Şuanda 304 konuk çevrimiçi
BugünBugün2382
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10106
Bu ayBu ay10106
ToplamToplam10478530
yeni sömürgeciliğin değişkenleri / 6 PDF Yazdır e-Posta


Öncelikle bu başlık altında yayımlanan yazının beş bölümünün içeriğine, soruna yaklaşım biçimimize ilişkin düşünce ve yaklaşımlarını ciddiye aldığımız arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan gelen eleştirilere kısaca değinmek istiyoruz. Yönetilen eleştirilerin başlıcası yazının başlığı olan “ yeni sömürgeciliğin değişkenleriyle” ilintilidir. İleri sürülen itiraz şu: “Kapitalizm emek sömürüsü üzerine kurulmuştur. İki yüz yıldan bu yana da böyle sürmekte olup, yok olup gidene kadar da böyle devam edecektir. Emek sömürüsünün ortadan kalkmasıyla da zaten kapitalizmin kendisi ortadan kalkacaktır.” İleri sürülenler doğru ve itiraz kabul etmez. Doğru, ancak eksik bir yaklaşım. Eksiklik, bizi cevap vermeye zorlayacak kadar da bağışlanmaz bir yanlışı beraberinde getirmiştir.  Yaklaşımı tamamlayan ikin unsurun, üretim araçlarının özel mülkiyetinin ve Pazar sorununun yaklaşımın dışında bırakılması kapitalizmi sadece ve yalnızca “işçilerin emek sömürüsüne” indirgemek olur ki, bu yaklaşım Marksizmi değil ekonomizmi, sınıf iktidarını değil burjuvaziyle uzlaşılarak bu çelişkinin yumuşatılmasını öngören “reformizm” i işaret eder. İngiliz Fabianları da Marksist olduklarını ileri sürmüşler, ancak işçi sınıının ekonomik temelli örgütlenmelerle sömürüyü dengeleyeceklerini ileri sürmüşlerdi. Fabianlardan yüz elli yıl sonra bizzat kapitalizmin kendisi, sömürü yöntemlerini her türlü olanağı kullanarak hiçbir sınır tanımadan ve buna tahammül bile göstermeyeceğinin ispatıdır. Hayat Fabianların tatlı rüyalarını kabusa çevirmiştir.  Elbette emek sömürüsü-biz buna emeğin artık değer sömürüsü diyelim- kapitalizmin varlık nedenidir, emek sermaye çelişkisi kapitalizmle işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz temel çelişkidir. Çelişkinin çözümü üretim araçlarının özel mülkiyetinin işçi sınıfının iktidarı aracılığı ile toplumsal mülkiyete dönüştürülmesiyle son bulur. Kapitalizm işçi sınıfının emeğini üretim sürecinde sömürür. Kapitalist üretim ise Pazar için üretimidir ve üretilen malların pazarlanmasıdır. Bu nedenle “Pazar ekonomisi” kapitalizmin can damarıdır ve bu olguyu dışlayarak kapitalizmin işleyişi ve işleyişteki değişiklikler kavranamaz, çözümlenemez. Aksi durumda kapitalizmin tarihiyle başlayan gerek yerküre ölçeğinde, gerekse bölgesel/yerel alanlarda başvurduğu “emperyalist savaşların” bir açıklaması olmayacaktır. Bilmem nerenin prensinin şu davranışı, nere voyvodasının bu çılgınlığı ile emperyalizmi anlamaya çalışırız. Oysa emperyalist aşama ile birlikte kapitalist sömürü katmerleşmiş, yalnızca artık değer sömürüsüyle yetinmekle kalmamış, gerek emperyalist ülke halklarının cebinden değer transferi yolları yaratarak gerekse sömürge ülke halklarının yeraltı yer üstü zenginliklerini talan ederek sömürü alanlarını genişletmiştir. Kapitalizm Pazar demektir ve pazarların ortadan kaldırılması onun ölümüdür. Yazımızda irdelemeye çalıştığımız tam da budur. Yoksa yazının bütünlüğünde emeğin artık değer sömürüsünü göz ardı etme gibi bir olgu söz konusu olamaz. Diyalektik yöntem, gelişimin, değişimin gözlenmesidir ve Marksist düşünce tarzı da gelişimi-değişimi bütün olgu ve olasılıklarıyla ele alır, çözümler ve bu maddi veriler üzerinde işçi sınıfının mücadele hattını, araçlarını, eylem biçimini oluşturur. Ayrıca yazımızın salt entelektüel deneme olmadığını belirtmek zorundayız. Ancak yaklaşım tarzımızın doğruluğundan eminiz ve arkadaşlarımızın eleştirilerine bu noktada katılmak bu arkadaşlarımızın dogmatizmine, ortaklık olacaktır ki, tavrımız bunun dışındadır ve öyle olacaktır. Tekrar vurgulayalım. Yazımızın hiçbir bölümünde, satırında ve sözcüğünde kapitalist sömürünün temel öğesinin emeğin artık değer sömürüsü olduğuna ilişkin kuşku belirtir hiçbir emare yoktur. Ancak kapitalizmin irdelenmesinde Pazar sorununun yok sayılması ya da ihmali sadece kapitalistlerin size bol keseden teşekkürlerini sunmaları, avuçlarını ovuşturmaları anlamına gelecektir. Tarih boyunca sınıflar birbirlerine teşekkür etmemişlerdir, savaşmışlardır. Tarih bu inadını sınıfların ortadan kalkmasına kadar da sürdürecektir.

