Şuanda 238 konuk çevrimiçi
BugünBugün1718
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9442
Bu ayBu ay9442
ToplamToplam10477866
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi 17 PDF Yazdır e-Posta


1983 yılına geldiğimizde artık Suriye’den de bazı yoldaşlar yavaş yavaş Avrupa’ya çıkıyorlardı, ne barınacak yer, ne ekonomik olanak, elimizde hiç bir ekonomik birikim  bulunmuyordu. Süleyman’ın öğrenci odasında ve Refik yoldaşın  Paris kenarında kiraladığı bir odada bekar yoldaşlar kalıyordu. Bazen tek odada 10-15 arkadaş kalıyordu. Yine bazı bekan foyerlerinde (bekarların işçilerin kaldığı toplu barınma yeri) kalan yoldaşların bir kişilik odalarında bir kaç kişi kalıyordu. Çalışan arkadaş sayısı bir kaç kişiyi geçmiyordu.

Bu süreçte Suriye’den merhum Mehmet Koç yoldaş gelmişti. O hemen işe aramasına koyulmuş ve Tükr-Kürt insanının kurmaya başladığı iş yerlerinde tamirat, restorasyon işleri alıyor ve yanında da bir kaç kişi çalıştırıyordu. Bu şekilde her arkadaşın kazancı ortak olarak harcanıyordu. Bu süreçte bir dernek kurma fikri gelişti. Refik yoldaş 10. Pariste önceden bir konfeksiyon atölyesi olan 50 metre karelik bir yeri kiraladı ve ilk kira bedelini borç olarak bulup yatırdı. Dernek toplam olarak bize 10-12 bin fransız frangına mal olmuştu, içerdeki tadilatı da M.Koç yoldaşın öncülüğünde işten biraz anlayan yoldaşlar yapmıştık. Dernek giderlerini karşılamak için de çeşitli etkinlikler yapmaktaydık. Burada bulunan tüm yoldaşların el birliği ile başlangıçtan 1985 yılı sonuna kadar başkanlığını sevgili yoldaşım eşimin yaptığı Anadolu Halklarıyla Dayanışma Derneği (Anadolu-Der) kurulmuş oldu.

Iltica eden arkadaşlardan ilticası kabul olan yoldaşlara sadece  bir yıl geçerli olmak üzere ayda 1300 frank gibi (bugünün 200 eurosu) cuzi bir işsizlik parası  ödeniyordu. O dönem asgari ücret 3000 frank civarındaydı. Bu açıdan evli olan yoldaşların ev tutması olanaksızdı. Gelirleri yetmiyordu. Ben ve eşim çocuğumuzu dönem dönem Almanyadaki akrabalara teslim ediyorduk. 1982-85 yılları arasında bize ait bir evimiz olmadı. Ilk bir odalık evimizi Fırat ve Ercan yoldaşların birer aylıklarını bize vermesi sayesinde kiraladık. Yıl 1985 idi. Ilk defa çocuğumla ve eşimle bağımsız bir evim vardı. Ama bu bir odalık evimizde de, onlarca yoldaşımızı günlerce ağırladığımızı yoldaşlarımız biliyorlar. Bu yoldaşlarımızın büyük bir kesimi şimdi Paris’te ve Türkiye’de önemli yatırım sahibi olan zengin iş adamları oldular. Ancak ne yazık ki, dönüp dünlerine baktığına şahit olamadım. Elbette onların ekonomik rahatlığa kavuşmasından mutluyum, ancak dünlerini unuttukları için de öfkeliyim.

Buralara kadar gelip, buralarda oturma ve çalışma haklarına kavuşmalarının nedeninin devrimci mücadele ve devrimci örgütler sayesinde olduğunu ne de tez unuttular. Bu bütün sol için geçerli bir eleştiri elbette. Önce emekçi olduklarını, daha dün aç olduklarını unuttular, sonra kendileri gibi zengin olamayan dünkü yoldaşları ile karşılaşmamak için yollarını değiştirdiler. Özellikle Suriye’den kahraman gerilla pozlarında buralara gelenler en erken aramızdan ayrıldılar. Buralarda devrimci olanlar, doğrudan Türkiye’den buraya gelenler daha uzun süre devrimci kalmak için direndiler. Bir kısmı hala bunu sürdürüyor.

