Şuanda 105 konuk çevrimiçi
BugünBugün1630
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9354
Bu ayBu ay9354
ToplamToplam10477778
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi: 10 PDF Yazdır e-Posta


Geçen yazıda değinmiştim. Ben giyabi tutuklu olarak siyasal çalışmalarımı sürdürdüğüm bir süreçte Mihraç ile tanıştım. Ocak 78 de sanırım 25 Ocak 78 tarihinde Belma’nın abisi aracılığıyla mahkememiz olduğunu öğrendim. Burhan ve Orhan Apaydın kardeşlerin başında bulunduğu Avukatlık bürosuna giderek vekaletimi vererek 25 ocak tarihindeki duruşmaya katılacağımı belirttim. Belma’nın abisi sorgusu tamamlanmayan tek kişinin ben olduğumu, ben de duruşmaya katılıp ifademi verirsem, belki Belma’nın serbest bırakılabileceğini belirterek, (Belma ile birlikte yakalanmıştık ve benim Belma hakkında neler söyleyeceğim önemliydi) mutlaka duruşmaya katılmamı istedi. Birlikte avukata gidip vekaletimi yanlış hatıramıyorsam Nizar isimli bir avukata verdim. Burhan Apaydın bizzat benimle ilgilenerek beni kesinlikle tahliye edileceğime inandırdı.

Ben bu durumu Mihraca aktardım ve benim bu duruşmaya katılmam kararı aldık. Tabii burada hemen belirtmeliyim ki, Apaydın kardeşler bizden avukatlık ücreti talep ediyorlardı ve 170 bin TL olarak talep edilen meblağ o dönem için bir servet değerindeydi adeta.  Ben bu mahkemeye katılarak, paranın da bize sonradan alınmak kaydıyla Belma’nın abisi tarafından ödenmesini sağlamış oluyordum. Mihrac ise yoldaşların mahkeme masrafları ve cezaevlerindeki giderleri için kılını kımıldatmıyordu. Tıpkı benim bulunduğum alanda ödemek zorunda olduğum kiram ve günlük yaşam giderlerim için kılını kıpırdatmadığı gibi. Zaten hayatın her döneminde de, hiç bir yoldaşa bir şey aktarmadığı gibi yapabildiği kadar almıştır.

Ben 25 ocak günü yapılan duruşmaya katıldım. Ilk olarak yoklamadan sonra duruşmaya giyabi tutuklu olarak katılan benim polis ve savcılık ifadem yüzüme okundu ve kabul edip etmediğim soruldu, ben ifademi olduğu gibi kabul ettim.  Savcılık hakkımda örgüt üyeliği, silah taşımak, oraya buraya bomba atmak suçlamaları yöneltiyordu, ancak hiç bir konuda elinde ne bir belge, ne bir ifade, ne bir itiraf bulunmadığı için, sadece mesnetsiz iddialarla yetiniyordu. Bense savunmamı yaparak, bütün bu suçlamaları  reddettim, örgütle hiçbir ilişkimin bulunmadığını, Belma ile Haydarpaşa Garında tesadüfen karşılaştığımızı, okul arkadaşım olması dolayısıyla tanıdığımı söylemeye devam ederek, giyabi tutukluluk kararının kaldırılarak, tahliye edilmemi talep ettim.  Aynı istemleri  içeren yazılı dilekçemi de mahkeme başkanlığına sundum.

Isparta cezaevinden getirilen Engin, Ali, İbrahim ve Muharrem yoldaşlara ek olarak tutuklu bulunan Belma ve Hilal yoldaşlar da mahkemeye getirilmişlerdi, iki bayan yoldaş tahliyelerini talep ettiler ve tahliye istemli dilekçelerini mahkeme başkanlığını avukatları aracılığıyla sundular.  Isparta’dan gelen 4 yoldaş, mahkemeye getiriliş ve bekletiliş koşullarını protesto ederek, mahkemenin soracağı hiç bir soruya cevap vermeyeceklerini, savunma yapmayacaklarını belirttiler. Avukat Burhan Apaydın  tartışmalardan sonra söz alarak mahkemeye sert eleştiriler yöneltti. Mahkeme başkanının bir yılda kaç  ay olduğunu bilemeyecek kadar cahil olduğunu, nitekim Engin Erkiner’e defalarca 12. Ayın 17’sindemi, yoksa 17. Ayın 12’sinde mi doğduğunu sormakta ısrar edecek kadar cahil bir mahkeme başkanı ile karşı karşıya bulunulduğunu söyleyerek, böylesi bir mahkemenin hayli eğitimli bu gencecik insanları idam istemi ile yargılamasının büyük bir adeletsizlik olduğunun açık olduğunu belirtti.