Sözünü ettiğimiz yeni sömürgecilik yöntemlerinde değişim süreci 21.yüzyılın başlarında kapitalizmin devresel kriz aralıklarının sıklaştığı döneme denk düşen süreçtir. Bu sürecin belirleyici özelliği, Sosyalist sistemi içine alan SSCB ve Doğu Avrupa’yı içine alan sosyalist sistemi yeniden kapitalizmin pazarına açmak, Balkanları ve  Orta Doğu ağırlıklı olarak Kuzey Afrika ve Kafkasya’yı içine alan enerji bölgelerinin -tek tek emperyalist ülkeler adına değil- Emperyalist/Kapitalist sistem adına yeniden organize edilmesidir. Önceliğin Orta Doğu ve Kuzey Afrika olmasının nedeni yerkürenin diğer bölgelerinin teslim alınmasında bu bölgenin jeopolitik önemidir. 20. yüzyılın ikinci yarısında İsrail, sistemin Ortadoğuyu kontrol etmesinde yeterli iken, Kuzey Afrika’nın ve Kafkasya’nın enerji kaynaklarının sistem adına kontrolünde bu işlevi yerine getiremeyecektir, yetersiz kalacaktır. Dolayısıyla Ortadoğu sistem adına bütünüyle sistem adına homojenleştirilip İsrailleştirilmelidir. Bu nedenle Orta doğudaki yönetimlere müdahale kaçınılmazdır. Emperyalizm açısından gerçekten “ bahar” olan “Arap Baharı” olarak adlandırılan gerici kışkırtmalarla Orta Doğu ve kuzey Afrika’daki yönetimlerin birer birer parçalanıp yerlerine ikame edilen yönetimler Arap kimliği taşıyan ve sözüm ona Arap ülkelerine demokrasi vadeden taşeron yönetimlerdir. Emperyalizm, politik/siyasal bir amaca ulaşmada sonuç alıcı yatırımlarını uzun vadede tasarlar ve adım adım hedefe gider. Bu nedenle geçmiş yazılarımızda ısrarla belirttiğimiz gibi bu süreç Türkiye’de 12 Eylül faşizmi ile başlamıştır. Ancak sürecin bu günü hedefleyen plan ve projesinden 12 Eylülü gerçekleştirenlerin bilgilerinin olmadığına inanıyoruz. 12 Eylül Generalleri Pentagon eğitiminden geçmiş Natocu generallerdir ve elbette emperyalizmin doğrusu bunlarında doğrusudur. Ancak emperyalizm ne istediğini ve neyi amaçladığını bilmektedir. Bunlar ise sistemin terminatörleridir ve sistem adına hareket ederler. Yani gerçekten birer zavallılardır ve tek üstün yanları, kitlelerin cebinden adeta çalınan vergilerle ve kitlelere ve onun gerek sınıfsal gerekse ekonomik örgütlenmelerinin bastırılmasına, yok edilmesine yönelik olarak kullanılmak üzere ellerine tutuşturulan silahlardır.   O günden bugüne sıkı 12 Eylül karşıtı kesilenlerin 12 Eylülün programı üzerinde oturanları kutsamalarını düşünmeye değer bulmaktayız. 