Şuanda 151 konuk çevrimiçi
BugünBugün2969
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10693
Bu ayBu ay10693
ToplamToplam10479117
ortadoğu'da taraf olmak ve suriye PDF Yazdır e-Posta


Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ikilisinin, ‘’ılımlı’’ islam’ın Orta-Doğu ve kuzey Afrika ülkeleri adına da bir ‘’model’’ olarak korunup kollanarak bugünlere getirildikleri artık iyiden iyiye açığa çıkmıştır.

ABD ve AB ülkelerinin, gelecek on yıllar içerisinde ‘’sorunsuz’’, ‘’istikrar’’ ve ‘’uyumlu’’ bir Orta-Doğu rüyasını gerçekleştirmek için, Türkiye’ye ve Türkiye’de de Tayyip Erdoğan’lara yakıcı ihtiyaç duyması bu nedenledir.

Dünün Orta-Doğu halklarını, eskimiş ve hiçbir inandırıcılığı kalmamış liderleri ve yönetim biçimleriyle kontrol etmenin bundan böyle kolay olmadığını görenlerin, yeni arayışlar içerisinde, bölge halkları için Tayyip Erdoğan modelini güçlü bir alternatif olarak gündemlerinin ilk sırasına almışlardır.

Mısır’da yeni Mübarek, Tunus’ta yeni Zeynel Abidin’lerin yüzlerindeki maskenin Tayyip Erdoğan modeli olsun istiyorlar.

İsrail’e sözüm ona meydan okuyan, amma velakin hemen ardından ‘’koruma kalkanı’’ görevini üstlenen, kuru sıkı anti emperyalist, anti-siyonist sloganlarla halk arasında günü birlik heyecan yaratarak  oyalamasını becerebilen, popülist propagandalarla seçimle iş başına gelmiş, ‘’demokrasi’’cilik oyununu kurallarına göre oynayan yönetim aygıtlarına ihtiyaç duyuyorlar.

Geç kalmamaya çalışıyorlar.

Rusya, Çin ve Hindistan arasında yakın gelecekte kurulma ihtimali bulunan stratejik bir ortaklığın, Orta-Doğu politikalarını ters-yüz edebileceği endişesi içerisindeler.

Bıçağın kemiğe dayandığı anlaşılıyor. Yıpranmış eski işbirlikçileri ile daha fazla zaman kaybetmek istemiyorlar.

Mısır’da Mübarek, Tunus’ta Zeynal Abidin’lerin yerle bir edilmesi bu nedenledir.

Geç kalmamaya çalışıyorlar.

Bir yandan, Rusya’ya tavizler vererek Orta-Doğu’da ‘’çıban başı’’ rolü üstlenmesini bertaraf etmek, Çin ve Hindistan ile olası bir ortaklığı sabote ederek önünü kesmekle uğraşırken, bir an önce’de,  Arap ‘’Baharı’’nın Suriye ayağını halletmek için Türkiye’yi ileri karakol misyonu ile donatıyorlar. Tayyip’lere ‘’yürü ya kulum’’ diyorlar...

Merkezi Katar’da bulunan ‘’Değişim akademisi’’nin kurucu mimarı Soros söylüyor. ‘’Kuzey Afrika ve Orta-Doğu’ya lider yetiştirmek’’ için kurulan akademi öğrencileri, Orta-Doğu’nun yeni yüzünde  görev için hazırlanıyor...

1983 tarihli ABD senatosunda kabul edilen ‘’demokrasi projesinin kurucuları ve bu projenin finansörü, ‘’demokrasi fonu yöneticileri’nin kimler olduklarına bakmamız, demokrasi denilen  kavramın içeriği hakkında bilgi edinmemiz için yeterlidir.  ABD eski dışişleri bakanı Henry Kissinger, Madeline Albright, eski dışişleri danışmanlarından meşhur Zbıgniew Brezinski, Nato Genel Sekreteri Wesley Clark ve dünya bankası başkası Paul Wolfowitz...

