Şuanda 135 konuk çevrimiçi
BugünBugün2959
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10683
Bu ayBu ay10683
ToplamToplam10479107
yeni sömürgeciliğin değişkenleri - 1 PDF Yazdır e-Posta


Güncel durum açısından AKP kanadının ve hiç de onun paralelinden uzağa düşmeyen sağlı-sollu siyasal görüşler açısından yansıtılan kapitalizm açısından “olması gerekenler” yoğun bombardıman altında kitlelerin bilinçaltına yerleştirilmekte ve sistemin politik siyasasına kitlesel destek sağlanmaktadır. Güncele ilişkin analizlerin sol ağızlardan/kalemlerden, “soldan” yapılması da pek bir şeyi değiştirmiyor. Egemen kılınan görüş kapitalist sistemin değirmenine su taşıyor. Olanlar seyirlik bir oyun gibi izlenmekte, değerlendirmelerde sahnede görünen oyun ve oyuncuların rol kabiliyetleri esas alınmaktadır. Emperyalist Burjuvazinin tam da istediği budur. Nesnel olanın yerine öznel değerler konulmakta, değerlendirmeler bunun üzerine inşa edilmektedir. Egemen sesin kalabalığına koro olarak katılmanın adı da “soldan yaklaşım” ya da muhalif bakış olarak adlandırılmaktadır. Soruna sınıfsal bakış yerine magazinel entelektüel bakış açısından yaklaşıldığında sorunun kaynağında ne emperyalizm görülecektir, ne de kapitalizm. Ana etmen kapitalizmin ötelenerek sorunlara yaklaşımın zorunlu sonucu da bu sorunu çözecek olan dinamiğin ötelenmesi, sorunun sınıfsal eksenden kaydırılması ve sınıfın/işçi sınıfının/çözücü, yaartıcı gücünün görmezlikten gelinmesini beraberinde getirecektir. Böyle bir yaklaşımın “ sol” adına yapılması burjuvaziyi ziyadesiyle memnun eder. Hatta memnuniyetini çaktırmamak için görünürde hiddetini dışa vururken, el altından himayesini de esirgemeyecektir. Zaten Burjuvazinin yaratmak istediği “sol” da bu soldur. Karşı devrimin pratiği grift ve karmaşık, ülke özelinde ve küresel kapitalizm belirleyiciliğinde ve olanca hızıyla devam etmektedir.  Doğru yaklaşım sorunların çözümünün de ilk ve belirleyici adımıdır. Kapitalizmin hedefi yeni hegemonya ilişkilerinin ihdasıdır. Karşı devrimci İlişkiler zinciri örülürken de sadece devrimci güçlerin tasfiyesi değil, belirlenen sürece ayak uyduramayan, şu veya bu şekilde ayak bağı olan/olacağı düşünülen tabaka, sınıf ve zümreler de tasfiye edilmektedir. Varılmak istenen hedef, Emperyalizmin yeni sömürgecilik ilişkilerini düzenleyen Büyük orta doğu ve Kuzey Afrika ( BOP) projesinin gerçekleştirilmesidir ve rol dağılımında esas hedef de budur. Olan bitenler bu projenin gerçekleştirilmesinin yansımasıdır ve dışa vurumudur.

Kapitalizmin yeni sömürgecilik ilişkilerini irdelerken içten dışa doğru, özelden genele giden bir metotla yaklaşmayı, biraz da ülkenin içinde bulunduğu ve güncelliğini koruyan bir meselenin “aslında olan nedir”? ini irdelemek açısından gerekli gördük. Gerçekten ülkemizdeki güncel durum açısından “olan nedir”?.  Sorunlara devrimcilerin yaklaşım metodu ne olmalıdır?. Yakın gündemin ana başlıklarına kısaca göz atılırsa her bir sorunun diğerine bağlı, birbirini etkileyen ve birbirinin içinde olduğu görülecektir.