Bu tartışmalar ve arkadaşların konuşmama kararı üzerine mahkeme başkanı duruşmayı bitireceğini belirterek, mahkemenin ileri bir tarihe ertelendiğini, tutukluların tutukluluk halinin devamına, tüm tahliye istemlerinin ise reddine karar verildiğini belirterek duruşmayı bitirdi. Benim durumum ise biraz farklı idi, ya giyabi tutukluluğun vicahiye çevrilerek tutuklanmam gerekiyor, ya da tahliye edilmem gerekiyordu. Mahkeme başkanı her halde benimde tutuklu olarak mahkemeye katıldığımı var sayarak, tüm tahliye taleplerinin reddine karar vermişti. Ben el kaldırıp itiraz etmek istediğimde avukat Burhan Apaydin  uzaktan işaretle elimi indirip çıkıp gitmemi söyledi. Nitekim kapıya vardığımda askerler benim hangi cezaevinde geldiğimi sorduklarında ben mahkemeye dışardan katıldığımı ve tutuklu olmadığımı belirtince, çıkmama müsaade ettiler. Yani ben aslında tutuklanmama karşın mahkeme salonundan kaçıyordum aslında.

Bu duruşmadan hemen sonra önemli tedbirler almam gerektiğine karar vererek, bulunduğum evden ayrılmayı,yeni bir yerleşim alanı bulmak için arayış içine girdim. Durumu, mahkemeden ayrılış biçimimi Mihraca bildirerek, son defa görüşüp kendi bölgeme gittim.  Bana en kısa sürede bir yoldaşın evime para getireceği söylenerek ayrıldık. Ben alanımda çalışmalarımı yürütürken, 13 şubat 1978 akşamı evimiz İstanbul 1. Sube polisleri tarafından basılmıştı. Hergün muntazam bir biçimde akşam saat 21 sonrası hep evde oluyordum, onlarda bunu hesaplayarak 21 den sonra evi basmış ve birlikte kaldığım yoldaşı göz altına almışlardı. Ben ise o sıralar Belediye binasında Belediye Meclisi toplantısını izlemekteydim. Bir arkadaşımız Belediye Meclisi üyesiydi ve beni de bu toplantıya çağırarak, izlememde ısrar etmişti. Polisler evde karakol kurmuşlardı. Meclis üyesi arkadaşın eşi kaynını uyandırıp, arka pencereden kaçırarak bize haber yollamıştı. Kaldığım evle bu yoldaşın evleri bitişikti ve polis mahalleyi sarmıştı. Arkadaş gelip bana durumu izah etti. Ancak ne olduğunu bilmiyordu. Gelen polisler benim arkadaşlarım olduklarını ve beni beklediklerini söylemişler. Ellerinde silahlar olduğunu belirtiyordu. Ben hemen durumu kavradım. Toplantı  zaten bitiyordu, beş on dakika sonra bitti. Ben ve bölgedeki 3 sempatizan bir araya geldik. Ben evi basanların polis olduğunu söyleyerek, benim buradan ayrılmam gerektiğini, ancak üzerimde sadece 10 lira bulunduğunu söyledim.  Yoldaşların üçü de ceplerini boşalttı, 200 lira vardı. Hemen asfalta çıkarak İstanbul yönüne giden otobüslere el kaldırdık, ancak hiç durmuyorlardı. Sonuçta bir taksi tutmaya karar verdim, ilk gelen taksiyi durdurarak İstanbul Maltepe’de ağır hasta bir akrabamı ziyarete gideceğimi belirterek pazarlık yaptım 200 liraya anlaşarak yola çıktım ve bu baskından kurtulmuş oldum. Ancak polis normalde benim tutuklu olduğumu bilmeliydi. Nasıl olurda gelen polisler benim evime kadar gelip beni ismimle sormuşlardı ? Bunlar bugün bile soru işaretleridir.

