Şuanda 299 konuk çevrimiçi
BugünBugün1766
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9490
Bu ayBu ay9490
ToplamToplam10477914
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi 13 PDF Yazdır e-Posta


1979 yılı Türkiye devrimci hareketi açısından;  bir yanda oldukça etkin eylemlilik içinde olunan bir yıl, bir yandan da örgütlerin amip gibi bölünerek çoğaldığı bir bölünme ve parçalanma yılı oldu. Gençliğin anti-faşist direnişi, devlet destekli faşist hareket tarafından kanla boğulmaya çalışılırken, devrimci gençlik bu imha amaçlı saldırılara karşı görkemli ve büyük bedeller ödenen bir  kararlılıkla duruyordu. Ancak birleşik bir sosyalist önderlikten yoksun gençlik, adeta dönüp kendini vuran bir girdabın içine girmişti. Tüm ideolojik maskeli ayrılıkların altında aslında cesaret-korku, güven-güvensizlik ikilemi yatıyordu, birbirini pratik içinde tanıyan  ve güvenen insanlar, ayrılıkta aynı gruplar içinde yer alıyor, önce ayrılık yaşanıyor, ardından ayrılığın, ideolojik-politik gerekçeleri üretiliyordu.

Aslında yaşanan egemenlerin böl, parçala ve yönet oyununun sahnelenmesiydi. Bir yandan acımasızca bir saldırı ile insanlar ürkütülüyor, bir yandan da , yapay ideolojik-politik gerekçelerle örgütler birbirine düşürülüyordu. 79 yılında artık faşistlere karşı devrimci  direnişe, bir de devrimci örgütlerin birbiri ile alan üstünlüğü sağlama amaçlı silahlı çatışmalara varan  kavgaları eklenmişti. Biz örgüt olarak bu sol içi çatışmadan ısrarla kaçınıyorduk, küçük çaplı bölgesel bazı tutumlarımız, hiç bir zaman merkezi tavrımız olmadı. Bu tür tutum alan arkadaşlarımız da ikna edilerek, böyle bir ortamdan çekildiler.

İşte böylesi bir süreçte örgütümüzü ikiye bölen ayrılığın ortaya çıkması bizi örgütsel olarak oldukça zayıflatmıştı.  İdeolojik-politik hattımızı belirleyen arkadaşların hapiste olması, dışarda kalan arkadaşların da, iki taraf içinde geçerli olmak üzere, mücadeleye salt askeri perspektiften bakıyor olması, bu süreçte geçmiştekilerini kat be kat aşan askeri eylemlerimize karşın, ülke mücadelesinde sözü edilen bir örgüt olmamızı sağlayamadı. Kitle çalışmasından daha çok illegal askeri eylemlere ağırlık veren ve dolayısıyla kitle çalışmasından sadece eylemlere insan kazanılmasını anlayan askeri bakış açısı, başta işçi sınıfı olmak üzere,  emekçi kesimler arasında bir iki bölge hariç, örgütümüzün kitle tabanı kazanması önünde engel olmuştur. Bir iki sendikal çalışma ve bazı mahalli dernekleşmeleri saymazsak, önemli bir  legal kitlesel çalışmamız olmamıştır. 

Ben kişi olarak silahlı mücadeleye inanmamın yanında, kitlesel çalışmaya da önem verenlerden birisiydim ve bunu pratigimle de yaşadım. Üniversiteyi bırakıp işçi semtlerinde, gecekondu mahallelerinde halk ile iç içe yaşadım, onlar gibi gecekondularda oturdum, onlarla aynı sofralarda bulundum, onlar ile kuru ekmeğimizi bölüştüm, bu deneyimim bana yaşımdan daha büyük bir olgunluk kazandırdı. Gittiğim her mahallede kısa sürede sevilen ve saygı duyulan bir insan olmayı başardım. Olaylara daha soğukkanlı bakma becerisi kazandım. Elbette zaman zaman duygularım öne geçti.  Kendimi kendi başıma bilinçlendirmek zorunda kalmam, eklektik, yüzeysel yaklaşımların bende oluşmasına yol açtı. Olayları neden ve sonuçları ile derinlemesine değerlendirme becerisi kazanmakta zorlandım.

Yine iki yılı aşkın süren kaçaklığım döneminde, maddi yaşamımızı sürdürmede örgütsel hiç bir katkı talep etmeden,( ki talep etmek zorunda kaldığımda da oyalanarak hiç bir katkı yapılmamıştı zaten) hiç bir mesleğim olmamasına karşın, bir çok iş dalında  fiziki olarak çalıştım. Gebze alanında bir yılı aşkın kahvecilik yaptım. 1 Mayıs mahallesinde el arabası ile sokakta sebze sattım, bir sempatizanımızın bakkalında çalıştım. Yine Doğan Tan arkadaşımızla karpuz sattım. İnşaatlarda demircilik yaptım. En son olarak balyoz ile taş kırarak bu taşları satıp yaşamımı kazandım. Bunları yaparken, bir yandan da örgütsel çalışmalarımı hiç aksatmadım. Örgüt merkezi ile özellikle 78 tutuklanmalarından sonra çok kısıtlı ilişkilerimize karşın, bulunduğum alanda bir çok örgüt ile ortak çalışmalar yürüttüm. Onlarca taraftar kazandırdım, birçok eylemi, (yazılama, afişleme, yayın dağıtma, yıkımlara karşı direniş komitelerinde yer alma gibi ) organize ettim, bizzat içinde yer alarak yoldaşlarımla omuz omuza, önderliksizliğimizi onlara hissettirmeden çalışmalarımı aralıksız sürdürdüm.

