Şuanda 343 konuk çevrimiçi
BugünBugün1797
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9521
Bu ayBu ay9521
ToplamToplam10477945
hapishane günlüğü 33: suriye'den dönüş ve yakalanmam PDF Yazdır e-Posta


Hapishane günlüğü yazı dizisinin 32. Bölümünü. ‘’Suriye’ye geldiğim zaman gördüğüm ve eleştirdiğim konuların yüzeysel olduklarını, asıl eleştirilmesi, reddedilerek tavır alınması gereken konuların, günlük işleyiş ve örgütlenme sorunu  vb olmadığı, sorunun çok daha derin olduğunu , zaman içersinde öğrenme fırsatım oldu’’ diye bitirmiştim.  

İki yazı arası, diğerlerine göre biraz uzadı. Özel sorunlarım vardı, yazamadım.  

Bu arada, http://thkp-c-acilciler.blogspot.com ve http://nebilrahuma-tarih.blogspot.com ‘a   üç tane belge koydum. Buna devam edeceğim.

Sekreter(!) soytarının yalan ve palavralarını kendi kaleminden okumanızı, arsızlığını kendi kaleminden öğrenmenize katkı sağlamış olacağım.

Bu belgeler  önemlidir. Ali Çakmaklı ve Bedri Yağan için o zaman söylediklerini inkar ediyordu. Ali Çakmaklı  hakkında, öldürülmesinden iki sene sonra bile ‘’MİT ajanıydı öldürüldü‘’ dediğini, Bedri YAĞAN’ı ‘’AHLAKSIZ’’olarak suçlayıp, ‘’Bu tür ahlaksızlardan kurtulmanız isabet olmuştur’’ diyerek karşı tarafı pohpohladığını kendi kaleminden aktardım. Sesi soluğu çıkmıyor.

Belgeler yayınlamaya devam edeceğim. Büyük balık operasyonu belgelerini de yayınlayacağım. Bu operasyonda ihanete uğrayan yoldaşların, yayınlayacağım belgeleri özellikle okumalarını isteyeceğim. Lübnan’da, Filistinlilerin kendi aralarında çıkan savaşta, yine Filistinli’ler tarafından öldürülen yoldaşlarımız için söylenen yalanları da belgeleriyle kendi kaleminden aktaracağım.

Hapishane Günlüğü yazı dizisine bıraktığım yerden devam ediyorum.

Hemen belirteyim. Okuyucudan bir istirhamım var. Bu bölümü okumadan önce,  bu sitede, 18 haziran 2009 tarihinde  371 numaralı,‘’ Devrimci katili Mihrac Ural’a cevap’’(3) adlı yazıyı bir kez daha ve dikkatle okuyunuz.

Mihrac Ural adlı soytarının, bana sordugu ‘’sırat köprüsü’’(!) sorularına cevap vermediğimi yazıyor ya. Once  o yazıyı okur, sonra döner de  bu yazıyı okursanız, sorunu daha iyi anlamış olacaksınız.

Biliyorum, Mihrac adlı oğlan çocugunun kaşıntıları kolay kolay dinmeyecektir.  Önemi yoktur, varsın dinmesin, en  azından, kısa sureli de olsa  sakinleşir diye düşünüyorum. Oyle ya, nede olsa bir kez daha, kaşınan yerlerini çakıl taşlarına sürtmüş olacagım. Onun kaşıntısı dinmez,  taş’a değil, kaya’ya sürtseniz de dinmez, dinmeyecektir.

Bana soru soruyor. 25 sene once yazdığım ve 1. Kongre delegelerine okumak, değerlendirmelerini istemek, uyarmak ve tedbirli olmamız için görüş ve önerilerini almak maksadıyla, bilgilerine sunmak üzere hazırladığım taslak yazıyı eline almış sallayıp duruyor.

Bir kez daha ve özellikle rica ediyorum. Adı geçen bu yazıyı okuduktan sonra bu yazıyı okuyunuz. Orada, o gün ne yazmışsam tamamı duruyor.

