Şuanda 49 konuk çevrimiçi
BugünBugün2894
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10618
Bu ayBu ay10618
ToplamToplam10479042
susmak, gözden kaybolmak, kurtulmak mıdır? PDF Yazdır e-Posta


Albert Einstein,'' Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer ; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkartmayanlar yüzünden.'' diyor.

Kötülük yapanlar, ihanet edenler ve durup seyredenler... İhanet edenle, ihaneti seyredeni bir kare içerisina alın ve yüzlerine bakın. Görebileceginiz tek şey çirkinliktir. Bu çirkinliğin yanına ''içiniz kor gibi yanarken susmak, acıların en beteridir'' diyen F.Garcia LORCA'nın sözlerinide hatırlayarak bu çirkinliğe bir kez daha bakınız. Utanırsınız. İnsanlığınızdan, sıkca böbürlenerek destanlaştırdığınız gerçek olmayan ve yalanlarınızla büyütmeye çalıştığınız geçmişinizden utanırsınız.

THKP-C (ACİLCİLER) tarihinin yüz karası Mihrac Ural ihanetini bildiği halde, bu ihanet karşısında susanlar, eli kolunda seyredenlerin insanlıklarından utanmaları gerektiğini söylemeye çalışıyorum.

Mihrac Ural'ın, Ali ÇAKMAKLI cinayetini kapatmaya çalışanları anlatıyorum.

Mihrac Ural'ın, Nebil Rahuma'ya kurdugu pusuyu örtbas etmeye çalışanlardan bahsediyorum.

Mihrac Ural'ın, Müntecep Kesici (Şıh) cinayetini binbir dereden su getirerek hafifletip ''kaza''süsü vermeye çalışan, böylelikle de, vicdanlarını rahatlatacaklarını sanan korkakları anlatıyorum.

Mihrac Ural'ın, Zihni ALAN (Yusuf) ve Gökhan SAÇ (Sami) yoldaşları katletmesi karşısında sesssiz kalan suç ortaklarınından söz ediyorum.

Hanna Maptunoğlu'nu önce tutuklatıp daha sonra da arabasının frenini bozdurarak kaza süsü adı altında katledildiğini bildikleri halde susanları anlatıyorum.

Günay Karaca'yı, ''sınırı geçer geçmez öldür'' diyen ihaneti gizlemeye çalışan yardakcıları işaret ediyorum.

Abdullah Öcalan'a yönelik MİT-Mihrac Ural ilişkisini bilerek gizlemeye çalışan suç ortaklarından söz ediyorum.

Kim bunlar ?

Kim olduklarını bir kaç defa yazdım. Bir defa daha yazıyorum.

Hanefi Avcı tarafından kandırılarak ucuza kapatılmış Şerif (Beşir KANMAZ) ın kanmaz değil, ucuza kapatılarak kandırılmış olduğunu bir kere daha söylemek durumundayım.

Mehmet AĞAR adlı devlet katili beslemesi Mehmet YAVUZ'u da unutulmaması ve ismin hafızalara kazınması için özellikle belirtiyorum.

Mihrac Ural ihaneti'nin, hırsızlıkları, yoldaşlara kurdugu tuzakları, yalanları ve sahtekarlıklarına göz yumanlardan söz etmiyorum. Zafer Gündoğdu adlı Bünyamin Doğan’ın adını anmaya bile değer bulmadıgım gibi, Salih Hoca (Kemal BAYRAM) gibi üçkagıtcıları, etli kurufasulye ısmarlayanlara kuyruk sallayacak kadar sefilleşmiş ufak ''adam''ları bile saymıyorum.

Hasan Balcı gibi sonradan türedi şarlatanlardan, ihanetin döl yatağına nerden düştüğü belirsiz tiplerden söz etmiyorum.

Mihrac Ural ihaneti ile bu kişileri yanyana getiriniz, aynı çerçeve içerisine alınız ve karşılarına geçip seyrediniz.

Çirkinlik göreceksiniz,

Kokuşmuşluk göreceksiniz,

Her türlü yalan, her boyutta sahtekarlık ve her türden düzenbazlıgın birarada bulundugunu görecek, bu kadar igrençliğin biraraya nasıl gelebildiğine kendiniz bile inanamayacaksınız.

