Şuanda 285 konuk çevrimiçi
BugünBugün1755
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9479
Bu ayBu ay9479
ToplamToplam10477903
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi (7) PDF Yazdır e-Posta


1977 başlarında başlayan silahlı eylemler yılın ortalarına kadar örgütlü olduğumuz her  alanda devam etti.  İstanbul’da da örgütün hem merkezi eylem kadrosu, hem de yerel kadroları tarafından çeşitli boyutlarda eylemleri devam ediyordu.  77 Haziranında iki yıldır gidemediğim aile evimize Gaziantep’e  gittim ve üç hafta sonra Üniversitede ikmal imtihanlarına katılmak bahanesiyle yeniden İstanbul’a döndüm. Bu arada okul kaydımı kaybetmemek için imtihanlara da girdim. 8 dersten 5 dersi geçerek, yeni yılda da okulda kalmayı garanti etmiştim.

İstanbul’da belli bir süre kalıp arkadaşlarımla görüştükten sonra çalışma alanım Gebze’ye dönmüştüm.  Arada gelip gidiyordum. 19 Ağustos 1977 operasyonundan birkaç gün  önçe görüştüğüm sorumlum Belma yoldaş ile 19 Ağustos günü İstanbul Haydarpaşa Garında saat 12’de buluşmak üzere randevulaşmıştık. Ben randevu yerine tam saatinde geldim. Ben geldikten 15 dakika sonra Garın içine resmi bir polis jipi geldi. Ancak ben bundan hiç kuşkulanmadım.

Belma yoldaşa olan güvenimden 15 dakika beklemeden sonra gitmem gerekirken gitmeyerek beklemeye devam ettim. Bir sonraki vapurun gelişine kadar bekleme kararı aldım. Anca bu arada dönüşte Maltepe’deki Kuzenime uğramak üzere biletimi de almıştım.  12.45’te Belma bana doğru yürüyüp geliyordu. Polis aracı benim 15 metre ötemde bekliyordu. Ben el kol işaretleriyle arkadaşa gelmemesini dışarı çıkmasını işaret etmeme karşın Belma hızla yanıma geldi ve kol kola girerek Gardan çıktık. Ben neden geciktin dediğimde Belma bana getirmesi gereken bazı askeri malzemeleri almak üzere kaldığı örgüt evine gittiğinde evin etrafında kuşkulu kişiler gördüğünü, bunların polis olduğunu anladığını anlatarak,eve girmekten vaz geçtiğini,  bana gelirken de Karaköy iskelesine kadar kendisinin de takip edildiğini, ancak şahsı iskelede atlatarak son anda vapura bindiğini söyledi.

 Benim kafamda hemen şimşekler çakmıştı. Benim gördüğüm polis aracının boşuna gelmediğini düşünmeme rağmen fikrimi yoldaşa açmadım. Istediğim askeri malzemelerin gelmemesine sevindim içten içe. Bu arada hem konuşuyor  hemde Kadıköy iskelesine yürüyorduk. Iskele yakınında bir banka oturarak konuşmaya başladık. Ben bölgemizdeki çalışmalar hakkında bilgi verdim. Belma’da İstanbul hakkında bazı gelişmeleri anlatarak,  yakında daha büyük gelişmeler olacağını, o gün yapılan banka soygunu ile ekonomik sorunların kısmen çözüldüğünü, örgütlenmemizin bir sıçrama yaşayacağını söyledikten sonra, içine doğmuş gibi veya gizli kuşkularını açık ederek, « İrfan biliyormusun kazara bugün örgüt bir operasyon yerse, belimizi zor doğrulturuz » dedi.

Bankta sohbete devam ederken karşıda iskele kahvesinde bazı gençler bize el kol işaretleriyle birşeyler anlatmaya çalışıyordu. Ikimizde ani bir reflekse arkamıza döndüğümüzde arkamızda 5-6 kisilik sivil bir grubun bize doğru hızla yaklaştığını gördük. Belma’nın ilk tepkisi « İrfan bunlar faşist ve bizi vuracaklar » oldu. Ben hızla ayağa kalkarak, üstümde hiçbir şey olmadığı halde gayri ihtiyari elimi belime attım. Sivil kişilerden biri uçarak üstüme atılırken, durun polis sesini duyduğumda rahatlamıştım adeta, en azından ölümden kurtulduğumu öğrenmiş oluyordum. Hemen bizi sivil bir minübüse bindirerek köprüden karşıya Karaköy yönüne doğru ilerlemeye başladılar. Benimle Belma’yı minübüsün en arkasına oturttular. Bu arada bazı polisler  « ne arıyordunuz orda, ne konuşuyordunuz ? »  gibi sorular soruyorlardı.

 Bir polis bana « sen nerelesin ? »  dedi. Ben Malatyalıyım dediğimde o da ben de Malatyalıyım, senin ne işin var bu anarşistlerle dedi. Belma hemen atılarak « biz okul arkadaşıyız , orada tesadüfün karşılaştık, Ben İzmit’te oturan ablama gidiyordum, trene zaman var diye biraz yürüdük, o arada siz geldiniz » dedi. Ben de Maltepe’de kuzenim var oraya gidiyordum  dedim ve hemen tren biletimi gösterdim. Sonraları çok düşündüm bana oldukça sert davranan bu hemşehri( !) polis acaba bana bir tüyo mu veriyordu ?