Suriye’den Türkiye’ye döndükten sonra ne yaptım?  Nasıl yakalandım? Yakalandıktan sonra nasıl davrandım ve kimleri nasıl uyardım?  Suriye ile  telefon ilişkisi kurarark günü birlik konuştum. Uyardım.  Hem benim, hemde Suriye’dekilerin nasıl davranmamız, gerektiğini anlattım. Suriye’ye dönüşümü tarih ve gün itibarıyla birlikte kararlaştırdık. Mihrac Ural’ın ‘’hemen gel’’ demesine rağmen, kabul etmedim. ‘buradaki ilişkileri uyarmadan, yoldaşların ve dolayısıyla da örgütümüzün güvenligini saglamadan, olup bitenleri yoldaşlara anlatarak tedbirli olmaları gerektiği konusunda bilgilendirmeden Suriye’ye dönmenin dogru olmayacagını’’  Söylediğim  herşeyi yapmaya çalıştım. Ulaşabildiğim herkesi uyardıktan sonra, Suriye ile birlikte kararlaştırdıgımız tarih ve yoldan ( Ali Hamam’ın kim oldugunu bilmemize ragmen, onunla birlikte) Suriye’ye döndüm.  

Türkiye’de kaldığım süre içersinde, tesadüfen Antakya PTT önünde karşılaştığım Ali Fuat Çiler’e ne söylediğim. Ali Fuat’ın hanımına, Ali Fuat ile beraber (Antakya PTT’sinde)  telefon ederek ne dediğimi bu kişiler çok iyi bilirler.

Ali Fuat’ı uyardım ve ‘’Mürüvvet’i de uyarması’’ nı  istedim.  Ali Fuat, hemen orada, yanımda İzmir’i aradı ve Mürüvvet’le konuştu. Kendisine söylediklerimi Mürüvvet’e aktardı. Konuşmaları devam ederken, Ali Fuat telefonu bana verdi, ‘’bana inanmaz, bir de sen söyle’’ dedi. Mürüvvet’le de konuştum. ‘’ çok dikkatli olmasını, bizden ikinci bir haber alıncaya kadar kesinlikle hiç kimseyle ilişki kurmamasını, evinde hiç bir şey bulundurmamasını, çok yakında örgütümüze yönelik büyük bir operasyon olacağını’’ anlattım.

Ta Suriye’de iken SARI VEDAT ile  kararlaştırdığımız İstanbul randevusunda,  (Vedat benden bir hafta once ülkeye girmişti)  belirlediğimiz gün ve saatte İstanbul’da buluştum.  Takip ediliyor olabilirim şüphesiyle, Vedat’la randevu yerinde karşı karşıya geldiğimiz an, Vedat’a işaret ederek yanyana gelmeden birbirimizi arka arkaya takip ederek bir süre öyle yürüdük ve yürürken herşeyi kendisine anlattım. Hemen Suriye’ye telefon et ve bu söylediklerimi yoldaşlara anlat ve tüm randevularını iptal ederek, derhal ülkeyi terket’’ dedim.  Kaçakcı ALİ HAMAM’ın (Ali BOZCA)  POLİS’le işbirliği yaptığını ilk kez Vedat yoldaşa İstanbul’da  anlattım ve yoldaşları uyarmasını istedim. Ülkeyi nasıl terketmesini de söyledim. Kesinlikle Ali Hamam kanalıyla dönmemesini, mümkünse Yunanistan üzerinden çıkış yapmasını özellikle belirttim.

Kendisinin polis tarafından bilindiğini ve  çok ciddi bir şekilde arandığını anlattım.

Sarı Vedat yoldaşla hemen orada ayrıldık. Daha sonra ulaşabildiğim diger ilişkilerle ilişki kurmaya çalıştım. S. Yağmurdereli’nin baba evinde örgütsel dökümanlar olduğunu biliyordum. Kendisine telefon ederek durumdan haberdar ettim ve evinde bulunan herşeyi yok etmesini istedim.

Buna rağmen endişeliydim. Vedat yoldaş’ın, tüm uyarılarıma karşın yakalanabileceği ve yakalandıktan sonra da benim kendisine anlattıklarımı polis’e aktarabileceği kuşkusu taşıyordum. Böyle bir durumda, polis’in, oynadıgımız bu oyundan haberi olacak ve once haberi yokmuş gibi davranacak ama arkasından hepimize yönelik büyük bir operasyona girişeceği endişesi taşıyordum.

Bu nedenle, Vedat’a anlattıklarımla yetinmeyerek, Suriye’de, Mihrac Ural ve birkaç kez’de Zafer ile telefonda konuşarak, özellikle Ali HAMAM konusunu anlattım. ‘’ALİ HAMAM’ın getirip götürdüğü tüm yoldaşları polis’e rapor ettiğini, bu kişinin, polisin elinde bir muhbir olarak kullanıldığını’’ söyledim.

