Şuanda 55 konuk çevrimiçi
BugünBugün2274
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9998
Bu ayBu ay9998
ToplamToplam10478422
insan bir "şey" değildir PDF Yazdır e-Posta


İnsan’ın bir ‘’şey’’den farkını koyabilmek için önce insan nedir? Sorusuna cevap verelim.

Tabii ki bu soruya verilebilecek en iyi yanıt:

İnsan’ın sürekli gelişim ve değişim süreci içinde olan bir varlık olduğudur. İnsan kullanıma sunulan bir tüketim aracı gibi tanımlanamaz. Dolayısıyla insan bir ‘’şey’’ değildir. Bir ‘’şey’e sürgün de değildir.

İnsanın düşünce boyutunu bir yana ittiğiniz zaman, onu sadece fiziksel ihtiyaçlarını karşılayan bir canlı olarak gördügünüzde hayvan yerine koymuşsunuz demektir.

 İnsanı insan yapan sahip olduğu aklı yanında dışındaki gerçeklikleri de  idrak yeteneğidir.

‘’Dolayısıyla: ‘’İnsan nedir?’’ sorusu, bizim:’’Ben kimim?’’ sorusunu sormamızı zorunlu kılar. Eğer insanı bir ‘’eşya’’ gibi görme yanlışlığının farkındaysak, ‘’ben kimim’’ sorusuna da ancak ‘’ben bir insanım’’ şeklinde cevap verebiliriz.(Hayatı sevmek-Erich From)

Ne yazık ki çevremizde gördüğümüz, tanıdığımız hatta yakın ilişkide olduğumuz insanların çoğu kendilerinin herşeyden önce bir insan oldukları gerçeği ile fazla ilgilenmiyorlar...

Bir kaç örnekleme yaparsak:

İnsanların  varoluş süreci içinde sahip oldukları mesleki kimlikler çoğu zaman ön plana çıkar. Toplumda mesleki ayrıcalıklarına göre değerlendirilirler. Halbuki meslek bilgileri onların insani yönleri hakkında bize herhangi bir ipucu sunmaz.

Bir de içinde bulunulan toplumsal sürece özgün sosyal ve siyasal şartların ardında oluşan duygular vardır. Bizdeki gibi; Egemen bir sınıfın; toplumsal çoğunluk yanısıra  güçlü bir etnisiteye hükmettiği toplumlarda, ezilen ötekileştirilen insanlar arasında zamanla birbirlerine karşı kin ve nefret duyguları yer eder. Toplumda Adalet ve eşitlik kazanılmadıkça bu nefret sürekli varlığını koruyacaktır. Burada insan vicdanı devreye girer. Girmiyorsa eğer, ya da çok az devredeyse  orada insansızlaşma derinleşmiş demektir. Orada ‘’şey’’leşme başlamıştır.

Hepimiz çok iyi biliriz ki;

 İnsan olmanın düzeyi insanlık değerlerinin tehlikeye düşmesi karşısında gösterilen tepkiyle açığa çıkar.

İnsan olmanın bir diğer tanımı da;

 

İçsel dürtülerine karşı davranışlarını kontrol edebilme yeteneğidir.

İnsanın kendi gücünü kullanarak çıkarı uğruna başkalarını kullanmasına From: ‘’bu eylem aslında arındırılmış bir yamyamlıktan başka bir şey değildir’’ der.

Ne kadar doğru bir tesbit değil mi?

İnsanlar kendilerinden daha güçlü olduklarını düşündüklerine karşı bir tüketim malzemesi olma rolünden vazgeçtikleri zaman gerçek insanlaşma süreci içine girecekler.

 Ancak ilk önce bu durumlarının farkında olmaları gerekmiyor mu? Gittikleri yolun yanlış olduğunu bilince çıkarmaları gerekmiyor mu?

Gerekiyor diyorsak eğer; O zaman şunu rahatlıkla öne sürebiliriz;

İnsanın aklı davranışlarını kontrol eden bir rehber olabilirse farkındalığı başarabilir.

İnsan davranışlarının tarihsel süreci incelenirse mutlaka görülecektir. İyi ya da kötü, insanın yapamayacağı hiçbir şey yoktur.

Bir insan düşünün; Hayatının her anı yalanla geçiyor.Her gün yalan söylüyor. Nasıl güvenirsiniz ona?

Kaldı ki piyasa toplumlarında temel özellik insanları birbirlerine karşı çelişki içine sokmaktır. Doğru ile yanlışın iç içe yaşanır hale geldiği bir toplum düzenidir bu ’’düzen’’. O nedenle yalan söylemek pek ayıplanacak, utanılacak bir durum olarak algılanmaz.

