Şuanda 288 konuk çevrimiçi
BugünBugün3070
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10794
Bu ayBu ay10794
ToplamToplam10479218
Oyun: Bre H. PDF Yazdır e-Posta


II.Perde

Başlangıcın görsel gizi: Yazıyla, üst üstre iki noktadır.

Yani(:)Parentez içinin harflerle sözcüge dönüstürülmüs hali.

O ki, 'oyun' kelimesinin açıklama bekledigine işaret eder. Bilindigi gibi oyun deyince hemen çocuklar akla gelir. Çocuk oyunları, zararsız, temiz ve masumdur. Ayagınız burkulsa, yüzünüze gözünüze bir tırnak izi alsanızda acıtmaz. Öz ve biçim olarak büyüleyici güzelligini natür olusundan alır.

Büyüklerle bulaşık ele aldıgınızda sözcük; kokuşmuş, kirli bir bayat yığını olarak karşılar sizi. Siyaseten oynandıgında, oynayan Devlet veya kişilerin çapı, onun öz ve biçiminide karekterize eder. Kesindir ve  ilk çagrısım hemen Osmanlı'nın akla gelecegidir. Hani şu bilinen özdeyis; "Osmanlı da oyun çoktur." Demokrasilerde çare tükenmedigi gibi..! Her seyin bir yolunun bulunacagını anlatır. Ahlaki veya degil fark etmez. Karaman’ın Koyunun da oldugu gibi, bazen sonradan ortaya çıkar.
 
B-re H ise: iki perdelik oyunun adı'dır. Yönetimi kollektif olsada, şimdilik tek kişilik artist’le sahneleniyor.
 
Dikkatli tiyatro severler, sahnelemedeki teknik garipligi hemen sezmis olmalılar. Dikkat edilirse 'Oyun' ikinci perdeyle başlıyor. Bu geleneksel sahneleme anlayışına karşı bir manifestodur.

Ayrıca Reji'deki kollektivite ile birlikte düsünüldügünde ciddi bir yenilik… Tiyatro sanatına ustaca bir katkı olarak degerlendirilmelidir. Oynayan Artist'in genç ve tecrübesiz olmasına karşın oyundaki performansı gelecek denemelerinde başarılı olacagınında göstergesidir. Henüz yedek oyuncuyken aldığı riskli rollerden hareketle hakkında bir yazi yazmıs, isim belitmeden, ümit ederim beni yanıltır; hakkında yazmak zorunda kalmam temennisinde bulunmus; olası BU OYUN'u site’de de,  Konuk yazilar bölümü,4 ocak 2011 tarih, bu gün itibariyle 209 numaralı yazıda duyurmuştum. İsteyenlerin tekrar  okumasına  sunuyorum.


 
1. Perde.

 
MORGDA CESET (ÖLÜ) ARAMAK.

Salı, 04 Ocak 2011 12:20

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.

Yiğit ve yoğurt yanyana gelince; özelikle, bize ait toplumsal bir özelliğe gönderme yapılmış ta olur. Deyişin özgün anlami ise; bir işin değişik bireyler tarafından farklı biçimde yapılabileceğidir. İronik versiyonu; ballı pekmezli de yenebilir. Seçimi damak zevki belirleyecektir.

Öz deyişler; doğrudan anlamının dışında, 'mesel' manalar da taşırlar ve yazın dilinde daha çok bu yanı öne çıkarılarak kullanılırlar.

Bu bir tarzdır. Alıntı yerine de geçer.

Deyim; toplumsal ahlakımıza gönderme yapıyor. Yoğurt veya 'halt''tır.

Yiğitce de yenebilir, kaypakça da.

Morgda ölü aramak!

Aynı ağız, aynı kaygı, aynı algının ürünü.

Ölü konuşturma’ya beziyor!

Hayır..hayır, aklınıza gelebilecegi gibi değil. Peşinen başka bir şey yazmak istediğimi söyleyebilirim.