Suriye’ye gelecegim günü ve nasıl gelecegimi kararlaştırdık. Kendilerine, özellikle belirttim. ‘’Polis’in tekne gelecek ve benim oraya tekne ile gidecegimi bildiğini’’ söyleyerek ‘’Eğer, bundan sonra kendilerine telefon etmek zorunda kalırda, nasıl gelecegim konusunda  kararlaştırdıgımız bu yöntemi değiştirir de başka bir öneri de bulunursam, kabul edin(!) telefonda  tartışmayın ve tamam deyin, ama kesinlikle dikkate almayın’’ dedim. ‘’ sakın ola ki tekne yollamayasınız’’ diye de özellikle üstüne basa basa uyardım.

ALİ HAMAM’ın polisle işbirliği yaptığını, getirip götürdüğü herkesi polis’e bildirdğini kuşkuya yer vermeyecek şekilde ögrenmiştim. Yıllardır yoldaşlarımızı götürüp getiren bu kişi, polisle çalışıyordu. Bunun ne anlama geldiğini anlatmaya gerek bile yok. Bunun anlamı, Polis’in tüm hareketlerimizi kontrol anlamına geldiği son derece açıktı.  Bugüne kadar, Türkiye’ye giden herkesin bir kaç hafta, yada bir kaç ay sonra nasıl olup da yakalandığı böylece netleşmiş oluyordu.

Söylediklerim çok önemli şeylerdi. Örgütümüzün varlığı ve onlarca militanın hayatı söz konusuydu.Özellikle de, kongre öncesi bir dönemde, ülkeye giriş çıkışların sıklaştıgı bir ortamda, Bu bilgilerin önemi büyüktü. Söylediğim herşeyin dikkate alındıgını ve derhal karşı tedbirlere başvuruldugunu(!) yada en kısa zamanda vurulacagını(!) sanıyordum.

Çok geçmeden, Daha Suriye’ye ayak basar basmaz  yanıldığımı anladım. Söylediğim hiçbir sözün dikkate alınmamış oldugunu, kesinlikle önemsenmeyerek herkesten gizlenmiş oldugunu, oraya geldikten sonra ögrendim. Şaşırmıştın. Benden önce oraya gönderdiğim Vedat yoldaş’ın anlatımları bile üstünkörü dinlenmiş ve Vedat’a, ‘’ merak edilecek bir şey yok, İbrahim yoldaş, senin yakalanma ihtimalinden korktugu için, sana aslı olmayan(!) bir  senaryoyu anlatarak seni korkutup(!) buraya yollamış, panik yapma ve kimseye de bu konuda söz etme’’ diye uyarılarak(!) Vedat’ı bile buna inandırmış(!) olduklarını ögrendim.

Suriye’ye geldiğim zaman, yukarda sözünü ettiğim ve bir kez daha okunmasını istediğim belğeyi, 1. kongre  delegelerini bilgilendirmek üzere oturup yazdım. ‘’Yoldaş ne geregi var’’ diye israr edilmesine karşın, ‘’bunların bilinmesi, değerlendirilmesi ve dersler çıkartılması’’ için yazılı olarak rapor edilmesi gerektiğine inandıgım için yazdım. Örgütlü yaşamın kuralı da zaten bunu gerektirir.

Ben, örgütlü bir militanın herşeyden once örgüt çıkarlarını korumak, yoldaşlarının güvenliklerini kendi güvenliğinden daha ilerde görmek, açık olmak, örgütüne karşı dürüst davranmakla yükümlü olunması bilinci ile yetiştim. Aile terbiyem ve içersinde büyüdügüm sosyal çevre ve örgütlü yaşamın uyulması mutlaka zorunlu olan kuralları oldugunu bilerek bu mücadeleye katıldım.

Üniversite bitirme sınavlarına girerken( okulu bitirmek için, son üç dersten sınavım kalmıştı) yakalandım. Yıllarca hapishane yattım. Bu örgüt içersinde en çok işkence gören olmasam da, görenlerden bir tanesi de  benim.

1973 sonlarında itibaren devrimci gençlik çevresinde olmak üzere, 1975 yılı sonlarından başlamak üzere, 1988 sonlarına kadar da, ACİLCİLER  örgütü içersinde, her türlü ögrenci eylemleri başta olmak üzere, bildiri dagıtmaktan tutunuz da, küçüklü büyüklü ( merkezi eylem kadrosu da dahil olmak üzere)  her alanda görev aldım.

