Şuanda 219 konuk çevrimiçi
BugünBugün1703
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9427
Bu ayBu ay9427
ToplamToplam10477851
kapitalizm nereye? gerçek ve fantezi- 1 PDF Yazdır e-Posta


İki bin on bir yılının Şubat-Mart aylarında küresel krizin Avrupa’da yarattığı panik karşısında ABD zoraki “soğukkanlı” görünmeyi yeğlemesine karşın, ABD nin de bu zoraki soğukkanlılığı ancak birkaç sürdü. Haziran ayında kredi kuruluşları ABD ekonomisinin girdiği darboğazı peş peşe açıklamaya başladılar. AB deki panik karşısında “bize bir şey olmaz” diyen AKP hükümeti ABD nin de bir açmaz içinde olduğunu itiraf etmeye başlamasıyla “kriz geliyor” demeye başladı. Kapitalizmin yeniden örgütlenmesinin ve şişmesinin de, onun ölümünün de nedeni olacak olan “kapitalizmin Krizi”nin, sınıf mücadelesinin örgütlenme ve atağa geçmesinin, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinin işaret fişeği olması açısından izlerinin sürülmesi, bir başka ifadeyle mücadelenin strateji ve taktiğinin belirlenmesi, sınıfların mevzilenmesi ve mücadele araçların doğru zamanda ve doğru biçimde kullanılması açısından kaçınılmaz olduğunu düşünmekteyiz. Yazının amacı akademik bir inceleme konusu olan kapitalist ekonominin tedavi edilemez ve bünyesel hastalığı olan “kriz”in, kapitalist ekonomiyi etkileme derece ve biçimini irdelemek, ekonomik sonuçları üzerinde durmak olmayıp, krizin işçi sınıfının iktidar atağı için yarattığı olanaklar üzerinde durmaktır. Ancak şu kadarı belirtilmeli ki, rekabetçi dönemde krizden yenilenerek çıkan kapitalizmin, emperyalist aşamaya ulaşmasıyla krizlerin devresel dönemleri de kısalmış, artık krizle tedavi üretim süreçlerinin yeniden örgütlenmesinin bir aracı olmaktan çıktığı gibi, yıkıcı etkisini de göstermeye başlamıştır. Kapitalizmin bunalım dönemleri krizlerle sistemi tehdit eder hale gelmiştir. Bu gün için söylenecek en kestirme tanımlama ise, krizle tedavide dönemsel süreçler artık arka arkaya gelmeye başlamış, kapitalizme suni solunum sağlayan krizler, arkasından daha ağır krizlerin davetçisi olmuştur. Son yirmi yıldır köpük baloncuğu uçuran kapitalizmin köpükleri patlamaya başlamıştır. Küresel kapitalizm ile yaşayabileceği ömrünü, kullanabileceği enerjiyi tüketmiştir. Kapitalizmin gidecek başkaca yeri kalmamıştır.
Kapitalizmin iki yüz yıl önceki tarihinde, serbest rekabetçi döneme denk gelen evresinde yaşadığı kriz, kapitalizmin gelişmesinin ve sıçramasının olumlu bir aracı olmasına karşın, Kapitalizmin emperyalist aşamaya sıçramasıyla birlikte  “ileriye taşıyıcı” fonksiyonunu yitirecek ve sistemin kan dolaşımını tehdit eder bir hastalık halini alacaktır. Sistem, varlığının devamı için artık sık sık aracın tamiriyle uğraşmak zorunda kalacaktır. Serbest rekabetçi dönemin ürünü olan liberalizmin “bırakınız yapsınlar” dönemi geride kalacak, “ piyasanın müdahale edilmeksizin işleyen bir makine olduğu” tezi, tezi ileri sürenlerce de tartışılmaya başlanacaktır. Üretim ilişkileri geliştikçe ve toplumsallaştıkça, üretici güçlerin gelişiminin önünü doğru orantılı olarak açılması gerekirken, gelişimin üretim araçlarının tekelleşmesine yol açması ters orantılı bir durum ortaya çıkarmış ve üretimin toplusallaşması artıkça, üretici güçlerin gelişiminin önü tıkanmaya başlamıştır. Üretimin tüketimden koparılarak, doğası gereği kar marjının yükseltilmesine bağlanması, yani arz-talep ilişkisinde ihtiyaçtan kopuk ve kar amaçlı üretimin mevcut pazarın hacmini aşması, stoklarn büyümesine ve üretimin tıkanmasına neden olmaktadır. Kriz bu noktada ortaya çıkmaktadır. Sistemi müdahalesiz işleyeceği savı gerçeğin karşısında havada kalmakta, devlet işletmelerin içine düştükleri krizden çıkması için kamu kaynaklarını seferber etmektedir. Vergiler artmakta, ücretler düşürülmekte ve emeğin serbestçe pazarlanacağı ilkesi artık sadece sözde kalmaktadır. Bu, sadece işçi sınıfı açısından artık değer sömürüsünün