Bildiğim tek şey F.Ç’nin Harem’de minübüse bindiğinde göz altına alındığı ve kendisinin de evini içinde bulunanların yakalanmaması için vermeyerek, bana geldiğini söylemesidir, bunu ilk tutuklandığından hemen sonra bize eşi vasıtasıyla iletmişti. Nitekim evimde yakalanan yoldaş, 3 saatlik evde bekleme sonrası götürüldüğü polis otosunda F.Ç’nin de bulunduğunu görmüştür. Ancak son çıkan bir kitap konuyu yeniden tartışılır hale getirmiştir.

« YENİDEN TOPARLANAN ACİLCİLERİN İSTANBUL SORUMLUSU ALİ FUAT ÇİLER’İN YAKALANIŞI

…. Alınan istihbarata göre Bursa kanadı Eşber Yağmur, Ankara kanadı Mihraç Ural’ın örgütlediği Acilciler grubu yeniden organizasyon çalışmalarına başladılar. Örgüt içine sızdırılmış eleman kanadı ile tüm hareketleri kontrol altına alınan grubun önemli zarara yönelmelerini önlemek kontrol altındaydı. Ama bir ara nerede oldukları tespit edilememişti. Çok az bir da olsa hedef kendini takipten sıyırabiliyordu. Onun için bazen izlemelere ara verilirdi. Ali Fuat Çiler’in Cerrahpaşa hastanesine gideceği haberi alınmıştı. Bu gidiş bir türlü gerçekleşmemişti. O günlerde İstanbul şehri anarşik faaliyetlerin odağı haline gelmişti. Takip şubesi yetişemez olmuştu. Yeni bir takip ünitesi kurmak zorunda kalınmıştı. Çare olarak hastanenin karşısında bir yer bulunup oraya yerleşildi.

 

Buradan izleme daha akıllıcaydı. Böylece personel, araç ve gereçten tasarruf edilecek daha başka faaliyetlere de sıra gelecekti. Ali Fuat hastaneye geldi. Gelişi kadar çıkışı da önemliydi. Çünkü hastanenin birçok kapısı vardı. Diğer kapıların birinden çıkabilirdi.

Hastaneye gelişi kodlu bir şekilde telsizle anons edildi. Yardım ekiplerine ihtiyaç duyulmuştu. Yardıma gelen ekiplerde görev yerinde sıklet merkeziyle kapılarda giriş ve çıkış yerlerinde pozisyon aldılar. Ali Fuat hastaneden çıktı. Aksaray istikametine giden otobüs durağına yöneldi. Çok kısa bir süre sonra belediye otobüs durağına geldi.

Belediye Otobüsüne takip ekibinden iki kişide onunla aynı otobüse bindiler, yakın takibe başladılar. Ayasofya müzesi yakınında otobüsten indi. Sultan Ahmet camisinin yanından ara sokaklardan birine daldı ve bir eve girdi.

Gözetleme ve takip devam ediyordu. Saat tam 18.00 e doğru Ali Fuat evden çıktı, yalnızdı ve huyluydu. Kontr Takip yaparak dikkatli bir biçimde bindi. Kadıköy(Karaköy lması gerekir,b,n) vapur iskelesine geldi, karşıya geçmek için Kadıköy vapuruna bindi. Vapur Haydarpaşa iskelesine de uğruyordu. Ama Ali Fuat Kadıköy’e de gidebilirdi. Her iki iniş iskelesinde de konrol ve izleme ekiplerince hazırlık yapıldı.

Ali Fuat Haydarpaşa iskelesinde indi. Giriş holünde banklar vardı, birçok insan oralarda oturmuşlar, yolcularını bekliyorlardı. Ali Fuat banklardan birine yürüdü, orada gözleri görmeyen beyaz bastonlu zayıf ama uzun boylu biri oturuyordu. Onunla konuşmaya başladı.