1979 aralık ayında birinci tahliye dönemimde, merkezi düzeyde dışarda olan hemen hemen tek kişiydim. Engin Erkiner başta olmak üzere, Haydar Yılmaz’da dahil, tüm yoldaşlar tutuklu idi ve örgütümüz, ACİLCİLER ve HDÖ olarak ikiye bölünmüştü. Böyle bir dönemde HDÖ’lü yoldaşlarla son derece iyi bir diyalog ve yardımlaşma içersinde olduk. Ali Çakmaklı yoldaş’ın katledilmesi, bu iki kardeş örgüt arasındaki ikili ilişkiye vurulmuş bir ihanet darbesi olmasaydı eğer, ilişkilerimizin, belki de daha da olgunlaşacagı bir döneme evrimleşebilecegi bile söz konusu olabilirdi. Nebil RAHUMA, Ziya ERDÖNMEZ başta olmak üzere, HDÖ’lü eski yoldaşlarımızla aramızdaki ilişkilerin samimiyeti, devrimciler arasındaki ilişkilerin olması gerektiği biçimde sürdürülmesinde önemli katkılarımın olduğunu özellikle belirtmem gerektiğini düşünüyorum

Engin Erkiner, Ali Sönmez ve İbrahim Büyüker’in hapishaneden kaçmaları üzerine, bu yoldaşları bulmak, mevzilendirmek ve güvenlikleri ile ilgilenmek ve bu arada da İstanbul gibi bir bölge’de örgütlenme ve eylemlerde bulunma ve bütün bunlara öncülük etmek durumunda kalmıştım ve ben bunları elimden geldiğince yerine getirmeye çalıştım.

Kimilerinin gibi, ‘’hapisten yeni çıktım bir süre dinleneyim’’ bahanesiyle köşeme çekilmedim. Hapistem çıktıgımın ikinci sabahı örgütsel görevlerimin bilinciyle geceli gündüzlü koşturmaya başladım.

Bütün bunları neden yazıyorum? Şu nedenle yazıyorum. Daha önceki bölümlerde de birkaç kez tekrar etmiştim. Bir kere daha tekrar ediyorum. Anlattıgım olaylar ve yaşadıgım  süreç içersinde, elbette yalnız değildim. Yanımde yoldaşlarım vardı. Bu süreci anlatırken, isimlerini yazmakta sakınca görmediğim yoldaşlarımın isimlerini de yazıyorum. İsimlerini yazdıklarım, unuttup yazmadıklarım, yada sakıncalı olabilir kaygısıyla bilinçli olarak yazmadıgım yoldaşlarım. Yazdıklarımı elbette okuyorlardır. Eksik anlattıgım, çarpıtarak anlattığım, anlatırken objektif davranmadıgım konusunda bir kaygıları varsa eğer, beni uyarmasınlar, en ağır şekilde eleştirsinler ve dogru yazmıyorsam eğer yalan yazdıgımı söyleyerek, hangi konunun benim anlattıgım gibi değilde başka türlü oldugunu .yazarak bana yollasınlar ve ben bu yazıları bu site’de noktasına dokunmadan yayınlayayım.

Herşey dogru yaptıgımı yada yaptıgımızı elbette iddia etmiyorum. Güzel şeylerde yaptık, yanlışlar da yaptık. İş yapan hata da yapar. Söz konusu olan bu değil. Yapılan yanlışlar, bilinçli bir plan dahilinde olmamışsa eğer, bunların düzeltilmesi mümkündür. Yok eğer, bilinçli yapılmışsa, bunun adı ihanettir.

Her zaman söylediğim bir sözü bir kere daha tekrarlıyorum. Örgütümüz Acilciler, Türkiye devrimci hareketi içersinde teorik yetkinligi itibariyle, kendi emsalleri içersinde tek’di.

Örgütümüz  Acilciler militanları, kendi emsalleri örgüt militanlarına oranla çok daha yüksek bir bilgi birikimine sahipti ve bu nedenle emsalleri örgüt miltanlarına oranla çok daha kararlı ve inançlıydılar.

Örgüt disiplini ve devrimci mücadele içersindeki kararlılıkları bu oranda diğerlerinden çok daha ilerdeydi.

Yanlış anlaşılmasın. Çok iyiydik demiyorum. Digerlerine oranla daha ilerdeydik diyorum.

Örgüt içersindeki Suriye’li ihanet şebekesi ilk başlardan farkedilerek tasfiye edilebilseydi eğer. Türkiye sol’u bugün bu seviyede olmayabilirdi. Ben bunu iddia ediyorum.