Aslında başka bir şey de değil. Arkadaşlar; konuya ilişkin oldukca açık ve hatta kategorize edici yazılar yazdılar.

Benimki lüzum üzere; sadece önce yazılanları hatırlatmakla sınırlı olacak ve yine, solcu yanımızın, ağrılı ve bilinen bir özelliğine, elde olmadan veya maksatlı söylenen bir sözcüğün yıkıci provokatif sonuçlara yol açabileceğine dikkat çekmekle yetinecektir.

Dedikodu; her toplumda hoşlanılarak yapılan ve çok yönlü bir işleve sahip, hemen herkesin zaman zaman yapmakta sakınca görmediği bir insan davranışıdır.

Bir karakter belirtisi olarak, kadın cinsine atfedimesi, erkek egemen bir yaralı bilincin tezahürüdür. ve erkek cins tarafından ziyade kullanıldığı bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Kadın cinsine mal etmek, erkek egemen bir atfi-cürümdür.

Kimsenin kuşkusu olmasın, burada yapılan bir sidik yarışı değildir.

Ne kimin hakkı yenecek, nede kimseye hak yedirilecektir. Her kim olursa, hakkettiği yeri hakkaniyetle alacaktır.

Yapılan hak gaspına fırsat verilmeyecek, yapılmışsa doğrusu yazılarak geri alınacaktır.

Haksızlık, hata, yanlışlar olmussa; elde olmayan nedenler ve daha çok bilgi eksikliğindendir.

Bir bütün olarak doğru tarih yazmak, hiç bir tarihçinin harcı degildir.

Bilgisi, belgesi, tanıklığı, velhasıl herkes, varsa elindekileri ortaya koyarak yazmalıdırlar ki; doğruya daha çok yaklaşmış olabilelim.

Henüz işin başındayız ve yeni yeni konuşmayı öğreniyoruz.

Kırk yıllık bir süreci birinin yazmasını, hem de doğru yazmasını beklemek akılcı değildir.

Değil toplumların, insanlığın tarihi doğru ve tam olarak yazılamamıştır.

Bulunan bir arkeolojik kalıt insanlık tarihini, teknolojik bir buluş çağın normlarını alt üst etmeye yetiyor.

Elbette buradan, sonsuz kosmosta bir zerrecik olma, gücü bile olmayan, BEN'in tarihi yazılsa ne olur yazılmasa ne olur, sonucu çıkmaz.

Zerreciğin tarihi dogru yazılabildigi oranda, tarih disiplininin gereksindigi doğru tarih yazımına sadece yaklaşılmış olacaktır ve hiç bir tarih, doğru olarak, hiç bir zaman tamamlanamayacaktır.

Bir kaşık suda fırtına koparmanın doğru olmadıgı ve ne büyük bir afet oldugu anlaşılmış olmalıdır.

Zerrecik bile olunması güç bir deryada, bir kaşık su..

Müthiş kapris!

Aslında; "bir berber bir berbere demiş ki..." diye başlayacaktım


Aşağı tükürsen sakal yukari tükürsen bıyık. Sözüm erkek cinsine, hemde bir yiğit'edir!

At ölür meydan, yiğit ölür şan kalır.

Ben Gümüşsuyu’nda oturur idim. Mahallemizin yaşlı bir berberi vardı. Paşazade değil, nesli tükenmiş kibar bir istanbul çelebisiydi. Cennet Çay Bahcesine inen yolun hemen girişi, inişin başında sıra halinde dört kagir yapıya yeleşmis, manav, bakkal, (bilmiyorum ayakkabı tamircisi var mıydı) Berber dükkanında müşterilerinin saçlarını, kendine özgü ustalıkla keser, işini iyi yapmış olmanın mutluluğuyla, yaşlı genç herkese; Sıhhatler olsun yerine "GENC KAL" der, telaşsız, alışılmış bir çabukluğun hızında hazırladıgı tek sandalyesine oturttuğu, çoğu mahalleden tanıdık yeni müşteriye kurallarını kendi kuyduğu ayrımsız hizmetini sunardı.