Araba oldukça sıcaktı, benim elimde bir alyans vardı, bulunduğum bölgede legalitemizi sağlamak üzere Şeker kızla evlilik oyunu oynamıştık. Bana bu yüzüğün hesabının sorulabileceğini, önceden  hapse düşen bir yoldaşımdan biliyordum. Polislere çamı açabilirmiyim diye sordum. Aç dediler, tam Karaköye geldiğimizde yüzüğü gizlice parmağımdan sıyırarak kaldırıma bıraktım, bir yükten daha kurtulmuştum. Bu arada Belma’da çantasında bulunan bir çok anahtarı çıkararak, koltukların arasına saklıyordu.  Bir saate yakın bir yolculuktan sonra Eminönündeki  ikinci şube binasına, bildik adıyla meşhur sansaryan hanına gelmiştik. Ikimizi en üst kata çıkardılar. Üzerimizdeki kemer, ayakkabı bağı ve benzeri maddeleri alıp kaydettikten sonra her birimizi ayrı hücrelere attılar.

Bu arada belirteyim, polislerin kendi aralarındaki konuşmalardan benim piyangodan çıktığım söyleniyordu. Yani  yapılan operasyonda hedeflenenler arasında bulunmuyordum. Ancak bir şey vardı. Ben ne kadar saf numarası yaparsam yapayım, sonradan kamuoyunda meşhur olacak olan Bombacı Leyla ile birlikte yakalanmıştım. Bu polis konuşmalarından operasyonun büyük olduğunu anlamaya başlamıştım. Nitekim  akşama doğru kalmakta olduğum kattaki hücreler dolmaya başlamıştı. Bitişiğimdeki hücrede Ali Sönmez vardı artık, ötede tanımadığım arkadaşlar, bir çok arkadaş ise bir alt katta tutuluyormuş. Operasyonun boyutunu anlamam 4 gün sonra buradan Gayrettepeye götürülmemiz sebebiyle tüm arkadaşların bir araya gelmesiyle anlaşıldı. Toplam 24 kişiydik, ancak bunlardan 5-6 kişinin örgütümüzle alakası yoktu. Takiplerde aranan arkadaşlar ile aynı ortamlarda bulunmalarından dolayı getirilmişlerdi.

Ikinci şubede bulunduğum günlerde Banka soygununa katılanların ve benimle Belma’nın dışında kaç kişinin alındığını bilmiyordum. Ancak ilk andan itibaren polisler aralarında konuşurken Engin Erkiner  isimli örgüt liderinin yakalandığını konuşuyorlardı. Ben bu ismi ilk defa duyuyordum. Benim tanıdığım liderimiz Ahmet hoca idi. Ben ikinçi şubeye getirilir getirilmez hücreye konulduktan 10 dakika sonra gözlerim bağlanarak sorgu odasına alındım. Bir iki beylik sorudan, « anlat bir her şeyi biliyoruz, bildiklerimizi anlatıp kabul edersen dokunmayız, yoksa buradan sağ çıkmazsın »  gibi sorulardan sonra, hemen falakaya yatırdılar. Bir tek soruda ısrar ediyorlardı. Engin’i tanıyor musun ?, Belma ile niye buluştun, nurede kalıyorsun ?

Benim cevaplarım hazırdı. Engin diye birini hiç tanımıyordum. Belma okul arkadaşımdı, ve garda tesadüfen karşılaşmıştık. İYÖD (İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği) üyesiydim. Hiç bir politik örgüt ile ilişkim yoktu. Üniversite Yurdunda  ekonomik olanaksızlıklardan dolayı kayıtsız olarak kaçak kalıyordum.  Acilciler diye bir örgüt adını sadece Hürriyet gazetesinden biliyordum.  Ahmet hocayı da soruyorlardı ama onuda tanımamakta ısrarlıydım. O gün bir kaç kez falakaya yatırılmıştım artık vuracakları ayaklar kalmamıştı. Bir gün beni istirahata almışlardı. Karışmıyorlardı. Yanıbaşımdaki Ali Sönmez ikide bir götürülüp saatler sonra getiriliyordu. Konuşmadığını anlıyordum, getiren polisler sürekli hakaret ediyordu ve fazla dayanamayacağını belirtiyorlardı. Yine kaldığım hücre işkence yapılan sorgu odasının bitişiği idi her halde, çünkü sesleri duyuyordum.

Üç gün sonra beni parmak izi odaşına götürdüklerinde Engin yoldaş ile karşılaştım. Polisler beni görünce  yoldaşa hakarete başladılar. Sen mi THKP-C liderisin, bir de kimya mühendisi imiş, şuna bak senden lider olur mu ? gibi aşağılama amaçlı sorular soruyorlardı. Bana da bu mu senin liderin, oğlum ne işin var Boğaziçi gibi bir okulda okuyorsun, bu halk sana sahip çıkar mı ? soruları soruyorlardı.  Ben susuyordum.

