Şuanda 404 konuk çevrimiçi
BugünBugün1839
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9563
Bu ayBu ay9563
ToplamToplam10477987
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi 18 PDF Yazdır e-Posta


Gelişmemiş şark toplumlarında bireyin özgürlüğü yoktur. Bireyin kendi kişiliğini, kimliğini özgürce yaşama isteği, bireycilik olarak algılanır ve ağır eleştiri alır. Bu tür otokratik toplumlarda lidere tapınma, biat etme büyük bir erdem olarak algılanır. Bu toplumlarda kol kırılır yen içinde kalır anlayışı egemendir. Solcusu da, sağcısı da aynı bakar olaylara. Kapalı aile, kapalı toplum, kapalı örgüt, kapalı parti vardır. Örgüt içi muhalefet ; örgütü bitirme, çökertme olarak adlandırılır ve bu tür muhalefet odakları hemen tasfiye edilir. Bu tasfiye genellikle fiziki tasfiyedir.

Bizim örgütümüz de ;  Suriye’ye çıkışla birlikte kollektif yönetimden koparılmış ve tek  kişi liderliğinde despotik bir yapıya dönüşmüştür. Ancak bizim despotumuz kendi çapını bildiğinden yanında fazla kalabalık istemeyen, kölece çalıştırabildiği iki üç kişiden fazlasını istemeyen « kanaatkar » despotlardandır.  Her zaman elinin altında iki örgüt bulundurur. Birisi asıl örgütü olan ve malını-mülkünü yöneten aile örgütü, diğeri ise kendisine servet kazandırmada maske olan MK’sı ile Polit Bürosu ile, basın ve yayın organlarıyla devasa görünen ve aslında hiç olmasını istemediği örgüt. Ben de Miro’nun özünde hiç var olmasını istemediği örgüttendim. 1988 yılına kadar bu örgütü Miro’ya rağmen yaşatmaya çalıştık ama başarılı olamayacağımızı anlayınca da yollarımızı ayırdık. Bu örgütlenmede görünüşte siz her türlü eleştiriyi yapardınız, bu eleştirilerinizin dikkate alınacağı bile söylenirdi. Ancak esasta söylediğiniz hiç bir şeyin kıymeti harbiyesi yoktu. Siz gittikten sonra arkanızda gülünürdü. Kimin kaç gün içinde yakalanacağı, kimin kaç gün sonra örgütten ayrılacağı konusunda ladese tutuşulurdu.

Suriye’de örgütümüz 1982 yılında bir konferans, 1986 aralığında da bir kongre yapmıştır. Her iki kongreye de katılan yoldaşların anlattığından, birinci gün Cemil-Esat’ın katıldığı ve örgütü bir Alevi örgütü gibi gösteren « sözde » toplantı, bir sonraki gün de dışardan hemen hiç kimsenin katılmadığı örgüt konferansı yapılmıştı. Bu iki toplantıdan hangisinin sözde, hangisinin özde olduğu bugün tartışmalıdır. HZ Ali resimlerinin duvarlara asıldığı, Yaşasın El Murteda Hareketi sloganlarının atıldığı konferanslar mı? yoksa aralarında benim de bulunduğum onlarca yoldaşın yönetime seçildiği THKP-C Acilciler amblemlerinin asılı olduğu toplantılar mı? sözdedir, bunu bilen biliyor artık. Mihrac’ın bugün yazdıkları asıl niyeti ortaya koyuyor diyebilirsiniz. Ama bu zat onu bile yapacak bir yüreğin sahibi değildir. Keşke bir Alevi örgütü kurmuş olsaydı. Keşke bugün Türkiye’deki Arap halkının sözcüsü olan bir örgüte dönüşebilseydi örgütümüz. Ben bir sosyalist olarak, bir Kürt olarak ve bir Alevi olarak bu tür örgütlenmeleri de desteklemeye hazırım. Ancak bizim tanıdığımız Mihrac örgüt kuran değil gittiği her alanı dağıtandır.