Takip elemanları Ali Fuat Çiler’in koluna girip Haydarpaşa gar emniyet amiri Neşet Çoşkun’un odasına götürdüler. Ali Fuat Çiler’in görüştüğü adama dokunulmadı. Hemen izlemeye alındı: Yanında da gençten biri vardı. Her ikisi de vapura binip karşıya geçtiler. Oradan Beyoğlu’na gidip Çiçek Pasajında bir kahveye oturdular. Kör adamın tavırlarından bir lider olduğu tahmin ediliyordu. Bu arada Fuat Çiler emniyet amirinin odasında otururken sandalyenin altına bir banliyö bileti attığı görüldü. Ali Fuat odadan tam çıkış yaptığında sandalyesinin altına attığı banliyö bileti yerden alındı.Bu biletin üzerinde bir telefon numarası, altında ise Bursa yazıyordu.Bursa bölge daire başkanına tefonla bu numaranın kime ait olduğu soruldu. Bu tefonunun Eşber adında iki gözüde birden görmeyen Eşber adlı bir avukata ait olduğu bildirildi. Bu avukat Ali Fuat’ın Haydarpaşa Gar’ında konuştuğu adamdı. Ali Fuat Çiler gözaltına alınmıştı. Kör Avukat Eşber önem kazanmıştı. Takip  ve kontrolü daha etkin bir biçimde sürdürüldü. Avukat Eşber’i Beyoğlu Çiçek pasajında kontrol altında tutan ekip şefine durum iletilmiştir. Ekip şefi ise entresan bir haber vermişti. Kör Avukat görmeyen gözleri ile tavla oynuyordu. Bu olay ekipler arası sanki bulmaca çözümüne dönüşmüştü. Eşber hissi sayesinde mi bu oyunu oynamaktaydı? Bir hayli örgüt elemanı çözülüp ele geçirildi. Bu örgüt elemanlarından Rahuma İstanbul Bahçelievler de polisle çatışmada hayatını kaybetti. Onlar fikir mücadelesi yerine çatışma yolunu seçmişler, mücadeleleri için hedefe ulaşmada soygun dâhil her şeyi mubah saymışlardı. Eşber, Avukat olmasına rağmen bir sürü suçların içine girmiştir. En azından Anayasal düzeni değiştirmek için örgüt kurmaktan arkadaşlarıyla ağır suç işlemişlerdir. »

Bu yazı sayfa 280 ile 288 arasında fotoğraflar ile beraber Osman Nuri Gündeş’in İHTİLALLERİN VE ANARŞİNİN YAKIN TANIĞI kitabından alıntıdır.

 

Bir de bu kitapta Acilcilerle ilgili bir başka bölüm var onu da aşağıya aldıktan sonra okuyucu tartışmalarımızı değerlendirirse daha objektif bakabilir bazı şeylere,  yazının ilk bölümü şöyle :

« AŞIRI SOL ÖRGÜTLERDEN ACİLCİLER OPERASYONU

 

                İstanbul’da Acilciler’in lideri Erkin ERKİNER diye bir şahıstı. Kendisi Kimya Mühendisiydi. Nebil Rahuma ve Mihraç Ural gibi korkusuz militanları mevcuttu. Bu ilegal örgüt ekibi ana merkez olarak İstanbul’u seçmişti.

                1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesi üzerine THKP-C adına sahip çıkarak faaliyet gösteren gruplar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamışlardı. Bunlardan biride 1973 yılında Yazıcılar, 184’ler, Y grubu gibi isimler alan bir topluluktu. Neticede bunlar birleşip, THKP-C / acilciler adını alan önemli bir örgütü meydana getirdiler.

(Bu boşlukta Yener Orkunoğlu’nun top sakalı fotoğrafı var. Ve altında Engin’in adı soyadı  var.)

             Bu örgüt, Mihri Belli’nin silahlı devrim stratejisini benimsemişti. Komünist rejmin başlangıcında ana kural olan ve 1917 de Sovyet Rusya’da meydana gelen Bolşevik Halk ayaklanmasını örnek alıyorlardı. Bu stratejiyi gerçekleştirmek için örgütün paraya ihtiyacı vardı. Mihraç Ural Hataylı bir Arap Alevisiydi. Kin ve nefret dolu bir ortamda yetişmişti. Kendilerine özgü sistemlerle silahlı ve gizli bir örgüt olmanın planlarını yapmaya başladılar. Silahlı propaganda dönemi için silahlanmak gerekiyordu. Silah için paraya ihtiyaç vardı. Bunu temin içinde bir banka soymak gerekiyordu. Aralarında bu kararı aldılar. İstanbul’un muhtelif semtlerindeki soyguna elverişli bankaları dolaşmaya başladılar. Soygun için Merter İş Bankasının müsait durumda olduğunu tespit etmişlerdi. Ekip halinde bankaya girerek derinliğine bir inceleme yaptılar. Kaçış yollarını tespit ettiler.