Çok basit bir örnek vermekle yetineceğim.

Acilciler örgütü, 12 Eylül’den kısa sure sonra Suriye’de ve Lübnan’da 300’ün üzerinde bir potansiyele sahipken, aynı tarihlerde ve aynı alanda  PKK, 3-4 kişi ile temsil ediliyordu.

Eldeki potansiyeli hangi amaçlar için kullandıgınız önemlidir. Bugün, Acilciler lime lime edilip birbirlerine düşürülerek tasfiye edildi. PKK ise devletleşti.

Acilciler’in  Orta-Dogu soytarısı, 25-30 milyon dolarlık serveti ile tefeci-tüccarlık yaparken, PKK’nin aynı alandaki militanı önder’leşti, devletleşti ve bir daha asla sırtı yere getirilemeyecek denli siyasal bir güç olarak  TC ile pazarlık masasındadır.

Orta- Dogu, üzerine binlerce sayfa yazmakla bitmeyecek bir garip alan. Dengelerin günü birlik değil, gün ortasında bir kaç kez değişebildiği zemini kaygan bir alan. Tutarsızlıklar ve ihanetlerin heran olaganlaşabildiği dört bilinmeyenli bir denklemin merkezi. Böyle bir alan da cambazlık yaparak siyaset yaptıgını sananların ayakcı olmamaları elbette mümkün değil. Üstelikte böyle bir alanda, birilerine sırtını dönerek siyaset yaptıgını zannedenlerin, göz açıp kapamaya kalmadan ayaklar altında ezilip, kucaktan kuca dolaştırılan ortalık oglanı edilerek Mihrac’laşacagına şaşmamak gerek.

Kaldı ki, siz kendiniz bilerek kucak kucak dolaşmayı taa baştan Kabul ederek düşmüçseniz sokağa, vay halinize o zaman…

Orta-Dogu’da siyaset yapmak, üstüne üstlük devrimci siyaset yapmak, bilinç ister, inat ve  israr ister, samimiyet  ve kararlılık ister. Hepsinden de öte, dürüstlük ister..

Sırası gelmişken ve unutmadan söylemek zorundayım. Bazı aklı evveller var. Eski solcular, yada. yeni (modern) solcular. Diyorlar ki, ‘’ Güzel bir iş yaptınız, Mihrac gibi bir pisliğin ne mal oldugunu bilmeyenlere de anlattınız, devrimci katili oldugunu  cümle aleme duyurdunuz, bilgiendirdiniz. Bütün bunlar tamam da, neden tek yanlı davranıyorsunuz? Neden PKK ve Apo’nun öldürdüğü devrimcilerden bahsetmiyorsunuz ve üstelik’de PKK’yi destekliyorsunuz’’  Konumuz bu olsaydı eğer, uzun uzun yazmak mümkündü. Kısaca cevap vermek gerekirse, şöyle söylemek gerek.

PKK, bir çok derimciyi suçsuz yere suçladı ve katletti. PKK bu konuda herkesten çok daha fazla hatalar yaptı. PKK, işlediği cinayetleri (suçsuz devrimcileri öldürmekle cinayet işlemiştir) ‘’devrimcidir öldürülmesi gerekir’’ mantığıyla değil, ‘’devrimci harekete zarar veriyor’’ sakat mantıgıyla işlemiştir. ‘’ Devrimcidir öldürülmesi gerekir’’ diye, ihanet mantıgıyla hareket eden bir örgüt büyümez, devrimciler arasında kök salmaz ve halklaşmaz. Kaldı ki, PKK hareketi bugün, dün haksız yere işlemiş oldugu cinayetlerini sorgulamaya başlamış, hatalarını kabullenerek öldürdüğü devrimcilerin itibarlarını da iade edebilme büyüklügünü gösterebiliyor. Çok iş yaptı, çok da hata yaptı. Hatalarını Kabul ederek samimiyetini göstermek devrimci bir tavırdır.