katmerleşmesi değil, aynı zamanda halkın geri kalan kısmının da sömürü çemberinin içine alınarak, geniş kesimlerden işletmelerin kasasına değer transferinin girmesi anlamına gelecektir. Yani mülksüzler (işçi sınıfı) gibi küçük mülk sahipleri, memurlar, bağımsız çalışanlar, kamu görevlileri de dolaylı olarak kapitalizmin sömürdüğü kesim haline gelecektir. Geniş kitlelerde sömürüye karşı baş gösteren hoşnutsuzluğun bastırılması, önüne geçilmesi ise devlet mekanizmasının da, sömürünün ve sömürüye karşı ortaya çıkan tepkinin niteliğine göre yeniden örgütlenmesi anlamına gelecektir. Bu noktada bir ayrımın vurgulanması gerekir. Marks ve Engelsin, doğal olarak kapitalizmin tekelci aşamaya-emperyalist aşamaya- ulaştığını görmeye, bu aşamanın özgün çelişkilerini irdelemeye ve sonuçlar çıkarmaya ömürleri yetmemiştir. Klasik-serbest rekabetçi dönem kapitalizmi- kapitalizmin işleyişinde sömürü doğrudan artı değer sömürüsüdür ve çelişki Kapitalist ülke burjuvalarıyla işçi sınıfı arasındadır. Marks-engelsin neden proletarya devriminin gelişmiş kapitalist ülkelerde başlayacağı beklentisinin ipuçlarını burada aramak gerekir. Yoksa sıkça rastlanan Marksizm’in hafızlarının ayet eyledikleri gibi Marks-Engelsin gelişmiş kapitalist ülkeler dışında- Avrupa’nın başka yerinde- başkaca bir ülkede devrimin olamayacağını, giderek bu ülkelerde ezkaza işçi sınıfı iktidarı alsa bile sosyalizmi kuramayacağına ilişkin vaazları sosyalizmin gizli düşmanlığından başka bir şey değildir. Marks-Engels rekabetçi kapitalizm döneminin çelişkilerinin gözlemini yaparken özellikle Fransa’da yoğunlaşmasının nedeni Fransız kapitalizminin İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerine nazaran, krizlerle daha sık yüz yüze gelmesidir. Bu dönemde Marks ve Engels de işçi sınıfının iktidar atağı için kapitalizmin krizinin yoğunlaştırdığı tepkilerin iyi izlenmesi gerektiğine işaret eder ve “Fransa’da sınıf Mücadeleleri”nde krizin devrimci kalkışma için en uygun zaman olduğuna vurgu yaparlar. Kriz dönemleri dışında gelişen devrimci pratiğin-grevler, direnişler- kriz anında iktidar atağına dönüşeceğini düşünürler. Yoksa Marksizm düşmanlarının iddia ettiği gibi, gelişmiş ülkeler dışında başarıya ulaştırılan işçi iktidarlarına Marks ve Engelsin “prim vermediği” iddiası,  aslında Leninizm’e ve Sovyet devrimine saldırı için kurnazca kotarılmış karşı devrimci bir ön hazırlıktır.
Marks ve Eneslin yaşadığı çağda kapitalizm devresel bunalımlarını ve bunalımların özel ve derinleşmiş hali olan krizleri üretim süreçlerinin daha karmaşık ve ileriye dönük olarak örgütlemesinin bir aracı olarak kullanmıştır. Bu araç ekonomik altyapıda kapitalizm öncesi üretim biçimini ve ilişkilerini tasfiyede, politik arenada ise burjuva iktidarların sağlamlaştırılmasında, devlet mekanizmasının merkezileştirilmesinde, burjuvazinin eğitim, kültür, ahlak ve sanat gibi üst yapısal kurumlarının oluşmasında meşru bir araç olarak kullanıla gelmiştir. Genç kapitalizm, bünyesel hastalığı krizi, bünyesinin gelişmesini sağlayan bir panzehir olarak kullanmayı başarabilmiştir. Bu dönem kapitalizminin, Burjuva ulus devletlerin vurucu gücüyle genişlediği, yeni pazarlar ve sömürgeler elde ettiği unutulmamalıdır. İngiltere kapitalizminin iç dinamiğinin güçlü olması krizlerle daha az yüz yüze gelmesinin, İngiliz işçi sınıfı mücadelesinin ekonomizm sınırını geçememesinin nedenleri burada aranmalıdır. Dönem itibariyle İngiliz işçi sınıfının değme örgütü Fabianların mücadele çizgisinin ekonomik demokratik mücadelenin ötesine geçmemesi, işçi sınıfının iktidarı talep edebilecek yetenekte bir örgütlenmeye sahip olamayışının nedeni, İngiliz kapitalizminin görece rahat gelişmesi, sınıf çelişkilerini nitelik sıçramasına uğratacak sınıf örgütlerinden yoksun oluşudur. Fransız Kapitalizminin gelişimi bu yönüyle İngiliz kapitalizmi kadar rahat değildir. Fransız burjuvazisi İngiliz