Haklısınız;

Doğru söyleyenin değil köyden, dünyadan kovulduğu bir aşamayı yaşıyoruz.

 Ancak bizler bu sistemde gerçekten ayrıcalıklı bir kesimi temsil ediyoruz. Yaşam anlayışımızla, dünyayı ve insanı yorumlayışımızla farklı insanal bir sistemin insanlarıyız.

 Davranışlarımız da farklı olmalı. Ve şayet biz bu ’’düzene’’ rest çektiğimizi iddia ediyorsak farkımızı ortaya koymak durumundayız. Dürüst, doğru ve vicdanlı olmak başlı başına sistemle karşı karşıya gelmek demektir.

 Bir de, teknoloji çağındayız bu yalancı sistemde öyle söylenen yalanlar pek gizli kalmıyor eskisi gibi. Telefon kullanıyorsanız, internete giriyorsanız kendinizi gizlemenize de gerek yok zaten.

Uyarıları dikkate almayıp bile, bile yalanın, yanlışın peşinde koşanlara söylenecek fazlaca bir şey yoktur... Bu tür insanlar sizin uzattığınız eli de kolaylıkla kendi çukurlarına çekerler. Sizi de kendilerine benzetmek isterler...Rahatsız olurlar üzerlerine gidişinizden... ‘’Belki de hangi çağda yasıyor bu?’’ Diyerek kıs, kıs gülerler arkanızdan. Samimiyetinizle dalga geçerler. Çünkü ‘’şey’’leşmenin girdabında utanmayı da unutmuşlardır uzun süredir. 

Ancak,  en değerlisinden en değersizine kadar sonuçta her  insan, gerçekten insan olarak kalmak ister. Çünkü her şeye rağmen, çok iyi bilinir ki:

‘’İnsanın akıl ve sevgi güçlerinin gelişmesine katkıda bulunmayan her davranış, insana zarar verir’’.

 

Devam edersek;

Doğanın kontrol altına alınmasıyla birlikte insan doğası da kontrol altına alındı. Böylelikle içinde bulunduğumuz insansızlaşma sürecinde ‘’doğaya sevgi ile bakmak, onunla uyum içinde yaşamak yerine onu ezmek ve ona hakim olmak tavrı gözleniyor’’.

Bugün insan ilişkilerini sinsice yönlendiren bu davranış  piyasa ekonomisinin ‘’şefkat kapasitesi’’yle bozulan insanı resmediyor.

Endüstri toplumlarının ‘’al gülüm ver gülüm’’ ilişkisinde duygusal bağa yer yoktur. İnsanlar kendilerinden öylesine uzaklaştırıldılar ki, kendi acılarını bile tamı tamına yaşayamaz hale  geldiler. Çünkü acılar da pazara sürüldü. Sanki acılar onlara yaşamaları için verilmiş ve ömür boyu yaşamaları gerekiyormuş gibi.

Acı çekmek insana has bir duygudur. Ancak çektikleri acının toplumda ne kadar yaygın olduğunu ve ne bedeller sonrası yaşandığını bilenler ve bunu fark edenler ‘’insanların uyum halindeyken tattıkları hazzın kıymetini iyi bilirler’’. Sevgi olmayınca, şefkat de olmaz, gerçek anlamda dostluk da...

 

 Sonuç olarak konu ile bağlantılı kısaca şunlar söylenebilir:

 Değerini bilmek için önce insana saygı duymak gerek.

 İnsani değerler piyasa değerleri ile ölçülemez.

Unutmayalım İnsan olma bir yol, bir süreç işi ise;

İnsanlığı bozulan insan yol’dan çıkan insandır.

Günümüzde gerçek insan bir‘’şey’’ olmaya direnen insandır.

Gelinen aşamada kendinde sürgüne mahkum edilen insan’a umudumuzu yitirmeden, inadına özümüze ve özgürlüğümüze sahip çıkalım.

Farkındalığı geliştirelim, insandaki eksilişin, bozulmanın, yozlaşmanın önüne geçelim.

İnsanlarımızın, dostlarımızın ve yoldaşlarımızın kıymetini bilelim...

 

 İnsanlar kendilerini bu dürtülerin motivasyonuna çoğu zaman farkında olmadan terk ederler. Çağımızda futbol takımlarının taraftarlarında görülen fanatizminin önü alınamayan bir çılgınlık boyutunda yaşanması, bu dürtülerin ne kadar kullanılmaya açık ve güçlü dürtüler olduğunu bize anlatır.