Şuanda 183 konuk çevrimiçi
BugünBugün1680
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9404
Bu ayBu ay9404
ToplamToplam10477828
nebil rahuma yoldaş ve devrimci tutum PDF Yazdır e-Posta


Nebil yoldaşı 1977 yılında tanıdım, İstanbul’da Günay Karaca yoldaşın evinde Mihrac ile görüşmeye gittiğimde o da oradaydı. Iki odanın birleştirilmesiyle oluşturulan salonun en uzak köşesinde oturuyordu. Bizler hararetle tartışırken o sadece bizi uzaktan izliyordu. Yapılan hiç bir konuşmaya ortak olmuyor, sadece dinlemekle yetiniyordu. O da 77 Ağustos operasyonundan dolayı aranmaktaydı. Mihraç’tan çok önceleri İstanbul’da bulunuyordu, bir çok eyleme katılmıştı. Duruşu insana güven veriyordu. Aynı evde onu iki kez daha gördüm, kısa sohbetlerimiz oldu, ancak çok detaylı olarak hiç tartışma ve tanışma şansım olmadı. Bu açıdan politik yetkinliği üzerine bir şey diyemem, kaldı ki, o dönemler kim ki, politik olarak çok yetkin olduğunu iddia ediyorsa bu koskoca bir yalandır. Bizim teorik formasyonumuz beş-on kitap okumaktan ibaretti. Örgütsel dökümanlarımızı okuyup yorumlayabilecek insan sayısı yok denecek kadar azdı. Bu dönem esas özelliği yoldaşların birbirine duygusal bağlılığıdır. Grup psikolojisi ile birbirini pratikte tanıyan yoldaşların birbirine bağlılığı ve çıkarsız bir biçimde devrim düşüncesine bilinçsizce ama inançlı bir bağlılık vardı.

Nebil yoldaşta bu bağlı olanların en önünde yer alanlarındaydı. Bizim okulumuzdan, Boğaziçinden bir kız yoldaşımızla nişanlandı. Ancak görüştüğüm hiç bir anda Nebil yoldaşın bu kız arkadaşla konuştuğuna tanık olmadım. Nebil 13 Mart 1978’de İstanbul’da kaldığı evde polisle çatışarak yakalandı.  Örgütümüzün yediği en büyük darbe, sıkca sözü edilen Agustos 1977 degildir. Örgütümüz asıl darbeyi Aralarında Mihrac Ural’ında bulunduğu, Şubat-Mart 1978’de yemiştir. Yakalanmalar tüm Türkiye çapına yayılmıştı. Hatay’da başlayan operasyon, İstanbul, Ankara, Samsun, Bursa ve tek tek başka şehirlere kadar yayılmıştı. Oysa en büyük operasyon olarak söylenen 77 Ağustos operasyonu, İstanbul örgütlenmemizin üçte biri ile sınırlı kalmıştı. Burada eski yoldaşlarımın akılda tutması gereken, poliste çözüldüğü iddia edilen Engin operasyonu İstanbul’un belli bir kesimiyle sınırlı kalmışken, ser verip sır vermeyen( !) Mihrac ve A.Fuat’ın yakalanması sonrasında operasyon tüm Türkiye’ye yayılmış, Nebil yoldaş Mihrac Ural’ın yakalandıgı tarihten 3 gün sonra  İstanbul’da yakalanmıştır.  Bu tarihin akıllara not edilmesinde yarar var…

Nebil yoldaş, diger bazı yoldaşlar gibi İstanbul’da, cezaevinde sahipsiz kalmıştı. Nişanlısı dışında kimse ziyaret etmiyordu. Biz nişanlısına izlenirsin, ziyarete gitmeyeceksin dedik, ancak başka kimse ziyaret edip, ihtiyaçlarını gidermeyince zorunlu olarak ziyaret edilmeye devam edildi. Nebil yoldaşı daha çok onunla eylemlere giren yoldaşlardan dinledim.  Kararlılığı, devrime ve yoldaşlarına bağlılığı, kendisini tanıyan herkes tarafından anlatılırdı. Nitekim o, önce TİKKO davasından yargılanan ve köylüm  Hacı Demirkaya ile birlikte firar etti. Ancak çok kısa bir süre içersinde yeniden  yakalandı.  Bir söre sonra Yeniden Filistinliler ve aynı davadan yardılandıgı yoldaşı İbrahim Yalçın ile birlikte firar girişiminde bulunduysa’da başarılı olamadı ve gönderildiği sürgün yeri Niğde kapalı cezaevinden ikinci kez firar ederek  Filistin’e geçti.

HDÖ, Acil ayrılığının tartışıldığı süreçte o artık Filistin’de İsrail’e karşı mücadeledeydi. Dolayısıyla bu ayrılıkta hiç bir rolü yoktu. Döndüğünde şu ana kadar benim bilmediğim ve anlamakta zorluk çektiğim bir biçimde O, HDÖ saflarında kalmıştı. Oysa tanıdığı ve eskiden birlikte mücadele ettiği tüm yoldaşları ACİL tarafında yer almıştı.  Bugün öğrendiğim, Filistinde iken THKP-C’nin diğer gruplarından arkadaşlarla birlikte olduğu ve bu ilişkilerden etkilenerek, bırakalım HDÖ-Acil ayrılığını tam tersine, tüm THKP-C kökenli grupların birleştirilmesi için uğraşacağını söylediğini, onu Filistin dönüşünden sonra gören ve konuşanlardan duydum.

