Şuanda 296 konuk çevrimiçi
BugünBugün3076
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10800
Bu ayBu ay10800
ToplamToplam10479224
maraş maraş... PDF Yazdır e-Posta


(DEVRİMCİLER, ALEVİLER VE KÜRTLER)

Bundan tam 33 yıl önce Maraş’ta, devrimciler, aleviler ve Kürtler’e yönelik kanlı bir katliam yaşandı.

Tam 33 yıldır 19-26 aralık tarihleri arasında Maraş katliamı üzerine yazılar yazılıyor. Olayların nasıl ve kimler tarafından başlatılarak kaç can’ın, nasıl da vahşice katledildiği üzerine değerlendirmelerde bulunuluyor.

Yapılan değerlendirmelerin hemen birçoğu, katliamı, öncesi ve sonrası olaylarla ele alıp bugünkü sonuçlarıyla karşılaştırmıyor. Değerlendirmeler, MHP’li sivil faşist güçlerin, adı geçen dönemde, devrimci hareketin sindirilmesi adına ülke çapında giriştikleri saldırıların bir parçası olarak gösteriliyor.  Doğruluk payı olmasına karşın bu tür değerlendirmelerin eksikli olduğu da bir gerçek.

Çorum, Malatya,Erzincan,Tokat, Sivas, ve Maraş’ta yaşanan toplu katliam veya katliam girişimleri, devrimci-demokratlar ve ilerici aydınlar üzerinde kurulmak istenen baskı, şiddet ve sindirerek korku salma politikasının,bir başka alanda tekrarı niteliğindedir.

1975-80 arası meydana gelen bu ve benzeri olaylar, 12 mart’tan 12 eylüle uzanan  büyük bir  komplonun birer parçası olarak ele alınıp, 12 eylül dönemi ve sonrası ortaya çıkan sonuçları ile ilişkilendirilmeden sağlık sonuçlar çıkartılabileceğini sanmıyorum. .

Hepimizin bildiği ve genel kabul gören bir gerçeği, bir kez daha tekrarlamak durumundayım.

12 mart 1971 darbesiyle  ağır yaralar alarak  tüm öncülerini kaybetmiş olan devrimci hareketimizin,  aldığı ağır maddi hasara karşın, bu süreçten, ideolojik üstünlügünü koruyarak çıkmasını da bilmiştir.

Bu nedenle olsa gerek, 12 mart yenilgisinin yaralarını, bir kaç sene gibi kısa bir sürede  sararak, 1975 sonlarından başlamak üzere, ülkenin hemen her köşesine hızla nüfuz edebilme aşamasına gelen sosyalist hareketin ideolojik etkinliği, esas olarak, devrimci gençlik, aleviler, Kürt kökenli yoksul halk ve  aydınlar üzerinde olumlu etkiler bırakmaya başlamıştı.  Yeteri kadar örgütlü olmasa da, artan oranda büyüyerek kitleselleşmesinin nedenlerini burada aramak gerekiyor.

İdeolojik üstünlüğün önemi, 12 mart darbecileri tarafından önceleri fark edilememiş olmasına karşın, bu süreci tamamlamak adına bir kez daha siyasal erki gasp eden 12 eylülcüler tarafından özellikle farkedildiğinin de altını çizmek durumundayız.

Bu tespitten hareketle, Eylül dönemi boyunca, 15 milyon alevi ve bir o kadarda Kürt kökenli muhalif potansiyel üzerinde yürütülen depolitizasyon politikalarının  başarılı olamadığını kim iddia edebilir ki?

Fiziki saldırganlık, suikast ve toplu kıyımların, bir yerden sonra etkisiz kaldığının farkına varanlar, sonuç alıcı asıl hamlenin, devrimci sosyalist güçlerle halk kitlerleri arasındaki gönül bağının( ideolojik yakınlığın) kopartılarak, birbirlerinden soyutlayıp yalnızlaştırmak olduğunu görüp eylemlerinin muhtevasını bu noktada yoğunlaştırmışlardır.

Bugün, üzerinden 30 seneden fazla bir zamanın geçmiş olmasına karşın, eylülist darbenin yol açtığı tahribatların hala sarılamamış olmasının  nedenleri de buradadır.

Aleviler, Kürtler ve aydınlar bu nedenle hedef kitle olarak belirlendi ve fiziksel ve ideolojik şiddet bunlar üzerinde yoğunlaştırıldı.

