Şuanda 274 konuk çevrimiçi
BugünBugün3064
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10788
Bu ayBu ay10788
ToplamToplam10479212
sürgünde 25 yıl (3) PDF Yazdır e-Posta


Yurtdışında geçen koskoca 25 yılın muhasebesini bir çırpıda,  üstün körü  anlatabilmek kolay olmasa gerek.

Bilmediğin bir ülke ve yabancısı olduğun bir toplumda, okyanusta bir damla gibisin.

Çoğu zaman hiç beklemediğin bir anda ve senin tayin etmediğin bir zaman diliminde, genelliklede hazırlıksız yakalandığın bir sürgün yaşamda, bir yandan  yeni bir hayata tutunabilmenin imkanlarını yaratmak ve bu arada da içersinde çıkıp geldiğin ülke başta olmak üzere, bulunduğun alanda mücadeleye devam edebilmenin koşullarını yaratma çabası, sanıldığından da zordur.

Türkiye insanı, yurt dışını 1970’li yılların başlarında göçmen işçi olarak tanıdı.

Türkiye devrimcileri, yurt dışını ve Sürgün yaşamını, esas olarak 1980’li yıllardan itibaren yoğun olarak  yaşayarak öğrenmeye başladı.

12 eylül zulmünde kaçarak, başta Almanya olmak üzere değişik Avrupa ülkelerine gelen siyasi mülteciler, geldikleri ülkelerde uzun bir süre, deyim yerindeyse aç susuz yaşayarak tutunmaya çalıştı.

Benim açımdan söyleyecek olursam,  12 eylül 80  darbesinden hemen sonra yurt dışına çıkarak Avrupa’ya gelenlerden daha şanslı olduğumu söyleyebilirim. Fransa’ya geldiğim zaman, yalnız değildim. Benden yıllar önce buraya gelip yerleşen yoldaşlarım ve feodal tanıdıklarım vardı.Bu nedenle, benden önce gelmiş olan devrimcilerin yaşadıkları sıkıntıları yaşamadım diyebilirim.

Suriye, Şam havaalanından Paris’e indiğim zaman Kapıda Salih ve Zafer tarafından karşılanarak doğruca Salih’in evine gittim.  MK üyesi Salih, evinde birkaç yoldaşla birlikte kalıyordu. Geçici olarak aynı evde birkaç gün kalmak durumundaydım.

Fransa’da ilk şoku, bu evde ve geldiğim günün ilk akşam yemeğinde yaşadım.

Akşam yemeğinde sofradan biraz erken kalkmıştım. Yoldaşların , ‘’ yoldan geldin acıkmışsındır biraz daha ye’’ diye ısrar etmelerine rağmen, doyduğumu ileri sürerek geri çekildiğim bir esnada, karşımda oturan Salih’in arka tarafına geçen bir yoldaşın, Salih’e hissettirmeden onun arkasından bana bakarak eliyle,‘’ye ye’’ diye işaret etmesine bir anlam verememiş,merak etmiştim. O gecenin sabahı,  yoldaşı tek başına görünce yanına yaklaştım ve ‘’bana neden daha fazla yemek yemem için gizliden ısrar ve işaret ettiğini’’sordum. Aldığım cevap gerçektende tüyler ürperticiydi. ‘’ yoldaş, sen yeni geldin bilmiyorsun, bu adam burada hepimizin  kanını emdi. ‘’Domuzdan ne kopartırsan kardır’’. Bari karnını doyuraydın’’ demez mi..

Evet Fransa’ya geldiğimin ilk günü, kendisine MK üyesi sıfatını yakıştıran bir kişiye, evinde birlikte kaldığı yoldaşların bakış açısı böyleydi.

Her şeye karşın Acil saflarında kalmış, ayrılmamış,’’ bir gün birileri gelir ve bu pislikleri temizler’’ umuduyla bekleyen yoldaşlarımız dışında, Acil örgütünden ayrılarak TKEP saylarına geçen eski yoldaşlar ne düşünüyorlardı? İlginç bir örnek de o taraftan vereyim.

Paris’e geldikten bir hafta kadar sonra, 1980 aralık ayında İstanbul’da birlikte yakalandığım, Örgütümüzün Adana il’i militanlarından ‘’bisikletli’’ kod adlı bir yoldaş ziyaretime geldi.  Yakalandığı zaman tek bir kelime konuşmadığı için kısa sürede tahliye olmuş ve Suriye’ye gitmişti.  Lübnan’da, İsrail’in Beyrut kuşatması sırasında Filistin’li gerillalarla birlikte savaşmış ve Birleşmiş Milletler’in güvencesinde Lübnan’daki Filistinli gerillaların tahliyesi sırasında, Filistinliler’le birlikte Lübnan’ı terk etmiş bir yoldaşımızdı. Paris’te olduğunu duymuştum ama nerde olduğunu bilmiyordum. Benim Parie’e geldiğimi duyar duymaz ziyaretime geldi ve uzun uzun sohbet ettik. Suriye’de ve Lübnan’da yaşadıkları olayları anlatıyor ve Acilciler Merkez Komitesi’ne’ ateş püskürüyor, adeta küfrediyor.’’ Acil örgütünü bitirdiler’’diye hayıflanıyordu. Dayanamadım ve şaka yollu, ‘’ yoldaş, deminden beri şikayet ederek küfrettiğin o MK üyelerinden biri de benim’’ dedim. Bana döndü ve ‘’ biliyorum, ama sen o tarihte Suriye’de olsaydın eğer, ya bizim gibi sende ayrılırdın ya da onlar seni, sen onları öldürürdün, sen o namussuzlarla birlikte olmazdın’’dedi.