Anadolu-Der bizim taraftarlarımız için olduğu kadar irili ufaklı birçok Türkiyeli ve Kürdistanlı örgüt için de bir çekim merkezi oldu. Örgütler arasındaki çelişkilerde bile çoğu zaman hakem rolü oynadı. 150 üyesi vardı. Bunların büyük bir kesimi Acilciler taraftarı değildi. Ancak yönetimi her zaman bizim elimizde oldu. Bu derneğin oluşması ve sonrasında yaratılan bazı olanaklar (dil kurslarına gidip asgari ücret almak, yavaş yavaş iş bulan arkadaşların çoğalması) artık giderek ev sorunlarımızın da çözülmesini getirdi. Artık yoldaşlarımız yaşamlarını idame ettirecek olanakları yaratmaya başlamışlardı. Geçerken belirtmeliyim. 1984 yılında Suriye’de trafik kazasında öldüğü söylenen Hanna Maptunoğlu yoldaşımız da, Fransa’da ilticacı statüsündeydi. O dönem Hollanda da yaşayan Refik Buğdacı yoldaş ile birlikte gelip iltica ettiler ve ilticaları kabul oldu. Hanna yoldaş bundan sonra 1983 yılı içinde Suriye’ye gitti ve orada bir yılı aşkın kaldıktan sonra şehit oldu. Bu konuda ileriki yazılarımda yorumlarım olacak.

1983 yılında Salih ve Zafer’de Pariste ilticacı statüsü almışlardı. Daha sonra Mihraç da buraya gelerek sahte isimle iltica etti ve kabul aldı. Aslında 1984 yılına geldiğimizde artık örgütün merkezi Suriye’den Fransa’ya taşınmıştı.  Zaman zaman bu ünlü MK üyeleri gidip gelseler de, esas olarak buraya yerleşmişlerdi. Zafer artık aile olarak yerleşmişti. Salih zaten buralıydı. Mihraç ise sonradan yeniden Suriye’ye döndü ve 1986 Aralığında yapılan birinci kongre sonrasında aile olarak gelip Paris’e yerleşti.

Arafat’ın Lübnan’ı terk etmesiyle birlikte artık Filistin kamplarında fazla yoldaş kalmamıştı. Suriye’ye yerleşen bu arkadaşlarımızın tek hayalleri Avrupa’ya kapağı atmak olmuştu. Nitekim özellikle Paris başta olmak üzere Avrupa’ya onlarca yoldaşımız gelip yerleşmişti. Bu yoldaşların ezici çoğunluğunun ortak özelliği, iltica işlemleri olumlu sonuçlanır sonuçlanmaz, bir iş bulmak ve kendi ayakları üzerine dikilir dikilmez hemen örgütü ve devrimciliği terk etmek olmuştur. Tersini söyleyen varsa kanıt göstersin diyorum. Bunlar içinde belki bir iki istisna bulunabilir.

Bu yoldaşlar adeta Mihraç ve ekibinden kaçıyorlardı. Bizlere de bildiklerini aktarmıyorlardı. Mesela orada yaşanan olumsuzlukları, ölüm olaylarını üstün körü anlatıyor. Bir an önce hemen kendilerine bir iş bularak, bir ev tutarak örgütten kaçmaya çalışıyorlardı. Bugün Suriye’den geçip gelen yoldaşlar içinde hala bırakalım Acilciliği, devrimciliği savunan insan sayısı yok denecek kadar azdır. Bunlardan sadece iki-üç kişi tanıyorum bunlardan ikisi Engin ve İbrahim bunlar zaten kısa süre kaldılar. M.Burgaz var o da zaten önceden Mihraç ve ekibini tanıyor. Diğerleri, sonradan bizim ayrılığımız döneminde bizimle davranmak zorunda kalanlar da dahil, hemen hepsi, bir kısmı Mihrac’ın akrabası olmasına karşın, olanak bulur bulmaz hemen örgütlü yaşamdan kaçmış ve bir daha mecbur kalmadıkça devrimcilere selam dahi vermemişlerdir.

Hepsi de arkasında Mihrac ve ekibine ağza alınmaz hakaretler yapmış, iş gelin yüreğiniz varsa bu eleştirilerinizi devrimci kamu oyuyula paylaşın noktasına geldiğinde, „ boş ver yoldaş bunların ismini ağza almaya bile değmez, ne gereği var muhatap almayız „ yalanının arkasına saklanarak geçmişte ortak olarak işledikleri suçlarının da ortaya çıkacağı korkusundan suskun kalmışlardır. Çünkü şurası biliniyor. Tüm doğulu örgütler gibi Suriye’ye yerleştikten sonra Acilciler örgütü yönetimi de örgüt militanlarını istediği gibi yönetebilmek için, işledikleri suçlara onları da ortak etmişlerdir. Bu şark toplum yönetimlerinde bir gelenektir ve devrimcilikle uzak-yakın alakası yoktur.

Not : gelecek yazıda Avrupa’da  ülkemiz devrimci hareketinin, yükseliş ve çoküşü üzerine örgütümüz özeli eksenli yorumlarımı yazacağım.