                Ankara kadrosundan Hakkı haziran ayı içinde eylemlerde kullanacak bir şoför getirmişti…

                Engin Erkiner soygun günü akşamı Cihangirdeki eve gidecek ve orada toplanacaklardı. Belirtilen gün ve saatte yapılan plan gereğince Merter İş Bankası soygunu Muharrem, Ali Nebil ve Mustafa tarafından gerçekleştirildi.

 (Bu boşlukta Ali Çakmaklı’nın gençlik fotoğrafı altında Mihraç’ın adı soyadı var.)

 

                Muharrem, Ali, Nebil ve Mustafa paraları saymışlar. Eve gidildiğinde paranın 200.000 TL. olduğunu söylediler. Buradan Mihrac’ın Antakya da ki evine gidildi. Erkiner yanında getirdiği 170.000 Tl. civarındaki parayı malzeme alması için Mihrac’a verdi. Mihrac, orada kaldığı 4-5 gün içinde 400 adet civarında dinamit lokumu, tahminen 150 adet civarında elekt rikli ve normal fünye, 10 kutu 7.65mm. çapında mermi, 8-9 kutu 60’lık, 9’luk, mermi, 2 Adet kalaşnikof marka tüfek, ve bu tüfeğin tahminen 200 adet civarında mermisi temin ederek Engin Erkiner’e teslim etmişti. İstanbul’a döndüklerin de paraları kalmamıştı. Yeni bir soygun için plan yapmayı düşündüler.

 

TAKSİM AKBANK ŞUBESİNİN SOYULMASI

 

Planlama için günlerce İstanbul’da dolaştılar. Sonuçta Aksaray ve Taksim semtlerindeki Akbank şubelerinden birini soymak için uygun bir zamanlama ve uygun bir soygun biçimi geliştireceklerdi. MİT İstanbul bölgesi ilgilileri bu soygun kararını önceden haber almıştı ve bu soygun ekibinin hareketleri kontroldeydi ve nihai olarak Akbank Taksim şubesini soymaya karar verdiler. Bütün hazırlıkları tamamlandı. Ertesi sabah soygun yapacak ekip Taksime doğru yola çıktı. Taksime geldiklerinde heyecanları üst seviyedeydi. Bu telaşlı hallerinden belli oluyordu. Tesadüfe bakın ki o sırada Taksimdeki Divan Pastanesinin önünde soygun için karar verdikleri Akbank’ın karşısında bir polis ekip arabası park etmiş duruyordu. Soyguncular bu araçtan ürktüler. O gün soygunu ertelediler. Ama paraya acil ihtiyaçları vardı. Birkaç gün sonra silah için Suriye’den gelen birileriyle Hatay’da buluşacaklardı. Mihraç Ural’ın Hatay’a gidip parayı verip silahları alması lazımdı. Yoksa silah tüccarları bunları sözünde durmamakla suçlayacaklar ve ileriye dönük itibarlarını yitireceklerdi. Ertesi günü ne pahasına olursa olsun artık Akbank soyulmalıydı. Karşı faaliyet Emniyet Müdürlüğü ile koordineli bir biçimde yürütülüyordu. MİT tarafı istihbarat diğer taraf ise icra gücüydüler.

Şükrü Balcı ikinci Şube Müdürlüğü kendisine bağlı olan Emniyet Müdür yardımcısıydı. Genellikle bu gibi örgütlerin faaliyetlerine Emniyet Birinci Şube Müdürü Vural Bey bakardı. Nedense Emniyet Müdürü Nihat Kaner bu görevi ikinci Şubeden sorumlu Müdür yardımcısı Şükrü Balcıya vermişti. Emniyet Midir yardımcısı Şükrü Balcıya soygun yapılmadan bir gün önce soygunun sabah saatlerinde yapılacağı haberi iletilmişti. İstanbul Taksim Akbank şubesi, istihbarat elemanları tarafından kontrol altında tutuluyordu. Kontrol ekipleri dikkatle izleme yapıyorlar, aynı zamanda emniyet güçlerini bekliyorlardı. Ama ne gezer… saat 08.15 oldu, ortada emniyet ekiplerinden eser yoktu. Takip şubesi elemanları, sinirlilik psikozuna girmişlerdi. Soygun ekibi herhalde operasyon dışı başka bir mahalde günlerce soygun eğitimi yapmışlardı .  soygunu bankaya nasıl adapte edeceklerini biliyorlardı.