ACİL-HDÖ  ayrılıgı bizleri,i örgüt olarak ikiye bölmüş ve  örgüt cezaevlerinden yönetilir hale gelmişti, dolayısıyla hapishanelere  ziyarete giden yoldaşların takibi ile devlette, örgütü denetime almıştı. Artık atılan her adım biliniyordu. Devletin müsaade ettiği  sınırlar içinde çalışma yürütülür olmuştu. O dönem bizlerin politik düzeyimiz ve örgütsel deneyimimiz bunu böyle değerlendirmekten uzaktı tabii. Nitekim 1979 sonunda örgütümüz ve HDÖ Türkiye çapında operasyonlarla daha 12 Eylül gelmeden çökertilecekti. Benim de içersinde yer aldığım Acil tarafının hemen hemen tüm yöneticileri 79 aralık operasyonu ile cezaevine düşmüştü. Aynı durum, HDÖ için de söz konusuydu.  Nebil ve birkaç tanıdığımız yönetici dışındakilerin önemli bölümü cezaevlerindeydi.

Derken 12 Eylül faşist darbesi yapılmıştı. Hemen ertesinde ayrılıkta HDÖ saflarında kalan Ali Çakmaklı Yoldaş önce hakkında dağıtılan Karanlık Adam broşürü ile teşhir( !) edilmiş ve ardından örgütümüz tarafından infaz edilmiştir.  Bir dönemler böylesi bir yazıyı dağıttığım ve yapılan eyleme karşı en azından sessiz kaldığım için halkımızdan ve yoldaşlardan özür dilerim. Ardından Nebil yoldaş İstanbul’da HDÖ Genel Komitesinin yaptığı sözde tek taraflı bir yargılama sonucunda bizzat tanıdığım ve örgütümüz içinde en korkağımız olarak bilinen bir karanlık yüz tarafından infaz edilmiştir. Infaz gerekçeleri eğer başka şeyler değilse, bildiğimiz gerekçeler gülünçtür. Insan böylesi gerekçelerle, bir başka örgüte (geçmişte aynı örgüt) para aktarmak, ki parayı aktarma kararını veren başkasıdır ve biliniyor.  Bir yoldaşın eşine sarkıntılık, el insaf Nebil’i tanıyanlar buna inanır mı ?  Hadi oldu diyelim, daha açık söyleyeyim. Böyle bir şey gerçek olsa bile bu öldürme sebebi olabilir mi ? Sen devrimci misin ? Şeriatçımısın ? bugüne kadar HDÖ bu konuda ne bir açıklama yapmıştır, ne de bir öz eleştiri vermiştir. Aslında yapılan bir misillemedir.  HDÖ bazı karanlıkların oyununa gelerek kendi önderlerinden en kıymetlisini, ortak örgütümüz tarihinde hiç bir eylemde imzası olmayan bir laf ebesinin kendisini isbatı  uğruna kurban etmiştir. Bu zat şimdi karanlık dehlizlerde yaşamaktadır. Neden politika sahnesinde yoktur ? merak etmiyor musunuz ?

Örgüt olarak bizler 12 Eylül öncesi süreçte sol içi şiddete bulaşmamakla övünürdük, prensip olarak sol içi şiddete ve hatta zorunlu olmadıkça düşmana karşı eylemlerde dahi insan öldürmeye karşı idik. Buna da 1980 sonuna kadar uyduk. Ancak aynı örgüt geleneğinden gelen HDÖ ve Acilciler 12 Eylül ertesinde  ilk iç infaz yapan örgütler oldular. Bu ne büyük bir trajedidir. Bu durum, daha sonra Suriye’de de devam etti. Müntecep Kesici  yoldaş örgütten ayrılan yoldaşlarına sahip çıkmaya gittiği bir alanda sözde bir kaza( !) kurşunuyla  öldürüldü. Sonrası biliniyor, Yusuf ve Sami yoldaşlar katledildi. Artık sol içi şiddete karşı olan Acilciler örgütü gitmiş, ayrılan hemen herkesi infaz etme hesabı yapan bir çete ortaya çıkmıştı.

Yine Nebil’i katledenler ve katletme kararı alanlar bugün siyaset sahnesinden silinmişlerdir. Ama Nebil, Ali Çakmaklı, Müntecep Kesici, Günay Karaca, Hanna Maptunoğlu, Yusuf ve Sami yoldaşlar devrimin ve sosyalizmin gerçek savunucuları tarafından ilelebet yaşatılmaktadırlar.  Yaşarken ölenlerle, ölüyken yaşam verenler birbirinden ayrılıyor, aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde 40 yıl sonra da olsa yeniden yer alıyorlar.

Şu iyi bilinsin ki, devrimcilere ve devrim mücadelesine karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı yoktur, devrimci adalet er ya da geç tecelli edecektir ve etmektedir. Herkes hak ettiği biçimde devrim tarihimizde yerini almaktadır.  Bizler yaşamdaolduğumuz sürece gerçeğin savunucuları olmaya devam edeceğiz.

 Not bu yazı ; yakında çıkacak olan Nebil Rahuma kitabı için kaleme alınmıştır.