1982 yılında yapılan konferansta ben de gıyabımda yedek MK üyeliğine seçilmiştim. Nitekim bu ünvanım dolayısıyla genellikle Salih ile birlikte Avrupa’da yapılan Faşizme Karşı Birleşik Direniş  Cephesi FKBDC toplantılarına katılıyordum. Sözde TKEP ile birlik amaçlı ittifak kurulmuştu. Ancak önce Engin’in ayrılığı, ardından Müntecep Kesici’nin  öldürülmesi ile sonuçlanan Suriye merkezli ayrılık TKEP ile örgütsel birlik amaçlı ittifakın sonunu getirmiştir. Zaten FKBDC’de bir yılı aşkın bir ortak örgütlenme, ortak eylem yapma deneyiminden sonra giderek Cephe özelliğini yitirmiş ve dağılmıştır. 1983 yılı ortalarında Paris’te  tüm Türkiyeli örgütlerin katılımını hedefleyen FKBDC toplantısı her halde en son ciddi toplantı olmuştu. Bu toplantıya aralarında Yılmaz Güney, Mihri Belli, Taner Akçam gibi tanınmış şahsiyetlerin  yanında Acilciler adına da Salih ve Ben katılmıştık. Toplantılar yaklaşık bir hafta sürmesine karşın somut bir sonuç alınamamış, sonrasında FKBDC’nin kendi iç toplantısında da Taner’in liderliğindeki Dev-Yol grubunun Cepheyi sürdürmek istemediği ortaya çıkmıştı. Nitekim sonrasında Taner, Suriye’de bulunan Dev-Yol militanlarını ülke yerine Avrupaya çıkarmış, dağlardaki militanları da dağdan indirerek Avrupa’ya sürgüne getirerek örgütünü tasfiye etmişti.

Örgütümüzde de sözde ülkeye dönerek silahlı mücadeleye kaldığı yerden devam etme kararı olmasına rağmen, Suriye’de bulunan örgüt militanları Avrupa’ya gönderilmiş, sorun çıkarıp mücadele de ısrar edenler ise sözde görev verilerek ülkeye gönderilmiş ve verilen maddi destek sözlerine rağmen kaderleri ile baş başa bırakılarak yitip gitmelerine zemin hazırlanmıştır. Yapılanları o gün tam olarak algılayamamıştık. Ama yıllar sonra başka olayların da yardımıyla yapılanın ,  tasfiyecilikle suçladığımız  Taner Akçam’ın tutumundan farklı olmadığını görüyoruz,  üstüne üstlük Taner açıktan silahlı mücadelenin gereksiz olduğunu söyleyerek bu işe teorik kılıf bulurken. Mihraç sözde en keskin silahlı mücadele yanlısı geçinerek, silahlı mücadele yürüten PKK ‘yi lafta yere göğe sığdıramazken, sinsice bir planla tasfiyecilik yapıyordu. Simdi ne söylenirse söylensin o dönemi ve örgüt olanaklarını bilen bizler şunu çok iyi biliyoruz. İstenseydi örgütümüzde PKK kadar olmazsa bile en azından DHKP-C kadar ve hatta onu da aşan bir kitle gücüne ulaşabilir ve hatırı sayılır bir örgüt olabilirdi.

Yapılan planlı, programlı zamana yayılmış bir tasfiye eylemidir. Bizler Avrupa’da içerdeki yoldaşlara boğazımızdan para keserek yardım toplarken,  matbaa kurmak, yayın faaliyetlerimizi güçlendirmek için kampanyalar açarken, birileri kapalı kapılar ardında tasfiye planları yapıyormuş. Bütün bunlara eşimden sonra Anadolu-Der başkanlığı yürütmüş olan Mustafa Burgaz, Aysel, Refik, Fırat yoldaşlar başta olmak üzere bir çok yoldaş tanıktır.  Özellikle hapishanelerdeki yoldaşlar yazılarda kahraman ilan edilirken, pratikte ise, söz maddi yardım yapalım konusuna gelince,sözde polit büro kör ve sağırları oynuyordu. Mihracı tanıyanlar onun bugüne kadar « örgüt kasasıdır,yoldaşların alın teri, göz nurudur » diye kamufle etmeye çalıştığı, özde kendi kasasından hiç kimseye, ama hiç kimseye bir metelik dahi vermediğini, tersine hemen her yoldaşın alın teri ile yarattığı değerlerin üstüne oturduğunu adı gibi biliyor.