Başını ABD emperyalizminin çektiği sıcak savaş döneminin istihbarat örgütleri ve ülke içersindeki işbirlikçi paramiliter güçlerin stratejileri belliydi.

Stratejik hedef; Devrimci düşünce ve sosyalist aydınlanma virüs(!)ünün, gençler, Aleviler, Kürtler ve aydınlara bulaşmasının önüne geçmek ve bunlar arasında ilerde kurulması muhtemel bir  birliğin önüne barikatlar kurmaktı.

Devrimci gençlik hareketi üzerine yapılan saldırılar bir yana, aydınlara yönelik suikast eylemleri,  alevi-sünni, Türk-Kürt çelişkisinin bulunduğu illerde yapılan provokasyonlarla, Gelişmekte olan devrimci mücadeleyi, halkın gözünde, ‘’neye ve kime hizmet ettiği belli olmayan, başı bozuk anarşist eylemler’’miş gibi gösterip, bu tür olaylardan uzak durulmasını telkin edenler, aksi taktirde, can, mal ve namuslarının güvenliğinin tehlikede olacağı mesajını vermek istiyorlardı.

‘’Sag-Sol çatışmasıdır’’ diye basite indirgenen, ‘’eylem her şey, amaç hiçbir şey’’ diye gösterilmek istenen her toplumsal çatışmada, özellikle aleviler ve Kürt’lerin hedef alınarak,genç-yaşlı, kadın-erkek ve çocuk ayrımı yapılmaksızın yapılan kıyımların,  kimileri tarafından, bu türden saldırıların, özellikle aydınlar, aleviler ve Kürtleri birbirlerine  daha da yakınlaştırmıştır diye yorumlansa da, bu tespitin doğruluk payı kesinlikle bulunmamaktadır. Bu tür saldırılarla, devrimciler ve halk güçleri arasına bir korku duvarı örülmek istenmiş ve bundan da başarılı olunmuştur. Devrimcilerle birlikte hareket ettiğiniz sürece,’’ can, mal ve namus güvenceniz yoktur’’ denilmek istenmiştir.

Ayrıca, İster alevi,ister kürt olsun, genel olarak kendilerini müslüman gören bu kesimin, bazı çevreler tarafından, özellikle dinsiz ve ateist olarak gösterilerek, saldırganlıklarını kitleselleştirerek yoğunlaştırma çabaları, Alevi ve Kürt muhalefetinin tedirginliğine neden olmuş ve bu tedirginlik sonucudur ki, tehlikede olan güvenliklerini koruma içgüdüsüyle Ateist olarak bilinen sol’la bağlarının zayıflamasına yol açmıştır.

12 eylül faşist darbesine giden yolların temel taşları, çok yönlü bir planın bir parçası olarak Maraş’ta da sahneye konulurken,  Adalet Partisi (AP) inden kotarılan bir kısım milletvekiline birer bakanlık koltugu vermek suretiyle iktidar koltuğuna oturan Bülent ECEVİT’in, bir soru üzerine,‘’kontrgerilla diye resmi bir kuruluşun olmadıgını’’ söyleyerek tam bir aymazlık içerisinde olduğunu da belirtmek durumundayız.

Sıcak savaş döneminin kıran kırana devam ettiği dünya’da, uluslararası emperyalist devletlerin, Komşumuz Sovyetler Birliği’ne karşı bir koruma duvarı olarak gördükleri Türkiye’deki devrimci dalganın yükselerek devam etmesini durdurmak için ellerinden gelen her şeyi sahneye koydukları bir dönemde, Aynı Bülent ECEVİT’in eliyle, kendilerini iki sene sonra Zincirbozan’a hapsedecek olan Kenan Evren’i,  eğe ordu komutanlığından alarak, önce Kara kuvvetleri komutanı, ardından da Genel kurmay başkanı ilen etmesi bile  aynı planın bir başka ayağıdır.

Bir yandan toplumsal olaylarla halkı birbirine kırdırtmak öte yandan, toplumda infial yaratacak cinayetler tertipleyerek bu gidişe dur diyebilecek bir müdahaleye zemin hazırlamanın önkoşulları bu dönemde atıldı.

1978 yılı, Devlet terörünün doruğa çıktığı, korku ve kaos ortamının hemen herkes tarafından hissedilebilecek şekilde yaygınlaştırıldığı bir yıl olarak tarihe geçti. Cinayet ve toplu kıyımlar, Derin devletin koruması ve kollaması altında MHP’li sivil faşist güçler kullanılarak gerçekleştirildi.