Ne ilginç(!) Soros’un Katar merkezli ‘’değişim akademisi’’nde yetişecek yeni ‘’lider’’ler, ABD’li sömürgeci çeteler tarafından temelleri çizilen Demokrasi projesi’’ni uygulayacaklar.

Nerede uygulayacaklar?

En başta Orta-Doğu ve kuzey Afrika’da...

TÜRKİYE’NİN ‘’DEMOKRAT SOSYALİST’’LERİ NEYİ TARTIŞIYOR..?

Önce Tunus’u tartıştılar. Büyük sözler,’’felsefi’’ yorumlar yaptılar. Bahar(!) dediler, halkların uyanışı falan dediler, Zeynel Abidin gitti gideli bir kez daha dönüp Tunus’a bakmadılar.  Tunus’tan söz eden kalmadı.

Ya Mısır..? Mısır’da tartışıldı. Zaman zaman tartışılmaya da devam ediyor.

Tıpkı Libya ve tıpkı Kaddafi’nin tartışıldığı gibi.. Emperyalizmin Orta-Doğu’daki oyunları vb vb. yorumlar yapılmasına  karşın. Tartışma ve yorumlar, Kaddafi’nin hazin sonundan hemen sonra bıçak gibi kesildi. Libya’dan da söz eden kalmadı. Tartışıldı(!) ve konu kapandı.

Sırada Suriye var.

Şimdi Suriye tartışılıyor....

Arap baharı olarak adlandırmasına karşın, baharın sonbahara dönüşmekte olduğu bölgedeki siyasal depremin nasıl yorumlanması gerektiği konusunda her kafadan bir ses çıkıyor. .

Siyasal iktidarın Suriye’ye karşı aldığı tutum, kimileri tarafından, onun dinsel tercihinin bir sonucu olarak  görülürken, kimileri de, Siyasal iktidarın Orta-Doğu’da, ABD’nin ‘’truva atı’’ rolünü üstlendiği sebebiyledir diye değerlendiriliyor.

Cumhuriyet tarihinin en teslimiyetçi siyasal iktidarı diyebileceğimiz Tayyip Erdoğan liderliğindeki gerici iktidarın, ABD ve AB adına Orta-Doğu ateşinde bir maşa olarak kullanılmakta olduğu  akla daha uygun gelmektedir.

‘’Büyük Ortadoğu projesi’’ (BOP) eş başkanlığı görevinin esbabı mucizesi de zaten bu olsa gerek...

Bütün bu söylemlerin tamamında mutlaka doğruluk payı vardır. Buna karşın, bu ve benzeri söylemleri, temcit pilavı gibi tekrar  etmek  politika yapmak mı oluyor?

Mısır’ın, Libya’nın, son günlerde de Suriye’nin anti –emperyalizmini (nasıl bir anti-emperyalizm ise) öne çıkartmak ve bu temelde ABD ve batı Avrupa’yı top ateşine tutmak neyi değiştiriyor.?

Orta-Doğu ülkeleri gerici  yönetimlerine, ‘’ABD müdahalesidir’’ savıyla kol kanat gererek savunur gözükmenin, Ortadoğu halklarının demokrasi mücadelesine katkı sunmak mı oluyor?

Nasıl bir katkı olduğunu iddia eden birileri çıkıp bunları söylemediği için şimdilik bilmiyoruz.

Tunus’ta devrilen yönetimi savunuyor muyuz?

Ya Mısır’da, Mübarek rejimi?

Libya’daki Kaddafi yönetimi?

Bunları savunabiliyor muyuz?

Ne adına ? Kimin adına savunacağız?

Suriye’de Başer Esad rejimini ne adına savunacağız?

Dış müdahaleye karşı olmak adına mı? Enternasyonal dayanışma, anti-Emperyal politik tercihimiz adına mı? Yoksa, adı geçen ülkelerin demokrasisi (!) adına mı?

