarafımdan deşifre edilmiş bir kişi gösterebilirse, yada benim tarafımdan deşifre edilmiş bir eylemin varlıgından bahsedebilirse eger, ben, bugune kadar yazdıgım herşeyi yok sayacagım. Bununla da kalmayacak, Mihrac Ural adlı soysuzun hakkımda söylediği herşeyi de kabul edeceğim.

Var mı? söylediğim şeylerin tersini iddia edebilecek kimse var mı? Israrla söylüyorum, masa başında oturarak ona buna çamur atmak değil. İddiası olanların ortaya çıkıp sonuçlarına katlanabilecegi bir yüzleşme için meydan okuyorum. Varım diyebilen bir kişi varsa ortaya çıkmalıdır.

Mihrac Ural’a boşuna çağrı yapmadık, Konisyon kuralım derken, laf olsun diye söylemedik. Kendi ihanetini gizlemek için sağa sola çamur atmaya kalkan bir aklaksız adama,’’buyur gel ve kimin bu örgüte ihanet ettiğini’’ ispatlayalım diye boşuna meydan okumadık. Cevap vermedi, sesi soluğu çıkmadı, her seferinde çağrılarımızı unutturmaya kalktı ve yalan üstüne yalanlar uydurdu. Bunlar, bilinen ajan taktikleriydi.

Çetleşmelerinde, zaten kendisi de yazmıyor muydu? ‘’Ne derlerse desinler inkar edeceksin, İNKAR, İNKAR İNKAR’’ demiyor muydu? ‘’İnkar edecek ve sen daha fazlasını iddia edeceksin. ilke, inkar etmek olacak’’ demiyor muydu?

Bundan sonra önemi kalmamıştır. İstediği kadar inkar etmeye devam etsin. Biz, onun ikna olması için yazmadık ki, biz, Türkiye soluna bir  kez daha sızmaya çalışan bu sahtekarı çırılçıplak edip  yapayalnız ve sersefil ortada bırakmak için yazdık ve bunda da, tahminlerimizin de ötesinde  olduk.

Biliyorum.  Bu sürec içersinde bazı arkadaşlarımızı kızdırdık, hatta üzdük bile. İkili sohbetlerde konuşulanları yazdıgımız için kızdırdık üzdük. Bunu yapmak istemesek bile yer yer yapmak zorunda kaldık. Karşımızda, yoldaşlarımızı öldürmüş, onlara işkence ederek katletmiş bir katil vardı. Bu katil, devrimci maskesi ile yıllardır içimizde barındı. Yoldaşlarımızı kullandı, onları yabancı bir servisin (Muhabarat’ın) oyuncağı etti. Örgütümüzü tazfiye ederken bu örgüte emek vermiş yüzlerce insanın yarattığı değerleri çaldı. Milyon dolardan bahsediyor. Monte Karlo gibi eglence merkezleri kurmaktan sözediyor. Mütahitlik yapıyor. Turizm işletmeciliği yapıyor. Sürgün edebiyatı adı altında hala insanları dolandırmaya devam ediyor. Öldürdüğü yoldaşlar adına ‘’anıt mezarlar’’ yaptırmaktan söz ediyor ve herkesin gözünün içine baka baka ihanet etmeye devam ediyor. Böyle bir ahlaksızın deşifre edilmesi sadece bizim işimiz olmamalı. Bu örgütlenmeye emek vermiş herkesin işi olmalı. Yüreğinde, az çok geçmişte müzadele ettiği değerlere saygısı olan her yoldaşın bu çabamıza destek olması, bildiklerini anlatması gerekirken, kulaktan kulağa konuşacak şekilde konuşmalarına rağmen devrimci kamuoyunda gizlemeye çalışması kesinlikle doğru değildir. Biz, örgütümüz içersinde ortaya çıkan ihanetin tüm yönleriyle aydınlatılması ve bir daha aynı hatalara düşülmemesi konusunda, gelecek kuşakların aydınlatılması için çaba sarfediyoruz. Bu arada, kullanılan uslup ve sarfedilen bazı sözlerin de anlayışla karşılanması gerekirken, öze değil de biçime ilişkin yapılan değerlendirmelerin, kimse kusura bakmasın ama samimi olduğuna da inanmıyoruz. Namusluya namuslu demek ne kadar gerekli ise, namussuzlara da namussuz demek o kadar zorunludur. 30-35 senedir, Samandağ ziraat bankası kamulaştırma eyleminde el konulan paraların örgüte aktarılmadığını söyleyenlerin, bu parayı ta o zaman alıp örgütten gizlediklerini açığa çıkartmakla kötü bir iş mi yapmış olduk? Soruyorum, gerçekten kötü bir iş mi yaptık? Bunu söyleyebilecek bir kişi çıkabilir mi? Çıkamaz. O halde, bu parayı aldıkları halde almadık, dağlarda ot yiyerek yaşadık diyen kişilere ne ad verecegiz? Bu soysuzların HIRSIZ olduklarını söylemeyecek miyiz?