Küresel kapitalizmin gözdeleri Hantington ve Fukiyamanın tezleri yeniden hatırlanmalıdır:  Fukiyamaya göre ideolojilerin sonu geldi ve yaşamın bütün alanlarında liberalizm hakim kılınmalıdır. Huntington’a göre ise 21. yüzyıl dinsel temelli uygarlıklar çatışmasının yüzyılıdır. Aslında isimleri farklı olan bu iki akıl danenin de söyledikleri aynı şeydir. Tüm korkuları “Tanrı kapitalizme bir daha sosyalizm kabusunu yaşatmasın” dır ve kapitalizmin bir daha sosyalizm travmasını yaşamaması için akıl hocaları seferber olmuştur.  Gerçekten SSCB nin yıkılmasıyla yer küre ardı ardına alt üstler yaşamaya başlamıştır. Sovyet Cumhuriyetleri yeniden dizayn edilerek, turuncu pembeli devrimlerle (!) sisteme karşı etkisizleştirilmiş sistemin içine çekilmiştir. Bütün yer kürenin tek, büyük ve bütün bir pazar olması için, ulusal burjuvazinin de anası olan ulusal sınırlar yıkılmaya başlamıştır. ( Dış işleri A. Davutoğlunun yakın geçmişte, birkaç önce “ ulusalcılıkla hesaplaşmanın zamanı geldi” açık ifadesi hatırlanmalıdır). Bu sürecin başlangıcı sayılabilecek Doğu Avrupa’da belirlediği hedefe ulaşabilmek için Yugoslavya’nın parçalanmasında kullandığı araç, halkların “din ve etnik” köken duygusudur. Yangını çıkarmak için etkili olan yerlerde Sırp-Boşnak gibi etnik kökeni,  etkili olabilecek yerlerde ise Müslüman- Hıristiyan gibi dinsel öğeleri kullanmıştır. Romanya’da yoğun kara propaganda ile, dünyanın gözünün içine baka baka imal ettiği yalanlarla Çavuşeskuları yolsuzluk yapmakla, cinayet işlemekle, Romanya’nın kaynaklarını üzerine geçirmek ve Romanya’yı borç batağına sokmakla ( sanki Romanya halkı çok umurlarındaydı) itham etmişler,  kurşuna dizdirmişlerdir. Yıllar sonra Romanya’nın dışarıya tek kuruş borçları olmadığını, Çavuşeskuların da kişisel servetleri olmadığını, aynı dönem kara propagandayı yapan CNN muhabiri kendisi açıklayacaktır.  Çekoslavakyayı Çek ve Slovakya olarak bölmüşlerdir. Yani doğu Avrupa’nın yeni sömürgecilik ilişkilerine uygun dizaynı böylece tamamlanmış görünmektedir. Bir kez daha altını çizmekte yarar var: emperyalizmin bu ülkelerdeki yıkıcılığında etkin propaganda araçları etnik ve dinsel argümanlardır. Ulus devletler artık küreselleşen kapitalizmin ihtiyaçlarına cevap veremez durumdadırlar ve ulusal sınırlar kapitalizmin sömürüsünün geleceği adına ortadan kaldırılmalıdır. Ülkesel/ulusal Kapitalizmin temel hareket noktası budur. Kapitalizm artık sınır ve siyasa olarak, ekonomi ve politik olarak adeta ultralaşmıştır. Şarlatanların aktardıklarının ve hayranlıklarının aksine AB, insan hakları ve demokrasi abidesi değil kapitalist sömürünün birleşmiş ahtapot kollarıdır. Ulusal sınırların tasfiyesi sonucu tekelci kapitalizmin işbirlikçisi ulusal burjuvazi de tasfiye edilmiş, sömürüden elde edilen değerler doğrudan uluslar üstü/küresel kapitalizme aktarılmıştır. Yani, tekelci kapitalizmle işbirliği sonucu ülkede siyasal/ekonomik ve politik iktidarı elinde tutan ulusal burjuvazi sınıfsal dayanağını yitirmiş, siyasi iktidarıyla birlikte ekonomik iktidarını da küresel kapitalizmin ülkedeki temsilcilerine terk etmek zorunda kalmıştır. Kapitalizmin bu evresinde bir  “ulusalcılıktan” söz edilebilir mi?. 20. yüzyılda Emperyalizme bağımlı ülkelerde siyasal İktidarların belirleyicisi emperyalizmin yine kendisidir. Emperyalist mihrakların onayını almadan iktidar olan bir bağımlı ülke iktidarı gösterilemez ve bunun istisnası da yoktur. Bu iktidar ilişkilerinde Emperyalist kapitalizm sömürüden aslan payını alırken işbirlikçi burjuvazi de iktidar olmanın avantajıyla kendi sömürü payına kanmaktadır. Ancak küresel kapitalizmin ulusal sınırlara artık tahammülünün kalmayışıdır ki ancak ulusal sınırlar içinde iktidar olma olanağı olan ulusal burjuvaziyi de ortadan kaldırmıştır.  Bu ülkelerde siyasal iktidarlar, iktidarlarını belirleme iradesine sahip değildirler. Deyim yerindeyse uluslar üstü küresel burjuvazinin temsilcisidirler, sekretaryasıdırlar. İktidar olan küresel kapitalizmdir.