Ne adına...?

Kaddafi rejimi, sırf petrolü millileştirdi diye  savunulur  mu? Sırf bundan dolayı, kendi halkına ‘’keneler’’ diyen bir rejimi savunmanın ilericilikle bağdaşan bir yanı olur mu?

Libya’da demokrasi mi vardı? Libya’da demokrasi mi yıkıldı?

Mısır’da 30 küsur yıldır iktidarda olan Mübarek rejimini ayakta tutan güçler kimlerdi? kimlerin adamı olarak iktidar koltuğunda oturuyordu.?

Tunus’ta, Zeynal Abidin Bin Ali rejimi halk iktidarı mıydı?

 Amerikancı mıydı?

Halkçı mıydı?

Bu rejimler kimin adına yönetim erkini ellerinde tutuyordu ve kimler tarafından yıkıldı?

Irak ve Saddam’dan söz etmiyorum...

Suriye’nin bunlardan farkı bir tarafı mı var?

Deniliyor ki, Suriye’de Başer Esad rejimi yıkılırsa yerine Müslüman Kardeşler gelecek.

Tıpkı Mısır’da,  tıpkı  Libya’ya ve Tunus’ta olduğu gibi..

Kimi bekliyordunuz ki?

Devrim ve demokrasi güçlerini mi?

Adı geçen rejimler (Suriye’de dahil) bugüne kadar demokrasi ve demokratik güçler adına ne yaptı?

Daha düne kadar, Suriye’li Kürtler’e kimlik vermeyerek insan yerine koymayı bile reddetmiyor muydu?

Adı geçen bu ülke yöneticileri, bugüne kadar hangi demokrasi  kurum ve kuruluşunun gelişip güçlenmesine imkan verdi? En temel insan hakları uğruna bir çift söz edenlerin,‘’emperyalist güçlerin ve İsrail siyonizminin güdümünde hareket ettiği’’ gerekçesiyle  baskı ve zora dayalı, barbarca yöntemlerle sindirilip susturulduklarına tanık olmadık mı?

Temel hak ve özgürlükler adına ne yaptılar?

En temel insan hakları adına hangi olanaklara yol açtılar?

Bu ülke yöneticilerinin hangisi, halkın siyasal, sosyal hukuksal, kültürel ve ekonomik hakları için  vermek istediği mücadelenin önünü açıcı çabaya olur onayı verdi?

Mısır mı? Tunus mu? Libya mı? Yoksa Suriye mi? Hiçbiri...

Öyleyse, adı geçen bu ülkeleri ne adına, kimin adına ve neden savunacağız?

Dün Tunus, Mısır ve Libya idi. Bugün Suriye var. Bir süre sonra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Kuveyt  vb. ülkelerde de aynı şey söz konusu  olursa, onları ne adına savunacağız? Savunacak mıyız?

Sırf ‘’müdahale var’’ diye mi?

Müdahale edenlere, etmek isteyenlere ve edecek olanlara haklı olarak karşı çıkarken , müdahaleye zemin hazırlayanlara ses çıkartmayıp onları desteklemeye kalkmak bizim işimiz mi?

Sırf bu nedenle , ‘’dış müdahale’’ nedeniyle bu oyunda taraf olmak, zalim ve zulmeden taraflardan  birini tercih ederek adı geçen ülke halklarının, temel hak ve özgürlükleri ugruna verdikleri mücadeleye saygısızlık etmiş olmaz mıyız?

 

Bir an için durup düşünelim.  Dış müdahale için ellerini ovuşturan uluslararası çeteye bu imkanı yaratan  sorumlular kimlerdir?

Müdahale etmek isteyenler kadar, müdahaleye zemin hazırlayanlar da suçlu sayılmaz mi?

En başta da, adı geçen bu ülke yöneticileri, işlenmekte olan suçların asli faillerinden birisi değil mi?