Nihayet birkaç arkadaş ziyaretinden ibaret olan örgütsel ilişkilerimiz, 79 ortalarında, Günay ve Haydar yoldaşların beni ziyaretleri ile merkezi  bir seviyeye ulaştı.  Ben eşimle birlikte 79 Kasım’ında  ülkeyi terk ettiğimde bütün ilişkilerimi yoldaşlarıma devr etmiştim. Avrupa geldikten sonra da, Gebze ve 1 Mayıs mahallesindeki yoldaşlarımla bir süre daha ilişkilerimi sürdürdüm.  79 Aralığında İstanbul ve Kayseri merkezli bir operasyonla büyük darbe alan örgütümüz, artık merkezi tüm kadrolarını kaybetmişti,

Avrupa’ya gelişimizden 3 ay sonra Almanya yapımızdan, HDÖ saflarında kalmış olan Hüseyin isimli bir yoldaş bizi ziyarete geldi. İki gün ülkedeki ve yurt dışındaki ilişkiler üzerine sohbet ettik. Ben Acilciler kanadı içinde yer almayı tercih ettiğimi açıkça söyledim. Yoldaş daha sonra yeniden görüşme dileğiyle gitti. Ben hala ilişkisizdim.  Hüseyin yoldaşımız daha sonra Türkiye’ye döndü ve HDÖ’ye yönelik bir operasyonda yakalandı.  Bu duruma çok üzülmüştüm. Bulunduğumuz şehirde tanıdığımız  Acil sempatizanı yoktu.

Bu arada geldiğimizin üstünde iki ay geçtiğinde eşim karaciğeri üre ürettiği için iki ay hastahanede yattı. Rutin bir kan kontrolünde bu durum ortaya çıkmıştı. Doktor bir ay daha geçmiş olsaydı hastanın kaybedileceğini söylemişti. Daha sonra eşimin 6,5 aylık doğurduğu çıcuğumuzun doğumu sonrasında hastahaneden mikrop kaptığını ve bu mikrobun karaciğeri içten içe yiyerek bitirecek bir mikrop olduğunu öğreniyorduk.  79 ağustosunda eşim içinde yaşadığımız elverişsiz  yaşam ortamından biraz uzaklaşmak istediğini belirterek İstanbul Avrupa yakasında oturan okul arkadaşımız Reyhan’ın evine gideceğini söyleyerek evden ayrıldı, ben arandığım için rahat hareket edemiyordum ve ayrıca da inşaatlarda çalışıyordum.

Eşim arkadaşının evinde rahatsızlanmış ve Cerrahpaşa Hastahanesine kaldırılmıştı,  burada elverişsiz koşullarda koridorda çocuğumuzu  6.5 aylıkken doğurmuştu. Erken doğduğu için kuvöze konması gereken çocuk, dışarda tutulmuş ve 5 saat sonra ölmüştü. Oysa biz onun adını dahi önceden koymuştuk, adı Ömür olacaktı. Ama bu şansımız olmadı. Hastahane  yönetimi  eşimin diyabet olduğunu bile bile, gerekli hiç bir önlem almayarak çocuğumuzun ölümüne sebep olmuştu.  Ben her şeyi göze alarak, bir sempatizanımız  bayan ve çocuğunu yanıma alarak, onun eşi rolünde hastahaneye gittim. Hastahanede üniversiteden tüm yoldaşlarımız eşimin baş ucundaydı. Burada o yoldaşlarımı minnetle yad ediyorum.  Eşimin hastahane masrafları ödeyemeyeceğimiz kadar yüklü bir miktar tutmuştu. Bu hastahanede çalışan Doktor  yoldaşımız sayesinde bu masrafları ödemeden  çıkmıştık.

Evet yurt dışına çıktıktan sonra bu olayı öğrendiğimizde ülkeden ayrılarak sevgili hayat yoldaşımın yaşamını kurtardığımız için ülkemden ayrılış üzüntüm, büyük bir sevince dönüşmüştü. Bir hayat kurtulmuştu. Eşimin hastalığı atlatmasının ertesinde ülkeden çıkışımızdan yaklaşık 6 ay sonra sevgili Hanna Maptunoğlu yoldaş  bizi ziyarete gelmişti. Bu ziyaret ile örgüt ile yeniden fiziki ilişkimiz bir kez daha sağlanıyordu. Artık sevinçliydim. Bulunduğumuz şehrin tek demirdöküm fabrikasına işçi olarak girmiştim. Artık ekonomik sorunumu çözmüştüm.  Yoldaş ile ülkedeki operasyonlar, örgütsel konumumuz vs üzerine sohbet ettik. Yoldaş’ta bizimle hemen hemen aynı günlerde yurt dışına çıkmıştı. O da HDÖ tarafında yer alar Yurt dışı örgütlenmemizin sorumluları ile ilişkiye geçmiş ve ilk olarak aynı saflarda yer alan bizimle görüştüğünü belirtiyordu. Birkaç gün bizimle kalan Hanna yoldaş ile bir kez daha detaylı bir görüşme yapmak üzere randevulaştık. Artık içim içime sığmıyordu. Bir süre burada çalışma yürüterek yeniden ülkeye dönme hayalleri kurmaya başlamıştım bile. Bu ruh haliyle bir yandan işe giderken, bir yandan da  bulunduğumuz alanda Türkiyeli işçilerle ve yeni yeni gelen ilticacılarla ilişki geliştirmeye başlamıştık. Artık yalnızlık psikolojisini yenmeye başlamıştık. 

(gelecek bölümde  Almanya Acilciler örgütlenmesi hakkında yaşadığım anılarımı aktaracağım)