Şuanda 332 konuk çevrimiçi
BugünBugün3101
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10825
Bu ayBu ay10825
ToplamToplam10479249
ulusal sosyalizm, ulusalcılık, türkiye usulü sosyal demokratlık! PDF Yazdır e-Posta


Klaus Mann, Ulusal Sosyalistler'in (Almanca NASYONAL SOSYALİST, bilindiği üzre kısaca NAZİ diyoruz), iktidara gelmelerinden sonra, sürgün hayatını tercih etmek zorunda kalır. Mann soyadının edebiyattaki ağırlığı, onun başarısını zaman zaman perdelemiştir ve kendisi de bu durumdan duyduğu rahatsızlığı çeşitli zamanlarda belirtmiştir. Her şeye rağmen, edebiyat dünyası kaleminin ustalığını kabul etmiş, onun asıl değeri ise kısa ömrünün sonrasında, intiharından sonra anlaşılmıştır.

 

Babası ile bir türlü düzelmeyen soğuk ilişkisi ölümüne kadar sürüp gider.  Thomas Mann, ancak oğlunun ölümünden sonra, Klaus'un kaleminin ustalığı konusunda hakkını teslim etmiştir. Klaus Mann,  edebiyat dünyasına, Alman edebiyatına, ilk eşcinsel romanın (Der fromme Tanz- Türkçeye Kutsal Dans olarak çevrilmiştir) yazarı olarak da damgasını vurmuştu. Klaus M., 1900'lü yılların ilk çeyreğinde dönemin bütün katılığına karşın, tercih ettiği hayatı yaşadı, bu hayatı yine iradi bir kararlılıkla, kendi isteği ile sonlandırdı.

 

Klaus Mann, sürgün olarak gittiği Güney Fransa'dan, dönemin önemli edebiyat adamlarından biri olan, dışavurumcu Alman şairi, doktor Gottfried Benn'e bir mektup yazar. Gottfried Benn,  hemen bütün diğer kurumlar gibi, ULUSAL SOSYALİST Hitler İktidarı'nın propaganda araçlarından birine dönüşen Prusya Sanat Akademisi'ni üyesidir ve aydınların ardarda istifa ettiği kurumdan istifa etmemiştir.  Bu durumdan etkilenen ve eleştiren Mann, Benn'e aşağıdaki satırlarla seslenir;

 

''Çok sevgili ve saygıdeğer Doktor Benn,

yazılarınızın  tutkulu ve sadık bir hayranı olmamın bana verdiği hakla,   düşün adamı olarak varlığınıza yönelerek, bir soru ile huzurunuza gelmeme izin verin. Çalışmalarınızın değerlerini iyi bilen ve anlayabilen  bir okuyucusu olmam, bana bu satırları yazdırıyor.  Size şu soruyu yöneltiyorum.  Son haftalarda ''Alman Vak'ası'' hakkında takındığınız tutum konusunda gelen çeşitli duyumlara inanmam durumunda, dehşete kapılmam kaçınılmazdı.  Bunu istemem mümkün değil.   Alman yazarları içinde bir tek sizin Akademi'den (Prusya Sanat Akademisi) istifa etmediğinizi duymak ise söylentilerin doğruluğunu gösterdi. Anlaşıldığı kadarı ile kritik bir noktadayız.

Son derece dikkatli davranılmadığı takdirde, mantık dışı olana aşırı sempatinin, siyasi reaksiyonlara neden olacağı kaçınılmaz bir yasadır. Kimi düşün insanlarını aşırı çeken ''uygarlık'' karşıtı tutum, birdenbire önce şiddet kültü, ardından ise Adolf Hitler'in yanı başında buldurur kişiyi.

İzninizi almadan sizinle konuşma cüretini gösterdiğim için sizden özür diliyorum. Fakat bilmelisiniz ki, siz ve sizinle birlikte sayıları çok olmayan bir kaç kişi daha, hiç bir şekilde ''karşı tarafta''' kaybetmek istemediklerimdensiniz. Fakat bu saatten sonra  net tavır alamayanlar, bugün ve hiç bir zaman bizden olamayacaklardır….''

 

Klaus Mann bu mektubu 9 Mayıs 1933 günü kaleme alarak, Akademi'den istifa etmeyen Benn'e göndermişti. Naziler onun kitaplarını toplatarak, 10 Mayıs 1933'te Almanya'nın şehir meydanlarında yakarlar.