Mihrac Ural artık bu örgütün tüm eski yoldaşları tarafından biliniyor.O artık, derimci katili olarak tanınıyor. O artık bir örgüt hırsızı olarak, hırsızlık damgasını alnının ortasında taşıyor. Kıçı açıktadır. Milyon dolarlarıyla ticaret yapmaya ve hala insanları dolandırmaya devam ettiğini biliyoruz. Önemi kalmamıştır. Parası var evet, ama haysiyet ve şerefi ayaklar altındadır.Tarihimizi kirleten bu soysuz satılık adamın iki yakası elimizdedir. Bu böyle bilinmelidir.

Bir kez daha tekrarlıyor ve ısrarla çagrı yapıyorum.

Bugüne kadar yazdıklarım her satırın, eski yoldaşlarım tarafından okunduğunu biliyorum. Yazdığım her kelimenin tanıkları vardır. Çağrımı tekrarlıyorum.. İbrahim Yalçın’ın yazdığı her konunun tanıkları eksik gördükleri , çarpılılarak anlatıldığını iddia edebilecekleri bir konu oldugunu iddia edebiliyorlarsa yazsınlar, noktasına virgülüne dokunmadan buradan yayınlamaya hazırız.

Mehmetcik Mehmet Yavuz gibi ne idüğü belli olmayan oğlanlarla işim yok. Mihrac Ural adlı hırsızı da artık muhatap olarak görmüyorum. Bunlar ip cambazlarıdır. Bunlarla ve bu gibileriyle konuşacak birşey kalmamıştır. Bunlarla konuşcak değil görülecek hesaplarımız vardır.

Parantezi kapatıyorum ve yeniden konumuza dönüyorum.

SARI VEDAT KÖYE GELEREK MİHRAC URAL’DAN HABER GETİRİYOR.

Köye geldikten kısa bir süre sonra, tahliye olduğumu haber veren bir mektupla durumu Suriye’ye bildirmiştim. Bir sure sonra, ilk defa gördüğüm bir yoldaş köye kadar gelerek, Suriye’den geldiğini ,Mihrac Ural’ın selamını getirdiğini ve yanına gelmemi istediğini bildirdi. Oturup bir süre konuştuk. Suriye’deki durumları anlattı. Her şeyin iyi oldugunu, yoldaşların, Suriye’de çok zorluklarla karşılaşmlarını, uzun sure dağlarda ot yiyerek(!) yaşamalarına rağmen çok ciddi bir örgüt alt yapısı oluşturduklarını, yüzlerce yoldaşın askeri ve siyasi eğitimden geçirilerek hazırlandığını vb anlattı. Demek ki, herşey yolundaydı. İçerde duydugumuz haberler doğruydu(!) ve yoldaşlarımız boş durmamışlar, çok ciddi hazırlık yapmışlardı. O halde yapılacak tek şey kalıyordu, kaldığımız yerden devam etmek ve mücadeleyi hızlandırmak..