Yukarda beirttiğim gibi 4. Gün gayrettepeye götürüldük, artık burada kim  gözaltında biliyorduk. Büyük bir takip yapıldığını (Engin üzerinden) anlıyordum. Son 2-3 hafta izleme yapıldığını bu ezlemeye takılanların gözaltına alındığını görüyordum. Örneğin Engin’in kaldığı eve çok yakın evlerde kalan bizim okuldan hiç bir arkadaş alınmamıştı. Gençlik içinde  legal çalışan arkadaşlar Hami, Mete, kara kız kardeşler v.b.  hiç bir arkadaş alınmamıştı. Bu takipin çok yeni olduğunu gösteriyordu. Hatay’dan gelen silah ve dinamitler dönemi ile örtüşüyordu. Ben o dönemde bu silahların geldiğini biliyordum ve yakalandığım gün bunlardan bir kısmı da  bana gelecekti. Ancak Belma eve kuşku sonucu girmeyerek, bu gelişi engellemişti. Ancak izlendiğini anlamasına karşın polisi atlattığını düşünerek benimle görüşmeye gelerek benim yakalanma ma sebep olmuştu.

Gayrettepe’de artık aynı yerde hüçrelerdeydik. Ikinci şubede bize uygulanan  amaçsız falaka uygulaması bizi epey yıprattığından, ifademizin alndığı Gayrettepe de işkencecilerin işlerini zorlaştırmıştı. Artık falakayı bir kaç dakikadan sonra sürdüremiyorlardı. Bunun yerine tehdide,  psikolojik işkenceye yöneliyorlardı. Işte  «  liderleriniz öttü, her şeyi anlattılar, örgüt üyesi olduğunuzu, katıldığınız eylemleri anlatın kurtulun » türü telkinlerde bulunuyorlardı. Benden bir şey anlamadıktan sonra elime 15-20 boş beyaz kağıtla bir tükenmez kalem tutuşturarak, « git hücrende düşün ve ifadeni yaz , itiraf et ez cezayla kurtul, sadece örgüt üyesi olduğunu kabul et başka soru sormayacağız »  dediler. Ben bu kağıtlarla hücreme getirildim.  Ben geldikten sonra  Belma yukarı işkenceye götürüldü.  5-6 saat sonra geldiğinde ayakta zor duruyordu. Ordaki polise söyleyerek tuvalet odaşına su döküp üstünde yürümeye başladı. Ben görüşüp konuşmak amacıyla tuvalete gitmek istediğimi  belirttim. Tuvalete giderek Belma ile görüşerek bana boş kağıtlar verildiğini, ne yapmam gerektiğini söyledim. Kendisi benim ile minübüste konuşulduğu gibi ifade vermemi, örgüt üyeliğini asla kabul etmememi, genel olarak devrimci olduğumuzu söylememi ve başkaca ifade vermemem gerektiğini  söyledi. Kendisi ise polise hiç ifade vermeyeceği kararı aldığını söyledi. Ben bu moral ile elime verilen boş kağıtlara  bir sayfa özgeçmişimi, nereli olduğumu, nerede okuduğumu, vs benzeri  bir ifade hazırladım.

Birgün sonra yukarı çıktığımızda hemen ifadeni ver dediler , ben bir sayfa el yazısını uzatınca hayal kırıklığına uğradılar. Hemen saldırıya geçtiler. Sonra odada yalnız bırakarak gittiler, «  iyi düşün seni öbür tarafa işkence odasına götürmek istemiyoruz »  diyorlardı. Sonra gelerek gözlerim bağlı beni başka bir odaya aldılar. Arkama geçip gözlerimi açtılar. Karşımda gözleri bağlı Engin Yoldaş oturuyordu.  Ben hep Engin diye birini tanımadığımı söylüyordum.  Benim susmamı söyleyerek  « Anlat Engin sen İrfanı tanıyor musun » diye sordular.  Engin yoldaş beni Boğaziçinde katıldığı bir tartışma toplantısında tanıdığını, ardından benim kendilerine sempati duyduğumu, ancak kendilerinin benim fazla işe yarayan biri olmadığım için ilişkileri kestiklerini anlattı.

Beni hemen yeniden sorgu odasına getirdiler. Artık rahattım. Beni zorlayarak örgüt üyeliğini kabul ettiremeyeceklerdi. Ben bu yüzleşme üzerine Ahmet isimli bir kişiyi tanıdığımı, ancak hangi örgütten olduğunu bilmediğimi söyleyerek, bana gösterilen şahsın bu kişi olabileceğini kabul ettim. Ancak Acilci olduğumu inkar etmeye devam ettim. Sonunda benim anlatımlarım ve yazdığım ifademi daktilo ederek, bana okutup imzalattılar. Artık son gece hücremde rahat uyuyabilecektim. Mahkemeye çıkarıldığımızda serbest bırakılacağım inancıyla, mücadele azmiyle 7 gün sonra ilk defa rahat bir uyku uyudum.

 

(Gelecek bölümde mahkemeye çıkarılış ve sonraki gelişmeleri anlatacağım)