Doğu Avrupa’dan ve Balkanlardan sonra sıra Orta Doğu, Afrika ve Kafkasların yeni sömürü ilişkilerine uygun hale getirilmesidir. “Ulusal” olma iddiasındaki ülkelerin ülkesel bütünlükleri ortadan kaldırılmalıdır. Bütünlük yerini sisteme daha kolay entegre olabilecek parçalara bırakmalıdır. Bunun ilk adımı mevcut statükonun ortadan kaldırılmasıdır.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız mevcut durumun değerlendirilmesinde içine çekilmeye çalışıldığımız tuzak da ağzı açık beklemekte, gerek ideolojik yetersizliğimiz, gerekse mevcudu kavrayamayışımız devrimcileri adeta sistemin sözcüleri durumuna düşürmek, karşı devrimin pratiğini onaylar noktaya sürüklemektedir. Kişisel sübjektiflik de burada kendisini ele vermektedir. Ülkemizde AKP nin iktidar olması yeni sömürgeciliğin yukarıda özetlemeye çalıştığımız işleyişinin ikame edilmesidir. Egemen güçler arası çekişmeler bu değerlendirmenin konusu değildir. Sorun gelişmelerin mantığını kavrayabilmekte ve devrimci hareketin dinamiklerini harekete geçirmek için ne yapılması gerektiği hususunda düşünce üretmek, devrimci pratiğin rotasını belirlemektedir. 2002 yılında iktidar olan AKP nin hızla kadrolaşması, kadrolaşmanın temel unsurlarının İslamcı kesimlerden oluşması adeta bir demokrasi şöleni olarak karşılandı. AKP’nin demokratlığına toz kondurulmadı. Güya o güne dek kamu hizmetlerinde soğuk bakılan İslamcı kesimin kamu hizmetlerine alınması bu skime yapılan haksızlığın ortadan kaldırılmasıydı. Gerçekten durum bu muydu?. Sıradan bir insan bile bilir ki kamu hizmetleri “sol” a kapalı olmanın ötesinde siciline “sol” bulaşmış kişilerin yedi göbek sülalesine de kapalıdır. Dinsel/mezhepsel inanç olarak alevi kesime tapalıdır. Tersine son altmış yıl İslamcı skimin kamusal alanda korunup kollandığı ve giderek etkinleştiği bir süreçtir. İktidarın ağızlarının üst perdeden söylediklerinin toplumsal yaşam gerçekleriyle uyuşmadığı, örtüşmediği bir gerçektir. Oysa ipuçları ortaya çıkmıştı ve R.Tayyip Erdoğan kendisinin “BOP”un eş başkanlığını çoktan ilan da etmişti. İslamcı kadrolaşmanın amacı da –sokaktaki insan için olması bile- devrimciler için öngörülebilir bir olguydu. Bu değiştirilmesi gereken statükonun “değiştirici”  kadrolarının devşirilmesiydi. Küresel kapitalizmin yeni sömürgeciliğine uygun ve kapitalizm açısından uluslar arası rol alabilecek bir iktidarın oluşumunun ilk ve temel şartıydı. AKP de iktidarını şekillendirmeye buradan, yani başlaması gereken yerden başladı. Yani AKP nin demokrasiyle, insan haklarıyla ilişkisi olamazdı. O, küresel kapitalizmin uygun iktidar biçimini oluşturmakla meşguldü. İktidar kadrolarının İslamcı kesimden seçilmesi Orta doğuda verilen rolün yerine getirilmesi için bir zorunluluktu ve aynı zamanda İslamcı/Sünni eğilimleri güçlü bir toplumda siyasal destek sağlamak için de bulunmaz kaftandı. AKP iktidarının birinci döneminde statükoyu değiştirecek kadrolarını oluşturmuş, kuran kursu, imam hatip, türban gibi alanlardaki söylemleriyle de dinsel motifli kitlelerin desteğini kazanmıştır.