Öyle ya, uzun süre hapishane yaşamış ve bu günleri beklemiştik. Bir an önce mücadeleye kaldığımız yerden devam etmek gerekiyordu. Sarı Vedat olarak tanıdığım yoldaşa, ‘’ istanbul’a gidecegimi, tahliye olan yoldaşları ve diğerlerini görerek ne yaptıklarını ögrendikten sonra kısa zamanda Suriye’ye gelecegimi’’ bildirdim. Yeniden görüşmek suretiyle randevulaşarak ayrıldık.

Bir an once İstanbul’a gitmeli, bölgedeki yoldaşları gördükten sonra birkaç kişiyle beraber Orta-Dogu’ya geçerek gelişmeleri yerinde görmek ve hangi alanda nasıl bir çalışma yapılacagını konuşarak buna göre hareket etmek istiyordum.

İSTANBUL’DA YOLDAŞLARLA KARŞILAŞIYORUM.

İstanbul’da ilk iş olarak, birlikte yakalanarak beraber hapis yattıgımız ve benden bir kaç sene önce tahliye olan yoldaşları görmeye başladım. Görüştüğüm yoldaşlar, yıllardır örgütsel ilişki beklediklerini, kimseyle ilişki kuramadıklarından yakınıyorlardı. Hapisten çıkanlar bir yana, hiç yakalanmamış olan yoldaşlar da Aralık 1980 tarihinden (bizim yakalanmamızdan itibaren) bu yana, örgütle ilişki kuramadıklarından yakınıyorlardı. O günden beri, birilerinin gelerek kendileriyle ilişki kurmasını beklemişlerdi. Beni gördükleri zaman sevindiler. Teker teker hepsiyle görüştüm. İlişki sorunun kalmadığını, bundan böyle yeni bir hamleyle kaldıgımız yerden devam etmek isteyen yoldaşlarla bu mücadeleye devam etmek istediğimizi anlattım.

‘’Ben devam etmek istemiyorum’’ diyen yoktu. Tüm yoldaşlar kaldıkları yerden mücadele etmek istediklerini söylüyorlardı.

Suriye ile yaptığım telefon görüşmesinde, İstanbul örgütlenmesinin son durumunu Mihrac Ural ile konuştum. İzmir’e gitmemi ve Mürüvvet ile görüşmem istendi, Mümkünse Mürüvvet’le birlikte Suriye’ye gelmem isteniyordu.

İstanbul’dan sonra İzmir’e geçtim. İzmir’de M. Çiler’le görüştüm ve bir gece M.Çiler’in evinde misafir olarak kaldım. M. Çiler’e, Orta-Dogu’ya gitmemiz gerektiği konusunda yoldaşlardan haber geldiğini ve ne düşündüğünü sordum. Gitmek istemiyorum demedi ama, gitmek istediğini de söylemedi. Kararsız görülüyordu. Suriye’ye gitmemiz halinde, Kongre’de MK olarak herkesin karşısında oturacağımızı ve herkes tarafından tanınacağımızı, bu nedenle, bir kişinin yakalanması halinde derhal deşifre olacagımız için kısa süre sonra yeniden yakalanacağımızı anlatıyordu. Bir ara, ‘’senin de gitmen doğru değil, içerde yeni çıktın, bir süre düşünsen, dinlensen iyi olur’’dedi. Orta-Doğu’daki durumun iç açıcı olmadıgını anlatmak istiyordu ve sürekli olarak kısa zamanda yakalanırız deyip duruyordu. M. Çiler ile yaptığım görüşmeyi Suriye’ye rapor ettim ve ‘’yoldaş’ın gelme eğilimi içersinde olmadığını tahmin ediyorum’’ dedim. Cevap olarak bana söylenen, ‘’önemli değil sen gel yeterlidir’’ oldu.

İstanbul’da bir süre daha kaldım. Suriye’ye gönderilmesi gereken yoldaşları tespit ederek gönderecek ve ardından da ben gidecektim.

(31.bölüm. Suriye’ye gidişim ve Suriye’deki olaylarla devam edecek)