12 Eylüle karşısın ama 12 Eylül faşizminin programıyla iktidar olan Özal ve AKP iktidarının demokratlığına toz kondurmayacaksın!... Meşhur sözdür bilinir: Emperyalizm adama bokunu yedirtir… Görünürle yetinirseniz emperyalizmin gözdeleri olur çıkarsınız. Ne adına… Kuşkusuz ilerici, demokrat, hatta sosyalist olma adına… Breh, breh, breh… 12 Eylül ile başlayan süreçte emperyalizmin projesi yürürlüğe konmuştur. Örneğin 12 Eylül uygulamalarında toplumsal yaşama dinsel faktörlerin sokuşturulması, 12 Eylül anayasasına Din derslerinin zorunlu okutulmasının konulması, özelleştirmeler ( siz buna kamu mallarının yağmalanması deyin) öngörülen inşa için ilk kazmanın vurulmasıdır. Şimdi birkaç yıl geriye gidip o günün koşullarında gerek AB ve gerekse ABD diplomatlarının Laisizm adına söylediklerine bakmakta yarar var. CİA istasyon şefi Paul Henzenin derdi Türkiyenin laikliği olmuştu ve iki de bir Türkiye’nin laisizmden kurtulması ve ılımlı İslama yönelmesine ilişkin akıl hocalığı yapmaktaydı. “uygarlıklar çatışması”nın mucidine göre “uygarlık” din demekti ve uygarlıklar çatışması dönemi başlamıştı.  Uygarlıklar çatışması tezi adeta emperyalizmin dinsel ayeti olmuştu ve her yer açık kürsü di adeta. Bu gün özellikle toplumsal yaşamlarında dinsel etmenlerin belirleyici olduğu toplumlarda bu tezin sonuçlarını verdiği kabul edilmelidir. Afrika’nın, Asya’nın birçok ülkesinde farklı dinlere mensup insanları çatıştırmayı, kitlesel katliamlara varan kıyımlar tertiplemeyi başardılar. Uygarlıklar çatışması hız kesmedi, bu kez de aynı dine mensup farklı mezhepsel çatışma için zemin hazırdı. Irakta, Suriye’de, Lübnan’da,  Sünni-Şii çatışmasının günlük bilânçosu yüzlerce insanın ölümüdür. Peşinden emperyalizmin bir başka şaklabanı Tarihin sonunu getirdi ve sınıf savaşlarını bitirerek kapitalizmi ebedileştirip ölümsüzleştirdi. Şimdi bunları sırayla okuyalım: Önce etnik ve dini farklılıklar kaşınacak, bu temelli hoşnutsuzluklar yaratılacaktır. Bir yandan sömürüye ilişkin kapitalizme karşı kitleselleşmenin önü kesilecek, diğer yandan dinselleşen toplum AB/ABD imalatı “Ilımlı İslam’ın” oy desteği olacaktır. Bir an akla ister istemez şöyle bir soru geliyor: Şayet Orta Doğu halklarının dinsel inanışı İslamiyet değil de örneğin Hıristiyanlık ya da başka bir din olsaydı, Emperyalizm amaca ulaşmak için hiç kuşkunuz olmasın bu kez istasyon şefleri, diplomatları, yalama medyası ile Türkiye’nin İslamiyet’ten kurtulup ılımlı bilmem neyi kabullenmesini tavsiye edecekti.  Daha doğrusu tavsiye de değil, dikte ettirilecekti. Amaç, bölge halklarının dinsel bütünlük içinde sisteme uyumunu sağlamaktır. Sistem AKP yi iktidara taşırken eline iki kart vermiştir. Birincisi ılımlı İslam kartı, ikincisi etnik kart. AKP ilk elde birinci kartın gereklerini yerine getirmiş, toplumsal yaşamı ılımlı İslama endeksli olarak dinselleştirmiştir. Şimdi sıra Kürt kartındadır. Bu iki kart AKP ye Büyük orta Doğu projesinin Türkiye ayağını düzenlemek için iktidar kartı olarak verilmiştir. Bu nedenle biz gelinen noktanın “Kürt sorunu”nu çözmeyle ilişkisi olduğun düşünenlerden değiliz. Kürt sorunu Emek-Sermaye çelişkisinin yoğunlaştığı bir alandır ve çözümü de Emek-Sermaye çelişkisinin çözümünün içindedir.