Kendi halkına karşı, yıllardır şiddet  uygulayan, en temel insan hak ve özgürlüklerine saygı göstermeyerek, tehdit, sindirme ve baskıyı esas  alan despotik yönetimlere karşı yükselen halk öfkesinin doruğa çıkmasına neden olanlar kimlerdir?

Müdahale etmek için sabırsızlanan uluslararası emperyal çeteye karşı olmanın yanında, müdahaleye zemin hazırlayan bu gerici dikta yönetimlere karşı da tavır almak dururken, oynanan oyunun bir tarafı olmak gibi bir yanlışın içersine girip kimlere,  ne türden mesajlar verebiliriz?

Verebilir miyiz...?

Dün Hatay’da yapılan Miting’e 2.000 kişi katıldı.On’a yakın parti, sendika, demokratik kitle örgütünün, günler öncesinden hazırlandığı mitinge gösterilen ilgisizlik, kitlelere verilen mesajın yanlışlığına duyulan sessiz bir tepki değil midir?

ORTA-DOGU’DA, KURTLAR VE SIRTLAN’LAR ÇATIŞIYOR..

Kurt’lar ve sırtlan’ların kapıştığı bir ortamda, kuzu’lara sahip çıkmak dururken,  kurtlar ve sırtlan’lar dan birinin gölgesine sığınıp  kuzuları sahipsiz bırakmak demokrat yada sosyalist bir tavır olabilir mi?

Her iki yanlıştan birini savunarak, ‘’ bölünmesi ve parçalanması’’ istenen o ülkelerin, bölünüp parçalanmasında rol almış olunmuyor mu?

Uluslararası talan ve soygun çetesinin suçlarını sıralamak ve ‘’biz buna karşıyız’’ demenin somut bir anlamı kalmamıştır. Soyut söylemlerin, soygun ve talan çetesini durdurmak, geriletmek ve çökertmek gibi bir rol üstlenmediği bilinen bir şey,

Sermayenin uluslararasılaştığı bir dünyada, ulusalcı, mezhepçi,kuru sıkı kaba sol’cu söylemlerle bir arpa boyu yol alınamayacağı artık anlaşılmalıdır.

Uluslararası soygun çetesi karşısında, emek güçlerinin uluslararası birlik ve dayanışmasını yükselterek, emeğin uluslararası birliği şiarı hareket etmek   ve bu çabayı ete-kemiğe büründürerek dur demek varken, ulusal yada uluslararası çetelerden birinin tarafı olmanın devrim-demokrasi ve emek güçlerini göz ardı edip, zulmün bir tarafında saf tutulmasına  katkı sunmaz mı?

Bugün, tüm dünyada olduğu gibi Orta-Doğu’da da uluslararası soygun çetesi ve ulusalcı zorbalar çatışıyor. Yerli işbirlikçiler ve uluslararası soygun çetesinin kıran kırana çatıştığı sıcak bölgenin bugünkü adı Orta-Doğu’dur. Yarın tüm Afrika, bir başka gün Latin Amerika olabilir.

Bizim tercihimiz, dün sarmaş dolaş olanların bugün birbirleri ile çatışıyor olmaları nedeniyle birinin yanında saf tutmak olmamalıdır.

Bizim tercihimiz halkların, hak ve özgürlükler uğruna mücadelesi, demokrasi ve devrimci güçlerin demokratik kazanımları için örgütlü mücadelesine katkı sunabilecek çabaları yükseltmek olmalıdır.

Bu çabanın en görkemli adımı,  kendi ülkemizdeki devrim ve demokrasi güçlerinin en geniş birliğini yaratma mücadelesinde samimi olarak yer almak ve halk düşmanı iktidar karşısında güçlü bir halk iktidarının alternatif olarak kurumlaşması mücadelesine katkı sunmak olmalıdır.