Ana kasa odasından, banka içindeki üç lokal kasaya para torbalarının geliş saatini iyi belirlemişlerdi. Soygun ekibi sonradan çalıntı olduğunu tespit edilen açık mavi renkli Renault 12 marka bir araba ile gelip içeri girdiler. Telsizle operasyonun gelişimini İstihbarat Bölge operasyon yönetimi tarafından Emniyet birimlerinin müdahalesi için Şükrü Balcı arandı., kendisine ulaşmak mümkün olmadı. Olay MİT elemanları tarafından izleniyor ve devamlı olarak koordinasyon sağlanıyordu. O sırada Taksimdeki ekipten telsizle haber geldi.

 

(Bu boşlukta İst. Emn. Md. Şükrü Balcının Fotoğrafı var.)

 

Kaşla göz arasında soygun gerçekleşmişti. Soyguncular ana kasadan veznedarlara torbalarla dağıtılacak paraları silah zoruyla gasp edip kaçmışlardı. Ankara’nın kesin emri vardı. MİT sadece istihbarat yapmakla yükümlüydü. 12 Mart olaylarında kontrespiyonaj dışında icrayı da içine alan bazı olaylara müdahale ettikleri için hayli problem yaşamıştı. Bu yüzden müdahaleyi polis yapmalıydı. Ekip ne yapacakları hakkında emir bekliyordu kendilerine takibe devam emri verildi.Emniyet ekipleri organize bir biçimde müdahalesi için zaman kazanma ihtiyacı içindeydi. Sabah saat 09.00 da Şükrü Balcı emniyet ekibiyle beraber soygun bölgesine geldi ve hareket merkezini aradı takip ekibinden orada kimse olmadığını kendilerine yanlış bilgi verildiğini sitem edercesine vurguluyordu. Çok iyi bir polisti. Böyle fırsatı boş yere kaçırmanın üzüntüsü içinde güya kabahat teşkilattaymış gibi davranarak kendince teselli yolu bulmaya çalışıyordu. Bu da ona göre doğaldı.

Operasyon hareket merkezinden operasyona başlama zamanının belirlenmesinin çoğu zaman kesin olarak mümkün olamayacağı, sabah denince ekiplerin gün ağarırken operasyon mahallinde karargâh kurmaları belirtildi. Operasyon şefi çalınan paranın saklandığı yerin ve adresin belli olduğunu, şu anda örgüt lideri Engin ERKİNER’in biri erkek diğeri kız, iki arkadaşıyla Şişlide bir restoranda birlikte kuru fasulye ve pilav yediklerini kendisine söyledi.

Şükrü Balcı rahatlamıştı. Telefonun başında “neredeler” diye çığılık atıyordu. Bulundukları restoran tarif edildi, MİT elemanlarında orada lokantanın çevresinde oldukları, kendisine bildirildi.Engin Erkiner  ve arkadaşları rahat ve neşeli bir şekilde yemek yiyor ve çaldıkları paraların kullanma yerlerini hayal ediyorlardı. Tam bu sırada polis baskınına uğradılar.

Emniyet ekipleri soyguncuları restorandan aldıktan sonra paranın gizlendiği Cihangirdeki eve gittiler. Para torbaları ele geçirilmişti. Ama ne yazık ki soygun elebaşısı olan Nebil Rahuma ile Mihraç Ural kaçmışlardı. »