Evet, sadece Fransa’da değil, Tüm Avrupa’daki eski ve halen örgüt içerisinde bulunan yoldaşların hemen tamamı üç aşağı beş yukarı aynı durumdaydı.

Kimi arkadaşlar, benim, bazı şeyleri abartarak aktardığımı düşünebilirler. Böyle düşünen arkadaşlar varsa eğer, çevrelerine baksınlar, Fransa’da bulunmuş her hangi bir devrimciye, Acilciler’den Salih hoca olarak bilinen Kemal Bayram’ı tanıyıp tanımadıklarını ( mutlaka tanıyorlardır) sorsunlar ve söylediklerini dinlesinler demekle yetineceğim. Güney bölgesinde (özellikle Mersin, Adana ve Hatay) yaşayan devrimcilerin bu bilgiyi rahatlıkla alabileceklerini de söylemek durumundayım.

Bünyesinde binlerce taraftarı bulunan Acilciler örgütümüzün, 1980 sonrası içerisine düşürüldüğü durum gerçekten de devrimci bir titizlikle sorgulandığı taktirde, ortada çok ciddi tehlike ve ihanet tuzaklarının olduğu kolaylıkla görülecektir. Mihrac Ural ve çetesi’nin ‘’komisyon kuralım’’ önerilerimizi duymamazlıktan gelerek, özellikle bana karşı yürüttükleri yalan ve karalama kampanyasının altında yatan asıl neden  bundandır.

Ben bu ihanet çetesinin Suriye ayağını yeterince yazdım. Avrupa ayağının da Suriye’den pek farklı olmadığı, buraları az çok bilenler tarafından çok iyi bilinmektedir.

Avrupa’da, özellikle de Fransa’da, Salih ve Zafer adında Mihrac Ural çömezi iki MK üyesinin yapmadığı herze, içerisine girmediği pis ilişki kalmamıştır. Örnek veriyorum. Abdullah ÇATLI adlı Mehmet AĞAR’ın derin devletinde görevli faşist çete militanı yakalandığı zaman, ‘’ ben Fransa’da siyasi ilticacı olarak oturum kartımı Acilci olarak aldım’’ demiştir. Bu haber o günkü gazetelerde dahi çıkmıştır. Abdullah Çatlı başta olmak üzere, ne kadar zehir taciri ve devrimci düşmanı varsa, bütün bunlar Salih hoca olarak bilinen Kemal Bayram’a verdikleri para karşılığında ‘’Acilci’’(!) olarak oturum kartı almışlardır. Bu durum uluslararası gazeteciler tarafından bile ilginç bulunmuş olmalı ki, Yıllar sonra İtalya’dan Fransa’ya kadar gelerek Paris’te, ‘’Ahmet Kaya kültür merkezi’’nde, bir Acilci arayan İtalyan gazeteci,  İrfan Dayıoğlu’na bu haberin doğru olup olmadığını sormuştur.

Devrimci bir örgütü mafyalaştırarak her türlü pis ilişkilerine alet eden kişilerin, bugün bu pislikleri ortaya çıktığı için ‘’örgütü karalıyorlar’’(!) diye örgütçü(!) geçinmeye başladılar. Oysa, bu iki MK(!) üyesinin 23 senedir bırakınız Acilci’iligi, devrimcilikle kesinlikle alakaları bulunmuyor. Kemal Bayram,  yıllar önce, sokakta gezerken bile ‘’sen hala Acilcil misin diye dalga geçtiği bir dönemde Yusuf’un Suriye’de öldürülüşünü bahane ederek, Paris sokaklarında, ‘’Benim Acilciler örgütü ile hiç bir ilişkim yoktur’’ diye bildiri dağıtmıştır.

Çok eskilere girmeye gerek yok, Binlerce taraftarı bulunan bir örgütün, bugün, ne ülke içerisinde, nede Avrupa’da hiç kimsesi kalmamışsa eğer, bunun bir anlamı olmalı.

Neden böyle olundu? Sorusu’nun samimi  bir cevabı mutlaka olmalıdır.

Sormak istemeyenler için söyleyecek sözüm yok.

Sormak, öğrenmek isteyenler için, verilecek olan her bir cevap, bu örgütü teker teker terk eden eski yoldaşlarda gizlidir.

Açıkça ortaya çıkıp konuşmayabilirler, bunu bir yere kadar anlamak da mümkün. Oysa, başbaşa ve tek tek sohbet ettiğiniz zaman, sorunun cevabını da, teker teker her yoldaş’tan  dosdoğru almak mümkündür.

Hayır bu böyle değil diyenler çıkarsa eğer, bu kişilerin, benim sözünü ettiğim nedenlerden değil de, bir başka gerekçesi varsa eğer, yazsınlar da hep birlikte öğrenelim. Yazamazlar. Yazmaya kalktıklarında, samimi olarak yazmaya yeltendiklerinde, şimdi yazdıklarımı tekrar edeceklerdir...

Devam edecek...

Bu yazının bundan sonraki son bölümünde, Özellikle Hasan Balcı’ya, hakkımda yazma cüretini gösterdiği karalamalarına  cevap vereceğim.