16 Mart’da, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin üzerlerine bomba atılarak 7 öğrenci bu dönemde katledildi.

Ankara Cumhuriyet savcısı Doğan Öz, politika gazetesi yazı işleri müdürü Ali İhsan Özgür, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doc. Bedrettin Cömert, Ord. Prof. Dr. Bedrettin Karafakioğlu, Ankara Bahçelievler’de 7 TİP üyesi genç ve yüzlerde devrimci, faşist katiller ve karanlık güçler tarafından aynı dönem içerisinde kurşunlandı. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Servet Tanilli hocamızın vurularak yıllardır tekerlekli sandalye ye yine bu dönemde mahkum edildi. Mihri Belli’ye yönelik suıkast girişimi bu sırada gerçekleştirildi.

Bütün bu cinayet ve katliamlar pervasızca işlenirken, buna alet olan ve bu eylemlerde kullanılan katillerin politik sözcüleri, tehditlerine aralıksız devam ettiler. 

‘’Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz’’  diyen Süleyman Demirel’e inat., 30 Temmuz 78’de, dönemim MHP genel Sekreter yardımcısı Yaşar OKUYAN, ’’... İktidar iş başında kalmakta inat ettiği sürece daha çok kan dökülecektir’’ diye,’’adam öldürmeye devam edeceklerini açık-seçik ilan ediyordu. Katil’e katil demeyenlerin cinayete ortak oldukları gerçeğinden hareket edecek olursak,  29 Ekim 78 tarihinde MHP Genel başkanı Alpaslan TÜRKEŞ’in, Almanya’da ‘’ Bize katil diyenlerin ağızlarını yırtarım’’ sözlerine dönemin hemen tüm politik figüranları sessiz kalıyordu..

MHP’nin 1975-80 döneminde, Emperyalist devletlerin, özellikle’de CIA’nın, ülkemizdeki provokasyon aracı ve cinayetlerinde kullandığı kiralık katili olarak görev yaptığını söylemeye bile gerek yok.

Yıllar sonra, dönemin önemli MHP militanları bile kullanıldıklarını itiraf ederek, Bunlardan bazılarının da, Hapisten çıkar çıkmaz doğruca Deniz Gezmiş’in mezarını ziyaret ederek ‘’ruhuna fatiha’’ okuduklarını TV’deki açıklamalarından biliyoruz.

Türkiye hızla 12 eylül’e doğru ilerlerken, ‘’müftü’lerin de, resmi nikah kıyabilmelerine ilişkin yasa teklifi’’ hazırlayan ve, ısrarla, ülke çapında Sıkıyönetim ilan edilmesi talebinde bulunan bu partinin, bugün, geçmişindeki karanlık geçmişinin hesabını vermeden, B. Avrupa ve ABD karşıtı  bir politika izlemeye çalışıyor  gözükmesi, elbette inandırıcı olmaktan uzaktır.

12 EYLÜL NEYİ BAŞARDI?

12 eylül’ün neyi başarıp neyi başaramadığı, bu yazının konusu olmamakla birlikte, asıl ‘’başarı’’sının, 12 mart darbesi ile kaybettiği ideolojik üstünlüğü, yeniden ele geçirmiş olmasıdır diyebiliriz.

Yukarda da belirttiğim gibi, 1975-80 döneminde kendiliğindenci de olsa, hızla yükselen devrimci dalganın manivelası, 12 mart’ın açtığı ağır hasara karşın ideolojik üstünlüğün kaybedilmemiş olmasının bir sonucuydu..

Eylül rejimi, 12 mart darbesinin bu büyük zaafını fark etmiş, fiziki şiddetin yanı sıra ideolojik şiddeti devreye sokmuştur. Böylelikle devrimci hareketin ideolojik etki alanlarına nüfuz ederek,devrimci hareketin yaşam alanlarını kurutma yoluna gitmiştir.

1975-80 arası, Müslüman olarak görülmeyerek saldırılara maruz bırakılan alevilerin müslümanlaştırılması(!) için, Alevi köylerine cami’ler yapılmış, okullarda din dersi eğitimi mecburi kılınmıştır. Tüm dernek ve demokratik kitle örgütlerinin kapılarına kilit vurulurken. bugün Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı makamlarını işgal eden zat’ların yetiştiği MTTB( Milli türk talebe birliği) nin faaliyetlerine hiç bir kısıtlama getirilmemiş, serbestce örgütlenmelerinin önü açılmıştır..