burjuvazisi gibi geniş sömürgelere, pazarlara sahip değildir ve yayılma-sömürü ağının darlığı üretimle Pazar arasındaki çelişkiyi sık sık gün yüzüne çıkarmakta ve daha geniş pazarlara sahip olmak için içeride artık değer sömürüsünü yoğunlaştırırken, dışarıda diğer burjuva uluslarla Pazar savaşlarına girişmektedir. Artık değer sömürüsünün yoğunlaşmasının görünür şekli olan ücretlerin düşüklüğü, günlük çalışma sürelerinin uzunluğu, emeğin serbestçe pazarlanmasının engellenmesi gibi sömürüyü artırıcı faktörler içerde işçi sınıfının tepkisine neden olurken, dışarıda diğer ulus devletlerle savaşın maliyeti de işçi sınıfının ve diğer emekçi kesimlerin üstüne yıkılmaktadır. Bu olgu Fransız burjuvazisi ile Fransız işçi sınıfını sınıf mücadelesinin çeşitli bileşenleri ile yüz yüze getirmektedir. Grevler “ekonomik” boyutu aşmakta, fabrika işgalleri yaygınlaşmakta, iç savaş görüntülü çatışmalar işçi sınıfının yoğun olduğu kentlerde alışılmış görüntüler oluşturmaktadır. 1848 Bahar ayaklanmaları kanla bastırılan Fransız işçi sınıfı, ayaklanmadan edindiği dersleri mücadele pratiği içinde örgütsel dirence dönüştürmüş ve Paris Komününe taşımıştır. Komün ayaklanmasının başlatılmasına bilindiği gibi Marks-Engels uyarıcı tavsiyelerde bulunmuş, ayaklanmanın zamansızlığına işaret etmişler, ancak ayaklanma başlayınca da Komün barikatlarında militanca savaşmışlardır. Burada Marks ve engelsin uyarısı ile Leninin devrimci kalkışma için beklenmesi gereken koşulların tahlilinin çakışması bir tesadüf de değildir. Marks-engelsin komün ayaklanmasını zamansız bulmalarının nedeni Fransız burjuvasının nispeten rahat bir dönem yaşadığıdır. Oysa kriz döneminin toplumsal tepkileri yoğunlaştırıcı etkileri iyi gözlemlenmeli ve bu dönemin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluk sınıfın gücüyle birleştirilmelidir. Krizin kapitalist ekonomideki sarsıcı etkisinin, aynı zamanda siyasal politik egemenliğinde de bir zayıflama yaratacağı, salt işçi sınıfının değil yönetilen diğer kesimlerinde hoşnutsuzluklarının iktidara karşı kullanılabilir olması gerektiğidir. “Devrimci durum”un çözümlenmesi konusunda Marks-Engels ile Lenin’i karşı karşıya getirme heveslisi ayetçi Marksistlerin bu durumu bilmediği düşünülemez. Ancak onların görevi, yüzlerini gizleyen “devrimci maske” nin arkasındaki ne yaptığını ve kime hizmet ettiğini bilen sinsilikle birbirini tamamlayan devrimci teorinin devrimcileri arasında güya çatlak yaratmak, çelişki aramak ve kitlelerin bilinç bulanıklığına davetiye çıkarmaktır. Hatırlanmalıdır ki, Lenin “devrimci durum tahlilinde” de bu krizin politik etkisinin beklenmesi gerektiğine işaret ederek “ devrimci durum uçun, devrimci kalkışma için yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemez olmaları yetmez, aynı zamanda yönetilenlerin de aynı zamanda eskisi gibi yönetilmek istememeleri gerekir”. Yönetenlerin eskisi gibi yönetemez olmaları kapitalizmin krizinin baş göstermesi, yani objektif bir duruma işaret ederken, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istememeleri de sübjektif bir duruma işaret etmektedir. Yönetilenlerin, kendiliğinden eskisi gibi yönetilmek istememelerini beklemek, devrimi geleceğin belirsiz bir tarihine ertelemek demektir. Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememelerini sağlamak için kendiliğinden hoşnutsuzlukları örgütlü tepkilere dönüştürmek, kullanılabilir her türlü araç ve gereçlerle kitlerin potansiyel memnuniyetsizliklerini açığa çıkarmak, tarafsızlaştırılacak bütün güçleri tarafsızlaştırarak burjuvazinin kitlesel desteğini kırmak, siyasal üstünlüğünü bertaraf etmek için ihtiyaç duyulan zorunlu araç işçi sınıfının fiili ve ideolojik öncülüğünü üstlenecek yetkinlikte sınıf partisinin kaçınılmazlığıdır. Bu görevi yerine getirecek yegane araç sınıf partisidir. Lenin’in işaret ettiği de budur. Konuyu irdelemeye gelecek yazımızda devam edeceğiz.