 

Gottfried Benn, 25 Mayıs 1933'te Berlin radyosu ve Deutsche Allgemein Zeitung'da yayınladığı açık bir mektupla Klaus Mann'a ''Edebiyatçı Sürgünlere Cevap'' başlığı altında yanıt verir  ve ''yurtdışına kaçarak,  ulusal hareketi yakından yaşamadıkları için Alman Vak'ası üzerine konuşmaya haklarının olmadığını beyan eder. Konuşmasını, kişisel olarak ''halkının da izinden gittiği'' yeni ''Devlet''e olan bağlılığını ifade ederek bitirir.

 

Bavyeralı Oskar Maria Graf, 10 Mayıs 1933 günü tarihe düşülen kara bir leke olan, rejim karşıtı aydınların kitaplarının şehir merkezlerinde yakılması ''Vak'a''sını, Viyana'da bulunduğu esnada öğrenir. Kendi kitaplarının ise ULUSAL SOSYALİST

rejim tarafından kara listede değil, ak listede olduklarını, hatta faşistlerce zararsız ''VATAN ŞAİRİ'' addedilerek, tavsiye edilecek kitaplar listesine alındıklarını öğrendiğinde isyan eder.  12 Mayıs 1933 günü bütün yabancı gazetelerde yayınlanan ''VERBRENNE MICH!.-BENİ YAKIN'' başlığı altında yayınladığı çağrı ile kitap yakmalarını protesto eder ve eserlerinin faşistlerin tavsiye ettiği kitaplar listesinde olmalarını reddettiğini açıklar.

 

Hemen ardından ULUSAL SOSYALİSTLER özel bir kitap yakma eylemi organize ederek, Graf'ın kitaplarını yakarlar. O da vatandaşlıktan çıkarılır  ve bir çok meslektaşı gibi sürgüne gider.

 

Tekrar Gottfried Benn'e dönecek olursak, Benn, 1934 yılı ortasından sonra rejimin kirli ve kanlı yüzünü görür, çok değil sadece bir kaç yıl sonra ise artık rejimin dışladığı yazarlardan biri olmuştur, yakın dostlarına günah çıkararak, Klaus Mann'ın kendisine yazdığı mektup ile aslında ne kadar haklı olduğunu itiraf eder. 

 

Kuşkusuz, her ''Vak'a'' kendine özgün koşullara sahiptir.  Ancak her Vak'anın ortak bileşenlerinin olduğunu da tarih, ısrarla yüzümüze yüzümüze vuruyor. Devlet'i sadece bir iktidar sorunu olarak görmek, devlet örgütlenmesinin asıl dayandığı rejimi ve ideolojisini -buna Türkiye'de Kemalizm diyoruz-, ısrarla sorgulamaktan kaçınmak Türkiye Cumhuriyeti yarı aydınlarının pek işlerine gelen bir durum. Yarı aydınların genel olarak  ''sosyal demokrat''  olmaları, bunun da adının solculuk olması, ehven-i şer bir durum değilse nedir?

 

Bu aydıncıklar sadece top çevirmeyi eylemden sayarlar. Sosyal olmayı başörtüsü takmamak, demokratlığı da özgün müzik dinleyerek protestçilik oynamak sanırlar ya da sığ göllerin tatlı su balıkları olarak biraz sanat, biraz roman, hikaye ile bir bilmişlerdir ki, mangalda kül bırakmazlar. Oysa dünya literatüründe sol olmak, solcu olmak, sosyal demokrat olmak, demokratın sosyali olmak sınıf sorununda, kadın sorununda, etnik sorunlarda ciddi taleplerle yürümeyi, mücadeleyi gerektirir. O kadar ki, gerektiğinde yaşadığın toprakları terk ettirecek kadar sağlam taleplerdir bunlar, söylemeye, yürümeye, özlem ve acı ile ölmeye, belki de öldürülmeye, idam edilmeye kadar götüren taleplerdir. Belki yıllar sonra ardınızdan birisi en fazla ve sadece ''evet, o haklıydı'' diyecektir. Belki tek ödülünüz de bu olacaktır. 

Geçmiş yaşanmış katliamlar gerçeğini görmeyen, bu konuda aklı başında tek düşünce üretmeyen, katliamları görmezden gelmenin, demogojilerle yırtmanın hesapkarları, Kürt sorununda üç maymunu oynarlar, Ermeni soykırımını reddederek, ''giderken yollarda öldüler'' derler. Solcu sosyal demokratlar, sizler  komiksiniz.15-20 sene öncesinin hesabını soramayacak kadar namustan yoksun, korkak ''sosyal demokrat'lar'', varsın siz ''SOLCU'' olun. Solcu olmak, eğer  Türkiye'de ''sosyal demokrat'' olmak anlamına geliyorsa, ben solcu değilim.