Bir dört yıl sonra kırk yıl olacak. Adını nasıl unuttuğuma hayıflandıgım yaşlı berber amcayı her hatırlayışta rahmetle anarım.

İstanbul bir inme gibi/ yüreğime oturur./

Gülüşler..düsler../

yolun iki tarafında ögrenciler/

Taş atmalar,

döğüsler/
Hemen aşağısı Teknik Üniversite/

Vedat Demicioğlu'nun öldürüldüğü/

önünde/ diz çöktüğüm/

yeminler…

İşte şu ev’de, Meşhur Profesör, kerkük petrolleri hissedarı Doğramacı Ihsan bey oturur.

Hemen şurası, Yassıada kurbanı, ihtilal mahkemesinde devri sabıklıktan mahkum, Ittihat-terakki cemiyeti aktif üyesi, dörtlü tahrir mensubu, merhum cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın evi.

Şu binada, meşhur anayasa hukuku profesörü, hukuk fakültesi dekani, Istanbul siyasal bilgiler fakültesi kurucucusu ve dekani; Gezi sohbetlerinde çok sey dinlediğim ve ögrendiğim, değerli insan, eliyle hazırladıgı sofrasında yemeklerini tattığım saygı değer Melahat hanımın eşi, değerli hoca, Tarık Zafer Tunaya oturur.

Arka sokakta hapishane arkadaşım, bir bardak soguk suyla kazanılmış, kirletilmemiş bir dostluğun adı Can...,i, altı kasap dükkanı.

Işte Bir sehri Sultanda kaybolmak/

buna denir/

Istanbul budur.

"vur ulan vur ben kolay ölmem.../

söylenecek söz var/

yiğit olana/

genç kalasın/

Söylenmeyecek söz var

yiğide yakışmaz.

Hem mangalda kül bırakmayacak,/

hem ortalikta.../

iblis misali/

kirli başparmak tırnaklarını/

birbirine sürteceksin.

Olmaz./

sana yakışmaz/

en azından ben, yakıştıramam.

Ne gam /

hislerimde hiç yanılmam /

kahpeligi de, dostlugu da /

gözlerinden gözlerinden degil sadece/

sesinden de tanırım.

Yakıştıramam sana/

utanırım.

Hislerimde hiç yanılmadım. hem his dedigin nedir ki? İrade dışı sandığımız ama mevcut gerçeklerin insan zihninde yansıması ve yeniden üretilerek, adına his, tin, ruh dediğimiz soyut sözcükte somutlanmış, aslında varlıgını kestirmede ha deyince zorlandığımız gerçek şeylerin, beyin denen akıllı proteinlerden, amino asitlerden oluşmuş o harika biyolojik, nesnel aygıtın zihin denen aydınlık odasında yeniden üretilen ve farkına vardıgımız gerçeklik olarak, bize dönen gerçeklik.

Huy sözcüğüyle cevaplarsak; bir insanı çok yönlü tanımıyorsunuz, ancak ilk karşılaşmanızda edindiğiniz veya farkında olmadan paylaşılan zaman ve mekanda öznelleşen, farkında olunmayan bir ekileşim olmuştur. izlenim diyebileceğimiz bu olgu; karşılaşmanın sıklığına baglı tanışıklıgın, düşünsel bulanıklığından sıyrılıp, karakteristik bir özelligin nesnel gerçekliği olarak karşınıza çıkabilir. Böyle bir durumda bir insana, iyi huylu veya karektersiz diye bir kestirimde bulunmak mümkündür. His ete kemiğe bürünmüştür.

Tabii ki dilimin altındakini çıkartmayacağım. Şu ana kadar kimseyi suçlamış değilim. Kimseye de karaktersiz demiyorum. Metafizik veya Hegel'ci, Marks'çı çıkarsama yaptığım da söylenebilir. Nasıl derseniz öyle olsun. Aldık kabul ettik bile..zamana bağlı olarak hissimin yanlış, yazma şansımın OLMAMASINI arzu ederim.