Bu yazı benim zorunlu bırakılmadıkça, örgütümüzün adı arkasına saklanarak, elleri yoldaşlarının  kanına bulaşmış iki-üç mücadele ve devrim kaçkını, işbirlikçi-muhbir ile ilgili yazdığım son yazıdır. 1988 yılında bu örgüt ile yollarımı ayırdım ve örgütlü yaşamıma başka devrimci yapılarda devam ettim. Bu devam edişim mezara kadar sürecektir. Örgütlü ya da örgütsüz, devrimci gibi yaşamayı ve gereğini yapmayı kendime ilke edinenlerdenim. Yaşamım boyunca ne biat ettim, ne de kimseyi biata zorladım. Bu tutumumdan dolayı da yukarda tanımladığım bizim topraklarımızda boy veren biatçı örgüt anlayışları ile hep kavgalı oldum ve katıldığım örgütler içinde de hep muhalif oldum. Ancak örgütsel görevlerimi de yeteneğim ve gücüm oranında harfiyen yerine getirdim.

Benim anlayışımda baş ve ayak ayrı ayrı değildir. Kimileri ne yalnızca  baş, kimileri  ne yalnızca ayak değildir, vucut başıyla ve ayaklarıyla, kollarıyla bir bütündür. Biri eksik olduğunda bünye sağlıklı işlemez. Yapmak istediğim bildiklerimi gelecek kuşaklara aktarmaktan ibarettir. İçinde 13 yıl yer aldığım bir örgütün içine düşürüldüğü durumun nedenlerini bildiğimce ortaya çıkarmaktır. Bütün devrimcilerin de yapması gerekenin bu olduğuna inanıyorum.

« Hatalarımızı, eksikliklerimizi anlatmayalım, düşmanlarımız bunu kullanır, genç kuşaklar olumsuz etkilenir » anlayışının arkasına saklanarak, yoldaşlarına kurşun sıkanları, örgüt olanaklarını gasp edenleri teşhirden geri durmak,  aynı suçlara bulaşmış olma korkusundandır.  Başkaca bir izahı olamaz, kol kırılır yen içinde kalır anlayışı günümüzde geçerli değildir. Artık iletişim çağında yaptığımız hataların üstünü örtme şansımız da bulunmuyor.

Burada sonlandırırken bilinmelidir ki, ben ve benim gibi bu süreçte yer alan yoldaşlar olarak hepimiz ; Poliste, işkencehanelerde muhbirlik ve ajanlığı kabul etmemeleri koşuluyla, direnmiş olsun, çözülmüş olsun, Ömrünün en güzel yıllarını zindanlarda geçirmiş olanların ve  her ne sebeple olursa olsun yurt dışına çıkan yoldaşların emeklerine saygılıyız. Bir ömrü devrime adamış olanların hatalarından dolayı yok sayılmalarına müsaade etmedik. Yüzlerce yoldaşımızın  bu mücadeleye güçleri oranında katkı yaptıklarına tanığız. Sezarın hakkının sezara verilmesi gerektiğine inanıyoruz. Mücadelemizde isimsiz yüzlerce kahramanımız olduğunu biliyoruz. Biz bildiklerimizi aktardık, elbette bizim bilmediklerimizi bilen yoldaşlarımız da var, onların da bir gün bunları aktaracaklarına olan inancımı korumak istiyorum. Biz ilklerin örgütü olduk. Örgütümüzün tarihi elbette kahramanlıklarla doludur. Ama kahramanlıklar yapmak, yapılan ihanetleri gizlememize haklılık kazandırmaz. Zaaflarımızı, hastalıklarımızı tedavi ederek uzun sağlıklı bir devrimci yaşam sürdürebiliriz.  Bu süreçte bilmeden kırdığım yoldaşlarım varsa onlardan özür dilerim.  Son olarak söylemek istediğim, geçmişe saplanıp kalınmamalıdır. Bu bitirici olur, yönümüzü yarına çevirerek yürümeliyiz. Devrimcilik süreklilik ister. Bir yaşam biçimidir, bir hayat anlayışıdır.