Olayları bilenler buradaki bilgilerin çoğunun uydurma olduğunu, eylem, yer ve katılımcıların karıştırıldığını, kulaktan doyma bilgilerle yazıldığını görecektir. Buradan sonuç çıkarmak  için kötü niyetli olmak veya oldukça saf olmak gerektiğini görecektir. Ama Mihraç kendi aleyhine olan durumları bile lehinde imiş gibi göstermekte mahirdir. Ne diyor MİT’çi, örgüt fazla zarar vermemek kaydıyla faaliyet yapmak üzere serbestti, hareketler kontrol altındaydı, ne zaman, örgüte Engin vasıtasıyla sızan ajan( !) İ. Yalçın hapisteyken, dahası Mihrac ve ekibim dedikleri İstanbulda örgütün başında iken, polis tarafıhdan örgüte ajan yerleştirilerek tüm faaliyetler izlenmiş, yani senin ve ekibinin tüm faaliyetleri adım adım izlenmiş, yine aynı yazıda senin Hatay’da yaptırdığını söylediğin taş ocağı soygununda edinilen dinamitleri, Engine nelerle birlikte nasıl aktardığını detaylarıyla aktarılmasına ne demek gerekir.  Polis o dönem böyle bir şeyi nasıl bilmiş, Engin Hatay’a gidip geldikten sonra takibe mi alınmış ? burası artık kesinleşiyor.  Ayrıca  söz konusu kitaba göre  sızma ajan 78’de hala dışarda ve iş başındadır.  Kim bu acaba merak etmiyor musun ?

Engin’in ifadesinde İbrahim Yalçın ile tanışmasının bir seminerde olduğunu söylüyor, Mihrac bunun gerçek olduğuna inanarak, 15 gün önce örgütlediği adamı soyguna soktu, örgütü cökerttiler diyecek kadar saf( !) olabiliyor, Engin benim ile de Boğaziçi Üniversitesinde bir seminerde tanıştığını söyledi. Oysa boğaziçini hiç görmemişti. Böyle söylemenin mantığı, bu kişilerle kendisini kimlerin tanıştırdığını gizlemek içindir. Bilmiyorsan öğren biraz Mihraç, her durumdan, her sözden vazife çıkarmaya kalkma, senin İ.Yalçın’ın ajanlığına kanıt gösterdiğin kitapta sen övüldüğünü zan ederken, kullanıldığın da ortaya çıkmıyor mu ? bütün hareketleriniz bu kitaba göre kontrol altında ve İbrahim bu süreçte hapiste ve hiç birinizi tanımıyor o dönemde  ayrıca. O zaman hala içinizde bir ajan varmış, kim bu ajan acaba ?

Yine bu kitapta yazılanları baz alırsak, F.Ç İstanbul sorumlusu olarak yakalanıyor, sonra operasyon Bursa, Samsun ve Ankara’ya sıçrıyor. Şubat ile Mart arasında bir-bir buçuk aylık süreçte izlemeler sürdürülerek bir çok şehirde arkadaşlar göz altına alındı.  Her arkadaş resmi ikamet ettikleri veya eylemlere karıştıkları iddia edilen şehirlere götürüldü. Bir tek Mihraç Hatay şehrine götürülmedi. İstanbul sorumlusu diye yakalananlar bir kaç ay sonra serbest bırakıldı. Bunları söz konusu edersek içinden onlarca senaryo üretebiliriz. MİT’ciler tarafından yazılan ne idüğü belirsiz yazıları baz alarak sonuç çıkarmaya çalışmak yanılgılıdır.

Ama insan sormadan yapamıyor, Mihraç acaba neden Hatay’a götürülmedi ve neden bu şehirde hakkında bir yargılama yapılmadı ? 1977 Ağustosunda göz altına alınan 24 kişi, bunların ancak 13-14 tanesi örgüt ile ilişkili, önemli darbe olmasının nedeni son kurucu üyesi Engin Erkiner’in yakalanmış olmasıdır. 78 operasyonunda yakalananların sayısı çok fazladır ve operasyon bir şehirde değil birçok şehirde yürütülmüştür. Aslında çok daha büyük kapsamlı bir operasyondur. Ama bugün üstünde hiç durulmamaktadır. Bu operasyondan sonra örgüt artık çezaevlerinden yönetilir hale gelmiş ve yavaş yavaş bölünmeye doğru adeta arkasından itilerek sürüklenmiştir. Artık yoldaşlar, şunun ya da bunun adamı olarak anılır olmuş, dışardaki yoldaşlar da, olası yeni operasyonlardan korunmak için faaliyet alanlarını daraltarak, daha dar ilişkiler ile yetinir hale geldiler. Bu durum adeta mahalle mahalle özerk Acilciler örgütlenmelerinin ortaya çıkmasına yol açmaya başladı.

(Gelecek yazıda, 78 darbesinden sonra İstanbul örgütlenmesinin durumu, Acilciler-HDÖ ayrılığına giden süreçteki ilişkiler hakkında bildiklerimi anlatacağım.