Bu günün acil görevi, böyle bir çabanın içersinde olmak ve yaratılan iktidar alternatifi gücün, maddi ve manevi desteğini ezilen, sömürülen ve baskı altına alınarak tüm demokratik hakları gasp edilmiş halkların yanı başında, ulusal ve uluslararası çeteye karşı harekete geçirmektir.

ORTA-DOGU’DA OYNANAN OYUN VE OYUNUN TARAFLARI...

Bugünün Orta-Doğu’sunda oynanmakta olan ‘’demokrasi’’cilik oyunun seyircileri, her ne kadar farklı tribünlerde oturuyor gibi gözükseler de, hemen tamamı aynı oyunu seyrediyor ve rakip oyuncuların karşılıklı ataklarına  bakarak hop oturup hop kalkıyorlar. Oyun içerisindeki pozisyonlarda hiçbir insiyatifleri bulunmuyor.

Bakmaları istenilen yere ve istenilen cephe’den bakarak

Tezahürat yapmakla yetiniyorlar.

Bu oyunun taraftar seyircilerini beş ana başlık altında toplamak mümkün.

Birincisi, Sol’dan bakan, ‘’demokrat’’lar, ‘’sözde solcu’’lar ve bir kısım devrimcilerdir.

İkincisi; Sağ’dan bakan, sağcılar ve gericilerdir.

Üçüncüsü; Yandan ve şaşı bakan ulusalcılar.

Dördüncüsü; Çatı ve balkonlardan seyreden, biletsiz seyirci liberallerdir.

Beşincisi; Saha içerisinde demokrasicilik oynayan tarafları, davetli misafirleri işbirlikcilerdir.

Bunların hemen tamamı (İşbirlikçi taraftarları bir yana bırakıyorum), saha   dışında. olup bitenlerle ilgilenmiyorlar, karşılıklı manüpülasyonlara kulaklarını tıkamış sadece alkışlamak yada öfkelenmek suretiyle   ‘’oyun’’ seyrediyorlar.

Gündem yaratma, insiyatif alma ve müdahale şansları bulunmuyor. Asıl sorun, yaratılan gündemlerin peşisıra sürüklenmek ve yasak savmacı kolaycılıkla birkaç söz ederek bir başka gündemin peşine takılarak bir öncesini unutmak olmamalıdır.

Gündem yaratabilecek, yaratılan gündemi yönetebilecek ve maddi bir alternatif olarak egemenlerin karşısına dikilebilecek güç için, halkların demokratik güç birliğini yaratmak, en başta bölge halklarının demokrasi güçlerine örnek olacak, onları cesaretlendirecek adımlar atarak, Kurt’lar ve sırtlan’lar arasındaki çatışmalara alet olmadan kuzu’ların çıkarları için ortak mücadele kültürü yaratmaktır.

Suriye başta olmak üzere, Orta-Doğu halklarına

Demokratik mücadele yollarını tıkayan dikta rejimleri ve yöneticilerinin yasallıkları ne ise, adı geçen ülkelere müdahale etmek için sabırsızlanan uluslararası soygun ve talan cephesinin de yasallığı o kadardır.

Her iki tarafında yasallığı(!) zora ve zorbalığa dayalı yasa dışılıktır.

DEMOKRATİK BİR FİLİSTIN CUMHURİYETİ NEDEN VE KİMLER TARAFINDAN ENĞELLENDİ?

Günümüz Orta-Doğu’sunda yıllardır süregelen ‘’İsrail-Filistin anlaşmazlığı’’ konusu, ABD ve Batılı emperyal güçler ile Orta-Dogu’nun gerici dikta yöneticileri tarafından kullanılmakta, sorunun çözümüme ilişkin her iki taraf da bilinçli bir bekle-gör politikası izlemektedir.