Daha sonra, Alevi köylerine Cami ve mecburi din dersi uygulamalarının da yetersiz kaldıgı düşünülerek Özal döneminde, ayrı bir alevi örgütlenmesine gidilmesi için bir takım kişilere özellikle yol verilmiştir.

İzzettin Doğan gibi kimi alevi dedeleri bu dönemde önemli oranda kullanılmıştır. Adnan Menderes’in, Demokrat Partisi (DP) milletvekili Doğan DOĞAN’ın oğlu İzzettin Doğan’ların özellikle kullanılması, aleviler ve devrimciler arasındaki gönül bağının kopartılmasına yönelik  önemli bir adımdır.

Bu durum, eylül öncesi dönemde, sosyalist hareketin etki alanında bulunan yada militanlığını yapmış  azımsanmayacak çoğunlukta bir kitle tabanının devrimci saflardan ayrılarak alevi örgütleri içerisinde yer almaların da önünü açmıştır.  

Geçtiğimiz aylarda yapılan son genel seçimler de, ‘’Avrupa alevileri konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker’’in, İstanbul 1. Bölge’den bağımsız milletvekili adayı olması, subjektif niyetlerin ötesinde objektif olarak, yurtsever Kürt hareketinin tabanına yönelik bir bölme operasyonu sayılmalıdır.  Turgut Öker’in, 12 eylül döneminde, radikal bir sol hareket içerisinde militan olarak görev yapmış olduğu düşünülecek olursa, sorun çok daha anlaşılır olacaktır.

Hal böyle olunca, 12 eylül karanlığının, ‘’24 ocak kararları’’, ‘’anarşi ve terörün’’ durdurulması, güven ortamının yeniden ‘’tesisi’’ gibi sözde ‘’başarıları’’ları bir yana, asıl başarısını, rejime muhalif güçlerin birlik ve bütünlüğünün bölüp parçalanması adına yürütülen depolitizasyon politikalarında aramak gerektiğini bir kez daha belirtmek yanlış olmayacaktır kanaatindeyim.  

MARAŞ VE’’ DEVRİMCİ SAVAŞ’’

Bütün bu anlatımlardan hareketle, Maraş’ta yaşanan katliamın, bir bütün olarak, Maraş’ın kendi özgüllüğü ile bir bağlantısının olmadığını elbette söylemek istemiyorum.

1975- 80 döneminin yükselen devrimci dalgası her yerde olduğu gibi Maraş özelinde de etkisini göstermiş, tarihinde hiçbir zaman  olmadığı kadar, devrimci hareket burada da  filizlenmeye başlamıştı. Devrimci işçi sendikaları konfederasyonu (DİSK) bu bölgeye girmiş ve örgütlenme çabası içersindeydi. Okullarda devrimci öğrencilerin inisiyatifleri artmış, bazı fabrikalarda, örneğin Sümer bez fabrikasında devrimci bir sendika ilk defa bir yetki belgesi almıştı. YS.E ‘de ilerici insiyatif kendini gösterirken TÖB Der ve Halkevi gibi demokratik kurumların saygınlıkları da önemli oranda artmıştı.

Maraş özelinde yaşanmakta olan devrimci kıpırdanış, özellikle alevi ve Kürt kökenli vatandaşların yoğun olarak bulunduğu mahallelerde devrimci hareketlerin örgütlenme çabası, karanlık güçleri ve karanlık güçler tarafından kullanılan  sıvıl faşistleri tedirgin etmiştir.

Bu tedirginlik 80 yaşında bir yurtsever’in silahla taranarak öldürülmesi üzerine doruga çıkmış, olayı protesto eden devrimci güçlerin kararlı tepkisi, derin devletin resmi güçlerini ve sivil faşist militanları harekete geçirmiştir.

Çiçek sinemasında günlerdir oynamakta olan ‘’güneş ne zaman doğacak’’adlı filmin bombalanması, böyle bir katliamın nedeni değil, sebebi olabilecek bir provokasyondan ibarettir.

Maraş olaylarında yaşanan katliamın büyük bölümünün, devrimci hareketin zayıf  ve halkın genellikle örgütsüz bulunduğu mahallelerde meydana gelmiş olmasının altını da çizmek gerekiyor. Yusuflar Mahallesi’nde yaşanan katliam, ondan çok daha büyük bir saldırıya maruz kalan Yürük selim mahallesinde olmamışsa eğer,  Devrimci hareketin, esas olarak da  Devrimci-savaş örgütünün insiyatifi ve kararlılığı nedeniyledir..