Sabır soyut bir sözcük oldugu kadar iyi sonuçlar alan bir insan duruşudur da. Yarar ve zarar gördüğüm uzun bekleyişlerim oldu. Hiç usanmadan.

Insanın en büyük cezası kendi korkularıyla yaşaması, en ağır ölüm vicdani ölümdür.

Sabır diyalektik, kapris felakettir.

Not: Sevgili Engin, Bu öz deyişi, hangi tarihte, nerede, kaç plakalı minibüste okuduğunu, 'tarihe doğru not düşerseniz', helal'inden size iyi bir SAINT-ÈMILION GRAND CRU GÖNDERECEGİM. SÖZ.


Bu yazı senin için yazılmıştı 'BreH'.
Tebrik ediyorum, yanıltmadın.

Kıvrak bir Artist olacagını ta ozamandan tahmin etmiştim. Işaretleri vardı. En büyük işareti sen vermiştin, Hatırlasana, iyi bir abi’'nden bahsetmiştin. Benim için uyarıcı olmuştu. Siciline ta o zamandan not düşülmüştü Hasan’ım..
 
Oldu mu BRE H?

Yanılmayı tercih ederdim inan.  

Yazı başlıgında ki 'Bre H'  Balcı Hasan'dır.  HASAN BALCI…         

….
 
Oyun ve Tiyatrodan açılmışken sana bir anı alatmak isterim.
 
Devlet opera sanatcılarindan 'iyi' degil(!) Erman isminde degerli bir Abi tanımıştım. Bir anısını anlatmıştı. Söyle: Hernüz Meslegin ön egitimindeler. Ögrenciler. Dönemin özelligi her ögrenci gibi idealistler. Halka bilinç götürecekler. Köylülerimizin efendilestirilmesine katkıları olsun istiyorlar. Orkestra Haymana köylerinden birine dogru yola çıkar.
Haber ulaşmış, köylüler harman yerine toplamış bile. Tiyatoracilar geliyor. Enstrumanlar kuruluyor orkestra hazır. Halkımıza çok sesli müzik yapılacak. Başlarlar çalmaya, zaman ilerler giderek dinleyiciler huzursuzlanmaya başlar, özellikle erkek izleyicilerin ilgisizligi yüzlerine, umutsuz bir bekleyişin öfkesi olarak yansımaktadır. Kendi aralarındaki Hararetli bir fiskostan sonra gruptan ayrılan, ince, uzun, bıçkın oldugu her halinden belli Delikanlı Erman abiye yaklaşır; koluna dürter, utangaç sorar. "Abi Avratlar ne zaman oynayacak? " Öyle dediydiler de" der…

Elindeki saksafon bir yana, Erman abi bir yana. Delikanlıya sarılır. Kahkaha krizinde başlar oynamaya. Orkestrada bir iki de kız var. "Avrat'ta oynayacak bizde oynayacagiz, herkes aynayacak" Herkeste bir şaşkınlık. Orkestra durmus onları izlemekte. Merakta etmekteler. Sanatcı sezgisiyle bunu anlayan Erman Abi, arkadaşlarına yaklaşır ve manzarayı anlatır. Tam bir toplu kahkaha tufan… köylülerde katılmıştır; başlarlar oynamaya. "Didayda Ankaralım didayda..

………

"Mezar taşlarını oyun mu sandın" Bre HASAN.
 
Kiminle nerede nasıl, ve hangi oyunu oynayacagını ögrenerek sahneye çıkacaksın.

Öğrenmezsen öğretirler adama Hasan’ım…

 

Haymana harman’ında hasba gibi Oynatırlar.

Kendine yazık ettin.

Duygum samimidir.

Keskeolmasaydı.

Not: Bu sefer gelirken Saint Emilion'u unutmayacagim Engin.Belki kazan doğurur.

Üçüncü  Perdeyi yazmayı da Cahit’e Havale ediyorum. Kaç perde çıkartır bilemem.