Tarihimizin kara lekeleri bunlardır. Bunlar, ihanetin bilinçli savunucuları, gerçeklerin bilinçli karartıcılarıdır.

La Rochefaucaul,''Hile ve ihanet güçsüz insanların işidir '' diyor. Bunlar ''güçsüz insanlar''dır. Zavallı ve sefil ''insan''lardır.

THKP-C (ACİLCİLER) tarih yazımında, bunların yeri ihanetin yanına kazılmalıdır.

THKP-C(ACİLCİLER) tarih yazımında Mihrac Ural ihaneti ile, bir dönem onun çevresinde bulunmuş kimi insanlara da haksızlık yapılmaması için dikkatli davranılmalıdır derken, Yukarda bahsettiğim ''insan''lara da özellikle dikkat edilmesi gerektiğini de söylemeye çalışıyordum.

Engin ERKİNER, Mihrac Ural ihanetini, onun yanında yıllarca duran pek çok insanın farketmemiş olmasını, dolayısıylada ses çıkartmamasını öngörüsüzlük olarak değerlendiriyor ve bu duyarsızlıgı 'neredeyse 'suç ortaklıgı''na kadar götürüyor (en azından yazılarından bu anlaşılıyor).

Öngörüsüzlük ve duyarsızlık söylemlerine aynen katıldıgımı belirtmek durumundayım. Buna karşın ''suç ortaklıgı'' saptamasının son derece ağır bir saptama olacagı kanısındayım.

Cemal Süreyya aşk'ı anlatırken çok güzel bir benzetme yapıyor.''Annesinden dayak yediği halde, yine "anne" diye ağlayan bir çocuktur aşk. ''diyor. Cemal Süreyya'ın ''annesi''ni örgüt, çocuğu da militan yerine koydugumuz zaman ortaya ''suç ortaklığı''değil, güvene dayalı bir masumiyetle karşılaşırsınız.

Annesinden dayak yediği halde, anne diye ağlamaya devam eden çocuk masumiyeti, dayağın süreklilik arzetmesi durumunda, yeteri kadar büyümüş ve kendine olan güveni de artmış oldugundan bir süre sonra, anne diye ağlamayı bir yana bırakır ve evi terkederek yeni bir hayat kurmaya çalışır. Örgüt üyesi militan'da öyledir. Devrimci miltanlığın samimiyeti ile örgüt örgüt diye çırpınırken, muhatap oldugu haksızlıklar karşısında, düzelir umuduyla sessiz kalmasına karşın, haksızlıkların artarak devam etmesi karşısında da hızla oradan uzaklaşarak yeni bir yol arayışına girer.

Mihrac Ural ihanetinin bir dönem çok yakınında bulunmuş kimi militan yoldaşlarımızın konumlarını bu açıdan değerlendirmenin daha sağlıklı olacagını düşünüyorum.

12 Eylül 1980 darbesini takip eden yıllarda, Türkiye'den Suriye'ye 700 civarında insan geçmiştir. Bu insanların önemli bir bölümü uzun yıllar Suriye'de kaldılar.

1981 ve 1983 arasında, iki seneye yakın bir dönemi saymazsak, ellerine ne silah aldılar ne kitap.

Çalıştırıldılar,para kazandılar ve Mihrac Ural adlı sahtekara sermaye birikiminin aracı olarak kullanıldılar.

İnsanların ,''yeter artık',bir şeyler yapılacaksa yapalım, burda ne işimiz var'' diye seslerini yükseltenler, disiplinsiz, iflah olmaz küçük burjuvalar olarak suçlanarak, yeni gelen yoldaşlara kötü(!) örnek olabilecekleri kuşkusuyla derhal bölgeden uzaklaştırılma yoluna gidilmiştir. Avrupa'ya, yada Türkiye'ye yollanmış olan yoldaşların çok büyük bir bölümü, ''devrimci görevler'' palavraları ile sürgüne gönderilmiştir. Suriye'de bulunmuş olan tüm yoldaşlar iyi bilirler. Adı geçen tarihte,''Parti okulu'' inşası diye yüzlerce yoldaşın sırtlarından tugla ve taş taşıyarak inşaa ettiği bina, bugün Mihrac Ural adına turistik otel olarak kullanılmaktadır.