Emperyalist soygun çetesinin Orta-Doğu’da işgalci İsrail siyonizmi ile stratejik çıkar birliği içerisinde olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Öte yandan ve bir başka açıdan, sözüm ona Filistin halkının haklı mücadelesini savunduğunu söyleyen Arap gericiliğinin, buna Suriye’de dahil,Filistin halkının birleşik mücadelesini bölüp parçalayarak gücünün kırılması için ellerinden ne geliyorsa yaptıkları da biliniyor.

 

Kendi halklarına karşı anti-demokratik uygulamaları pervasızca uygulamaktan çekinmeyen bu yönetimlerin, başka bir halkın ulusal-demokratik mücadelesine samimi olarak destek olabilecekleri zaten beklenmezdi.

Demokratik bir Filistin cumhuriyeti, gerici Arap rejimlerinin her zaman korkulu rüyası olmuştur.

Bu nedenle olsa gerek, Her biri kendine bağlı sözde bir Filistin örgütü yaratarak, Filistin halının birlik ve mücadelesini parçalamışlar ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması önünde en büyük engeli oluşturmuşlardır.

Bugün Filistin’de iktidar olan Hamas adlı gerici bir örgütün iktidar olmasına en büyük katkıyı sunanların başında Suriye’nin de olduğunu unutmamak gerek. İşine gelmediği yerde, Filistinli demokratik güçlerin kışkırtılarak  birbirleriyle çatışmalarını körükleyerek  güç kaybetmesi, zayıf düşmesi ve sonunda da Hamas’ın güçlenmesinin önünü açmışlardır.

Suudi Arabistan’ından Libya’ya, Libya’dan Irak’a, Irak’tan Suriye ve Lübnan’a kadar hemen her ülkenin kendi Filistin örgütü içerisinde Hamas iktidarı çıkmıştır.

 SURİYE VE MÜSLÜMAN KARDEŞLER İKİLEMİ

Deniliyor ki; Suriye’nin azınlık alevi iktidarı çökerse, çoğunluğun Müslüman kardeşleri iktidar olacaktır. O halde Başer Esad rejimini destekleyelim.

Böyle bir anlayışın demokratik olmadığı çok açık. Bunu savunmak demek, karşı taraftan Müslüman Kardeşleri iktidar  yapmak için çalışan güçleri eleştirme ve onlara söz söyleme hakları olamaz.

Böyle bir anlayışın bir an için samimi olduğunu düşünelim ve ehven-i şer anlayışı ile hareket edildiğini varsayalım. Bu mantığın altında yatan bir başka gerçek,  Başer Esad rejiminin demokratik olmadığının ikrarı anlamına gelmesidir..

Bu anlayışın samimi(!) savunucuları, Suriye’de desteklenebilecek ciddi bir demokratik alternatifin olmadığını kabul etmiş oluyor demektir.

Kalıcı demokrasi kurumlarının olmadığı bir ülkede, ciddi ve güçlü bir demokratik hareketin de olamayacağı ortadadır..

Tüm Arap yarımadasında olduğu gibi Suriye’de de demokrasi kültürünün az gelişmişliği, kısır ve cılızlığının asıl sorumlusu anti-demokratik Esad yönetimidir.

Tek başına Esad yönetimi değil, Sovyetler Birliği’nin de bu konuda ciddi payı olduğu bilinmelidir.

Sovyetler Birliği (SSCB)nin, ‘’bağımsız bağlantısız’’ üçüncü dünya ülkeleri politikası ile sırf sözde anti-emperyalist söylemli ülkelere destek olan ve fakat bu ülkelerin anti-demokratik uygulamalarına göz yuman görmemezlikten geldiği için payı vardır.

O halde,  söz konusu ülke halklarına verilecek en büyük destek, kendi ülkemizde, demokrasi güçlerinin en geniş birliğini gerçekleştirerek iktidar alternatifiyiz diye ortaya çıkmaktır.

Kendisinin alternatif olmadığı bir yerde başkalarına alternatifler sunmanın pratik iç bir değeri olmadığı gibi ciddiye alanı da olmaz...