Yaptıkları pisliklerini, yalan ve inkar ederek kapatmaya çalışanların çabası, daha önceki ihanetlerinin bilinçli olarak işlenmiş oldugununun da delilidir. Devrimci mücadeleden inat edenler, samimi ve tutarlı olanlar. Devrim ve sosyalizm davasına beyinleri ve bedenleriye baş koyanlar, hata ve eksikleri,bunlar ne kadar büyük olsa bile, anladıkları an, bunlardan arınmak istedikleri için özeleştiri yaparlar. Diğerleri, inkar ederek aldatmaya devam etmek zorundadırlar. Hataların kabul edilmesi demek, ‘’bu yolda devam ediyorum ve yanlışlarımdan arınmak zorundayım’’ demektir.  Devam etme gibi bir sorunu olmayanların, bırakınız ihanetlerini, hata ve eksikliklerini bile kabul etmezler, Neden edecekler ki?

Konuyu dağıtmadan devam ediyorum..

Devrimci mücadele  içersinde örgütlü oldugum dönemi birlikte paylaştıgım, bu mücadele içersinde beni tanıyan yoldaşlarıma bir kez daha sesleniyorum.

Acilciler örgütü içersinde, İbrahim Yalçın olarak, benim tarafımdan deşifre oldugunu söyleyebilecek bir kışi varsa çıksın, adam gibi konuşsun.Dışarda, içerde vede işkence seanslarında. Benim tarafımdan deşifre edilmiş en küçük bir bilgi oldugunu iddia edebilecek bir yoldaşım varsa, çıksın ne oldugunu söylesin, bana yollasın, ben yayınlayayım. Var mı? Oldugunu iddia eden, iddia edildiğini duyan var mı?

Mihrac Ural oldugunu söylüyor. Aldırmıyorum.  Ben hapishanede iken gıyabımda MK üyeliğine öneren ve 1.konferans’da benimle birlikte Haydar YILMAZ’ı Merkez Komitesi onur üyeliğine seçtiren  soytarı bunları unutmuşa benziyor.

Haydar’a joker, bana’da Mit ajanı diyor ve soruyor.’’ Mit’le girdiğin ilişkinin tarihini söylesene’’ diyor. Utanmaz serseri, aklı sıra kendi gerçekliğini kapatacak. Benim Mit’le olan ilişkimi(!) daha once yazmıştın(!) ya, ne çabuk unuttun. Öyle ya, sen kendin yazmadın mı? Kuleli askeri lisesi(!)nde okuduktan sonra, derin devlet tarafından üniversiteye yatay geçiş yaptıgımı ve ‘’devlet ajanı’’ olarak örgütün kuruluş aşamasından itibaren içinize yerleştirildiğimi yazan sen değilmiydin? Ne çabuk unuttun soytarı. Hatırlasana, kuleli askeri lisesi (Cahit Çelik buna, kule dibi(!) askeri lisesi diyor) okul numaramı bile yazmıştın ya.. Yoksa unuttun mu? Tutarlı olmalısın ufaklık. Iddialarında samimiysen eğer, once tutarlı olacaksın. Ahlaklı olmadığını biliyorum. Ahlaklı ol demeyeceğim. En azından,diger yalanlarında oldugu gibi bunda da tutarlı olmaya çalış ve yazdıklarını unutma. Karar ver artık. Ben örgüte ne zaman sızdım? 1977 agustos ayından bir hafta once mi? Yoksa, ta örgütün kuruluş aşamasında mı?

Şu komisyon önerimiz vardı ya hani. Neden Kabul diyemedin? Sahi sen ne biçim bir sekreter soytarısın anlamakta zorlanıyorum. Kabul deseydin de bir komısyon kurabilseydik eğer, bu sırat köprüsü mü, yoksa ahiret sorusu mu nedir, işte orada  sana cevap verecektim. Kaçtın gelmedin, laf olsun diye bile ‘’kabul’’ deme cesareti gösteremedin. Senin adına utandım. Ödlek oldugunu biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum.

1. Kongre öncesi yazdığım raporda, temuz-agustos aylarını ters yazdıgımı 25 sene sonra farketmiş(!) ve oradan hareketle havalara zıplıyor. Zavallı soytarı. Ali Fuat Çiler’ine sor bakalım. Antakya postahanesi önünde hangi tarihte karşılaştık? Kaç kere yazdım. Ali Fuat’ın 40 yıllık kadım yoldaşın oldugunu yazıyorsun. Sor ve ögren. Daha da ötesi, Ali Fuat’ın agzından beni de yalanlatabilirsin. Neden yapmıyorsun? Seni gidi soytarı seniiii. Aklınca kafa karıştıracak ve ortalıgı toz duman ederek sinsice kaçıp kurtulmaya çalışacaksın öyle mi?

‘’İt ürürken kervan yürüyecek’’ Hapishane günlüğü yazılarına devam edecegim…