Devrimci görev(!) adı altında Avrupa yada Türkiye'ye gönderilen militan yoldaşlarımızın hemen tamamı, bir kez olsun yönünü Suriye'ye çevirerek Mihrac URAL'ın yüzüne bakmadılar.

Nedeni çok basit. Masumane düşünen çocuk büyümüştür, ''Taktik yapıyoruz yoldaş'' sözlerine karnı doymuş ve yapılan haksızlıkların hata olmayıp bilinçli bir ihanetle karşı karşıya olduğunun farkına varmıştır.

Suriye'deyken, Mihrac Ural'ın ''sağ kolu'' oldugu sanılan kimi militanların, Suriye'yi terketmek için bindikleri uçaga ayaklarını atar atmaz ''yaşasın kurtuldum'' diye çığlık atıp el hareketleri ile Suriye'ye ''nanik''yaptıklarını biliyoruz.

Kayseri bölgesi militanlarından,1980 tarihinden itibaren faşist kurşunlara hedef oldugu için tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda kalmış Kemal YILDIRIM adlı yoldaş'ın Suriye ve Mihrac URAL'a ilişkin söylediklerini daha önce yazmıştım. Kemal YILDIRIM ve eşi'nin, '' Bir kez daha Suriye'de ve Mihrac Ural'ın yakınında bulunmak yerine, 12 Eylül zindanlarında yatmayı tercih ederiz'' sözlerinin herşeyi anlattıgı kanısındayım.

Mihrac Ural bloguna girmenizi salık veririm. Utanç verici sefillikle karşılaşacaksınız. 40 yıl önceki, yoldaşların filistin kamplarındaki fotoğraflarını yayınlayarak, aynı havanın bugünde devam ettiğini ima etmeye çalışıyor. Utanmıyor. Yayınladıgı fotoğraflar içerisinde bugün hiçbir yoldaş kendisine selam vermiyor. Kaldığı resimlerini yayınladıgı yoldaşların bir kısmını da bizzat kurşunlatıp katleden de yine kendisidir.

Kişisel çıkarı uğruna herşeyini ,ama herşeyini satabilecek kadar küçülmüş,un-ufak olmuş, her türlü ahlaki değere sırt çevirmiş olan Mihrac Ural adlı sahtekarın tüm sermayesi yalan yalan ve yalanlar üzerine kurulmuştur.

Bizim yaptığımız, gerçektende son derece iyi yaptıgımız tek şey, yalanlar ve sahtekarlıklar üzerine inşa edilmiş düzenbazlıkların temellerini ''dinamitlemek'' Mihrac Ural gerçeğini açığa çıkartmak olmuştur.

Sadece bizim, sadece Acilciler'in değil. Bu görev,sosyalist hareketimizin geneli açısından da son derece önemli bir sorumlulugun yerine getirilmesi olarak görülmeli ve öylece değerlendirilmelidir.

Neredeyse dört senedir Mihrac Ural ihanetini yazıyoruz. Örgüt lideri olduğunu savunan bu soytarıyı, bugüne kadar, liderlik yaptıgını söylediği örgütten tek bir kişi dahi savunmaya yeltendi mi ? Hayır yeltenmedi. Yazdıklarımızın eksiği var fakat fazlası yok da o nedenle yeltenmediler.

Soytarıyı savunmuyorlar ama bir çoğu da hala susmaya devam ediyor. Nedenleri var. Susmaya devam etmelerinin bir değil, birden çok nedenleri oldugunu biliyorum.

Bernard SHA,''Susmak, ilgilenmemenin en iyi işaretidir'' diyor. Doğrudur. Susanlarımızın birçogu ilgilenmiyor. Gördükleri muamele, ugradıkları ihanet karşısında sadece Acilci'likle değil, topyekün devrmci hareketle olan ilişkilerini koparttıkları için ilgilenmiyorlar.

 

Hz. Muhammed,'' susan kurtulmuştur'' buyuruyor(!). Yoldaşlarımızın birçogu bu nedenle susuyor.''kurtulduk'' diyorlar. Bir kez daha Mihrac Ural pisliği ile muhatap olmamak için susuyor konuşmuyorlar.

 

Francoıs de la Rochefoucauld'un ''Kendine güvenmeyenin en iyi taktiği susmaktır.'' güzel sözünü tekrar ederek ,üzülerek söylemek gerekirse, arkadaşlarımızın bir çoğu bu nedenle susmayı tercih ediyor. Köpekle dalaşmaktansa, çalıyı dolaşma'nın daha dogru olacagını söylerken bile kendilerine olan güvensizliklerini de itiraf etmiş oluyorlar.

Nedenlerini biliyorum.

Ali Fuat ÇİLER gibi tiplerden sözediyorum.

Bitirmeden önce, son derece önemli bulduğum bir konuyu tekrar gündeme getirmek durumundayım.

Hatırlayınız. Mihrac Ura'a sorduk,'' Polis ifaden nerde ?'' Dedik ve yayınlamasını istedik. Kaybolduğunu söyledi. ''Avukatına söyle mahkeme kayıtlarından alsın ''dedik. Kayıtların merkezi arşive kaldırıldıgını bu nedenle de alamadığını yazdı. Biz kendisine bu soruları sorup bu biçimde cevaplar alırken, 40 yıllık yoldaşm ve kadim dostum diye göklere çıkarttıgı Mehmet YAVUZ'unun, Mehmet AĞAR'la olan ilişkisini bilmiyorduk. Sonra ögrendik. Meğer bizim Acilci(!) Mehmet YAVUZ'umuz, DYP Mersin il başkanı yardımcısı ve Mehmet AĞAR döneminin bu partideki millet vekili aday adayı imiş. Mihrac Ural'ın Polis ifadesinin kaldırıldıgı emniyet genel müdürlüğü arşivlerine girip çıkıyor en gizli dosyalar bile önüne serilebiliyormuş. Emniyet Genel Müdürlüğünün en gizli arşivlerine, Mehmet AĞAR'dan aldıgı bir pusula ile girdiğini ve Acilciler dosyasını incelediğini söyleyen Mehmet YAVUZ'un burada Mihrac URAL'ın polis ifadesini alıp yayınlayarak bizi susturmasını beklerdik. Bunu yapmadılar. Yapabilirler miydi? Yapamazlardı. Sıkıysa yapsınlar.

Kimi yoldaşların polis ifadelerini şantaj amaçlı itina ile saklayıp ''susmazsanız....''diye aba altından sopa gösteren adam'ın o meşhur ''arşiv''inde kendi polis ifadesinin kaybolmuş olması garip gelmiyor mu size ?

Sırf bu nedenle, sırf, Mihrac Ural'ın aba altından gösterdiği sopanın korkusuyla susmaya devam edenlerin dikkatini çekmekle yetiniyorum.

Sırası gelmişken bir konuya daha değinmek istiyorum.

Bugüne kadar susanlar, daha dogrusu mırıldamalarına ragmen yüksek sesle konuşmayan, konuşamayanlar, 35 yıl boyunca adını agızlarına almadıkları ''yoldaş''larının mezarlarını ziyaret etmeye, biraraya gelerek'' '' vayy koçum nasılsın, nerelerdesin muhabbeti'' yapmaya başladılar. İtirazım yok. İsteyen istediği yerde istediği muhabbeti elbette yapacaktır.

Adama sorarlar ama, herkese olmasa da birilerine yada bir kaçına olsun sorarlar, '' sen yada siz'' derler, ''yoldaşlarının katili, bizleri bir araya getiren değerlerimizin üstünde tepinen bir soysuzun çanak yalayıcısı ile biraraya gelmeye utanmıyormusun diye sorarlar...'' Bugün değilse bile, yarın yada öbür gün sorarlar.. Dün, ''benden uzak durun, birbirimizden uzak duralım'' diyenlerin, bugün biraraya geliyor olmaları elbette sevindiricidir. Ama bir şartla, Susarak kurtulunmuş olunamayacagının farkına varıldığı sürece...

Konuyu kapatıyorum,

Kapatmadan önce, Bundan bir önceki yazımın son paragrafını şu cümlelerle bitirmiştim. Tekrarlıyorum.

''Sessizliğin birden fazla nedenleri bulunuyor. Anlaşılır nedenler oldugu kadar anlaşılmazları da oldugunu belirterek burdadan bitirmek ve bir sonraki yazıda nedenler üzerine görüşlerimi belirtmekle yetineceğim..''

Albert Einstein'ın girişte yazdığım tümcesini tekrar yazıyorum,

Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer ; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkartmayanlar yüzünden.''

Anlayanların dikkatine demekle yetiniyorum...