Şuanda 37 konuk çevrimiçi
BugünBugün3622
DünDün6244
Bu haftaBu hafta17590
Bu ayBu ay17590
ToplamToplam10486014
Küsmelerin müzmin tarihi / 8 PDF Yazdır e-Posta


BİRİNCİ BÖLÜM

Kimselerin bilmediği bir sırrın ansızın açığa çıkacağı endişesi… Sürekli bir tedirginlik, sürekli bir acaba?. Akbabanın avını sürmedeki sürekliliği ve karalığı ile izleniyorsunuz… Artık dışarıdasın ama içerinin yolları pamuk ipliğine bağlı, kapıların her an açılması olasılığı kuvvetle muhtemel… Onursuzluk pazarından yedekler toplayıp suç üretiliyor… “Acaba hangi itirafçıyı pazarladılar da seni yeniden içeri tıkmanın sinsi sinsi planlarını yapıyorlardır.”. Bunca yılın deneyim ve tecrübesini edindin, bu hödükler elbette senden daha zeki değil, daha akıllı değil. Sen aklın ve zekanın tek bedende tek başta billurlaştığı bir ütopyanın adamısın, sen bir komünistsin…  Tek silahın da bu zaten. Zekâ ve sezgi… Iskalamak yok… Hedefi şaşırma hakkını kimden aldın ki… Onları atlatmanın sanatını senden daha iyi kim bilebilir  Yine de dikkat… Nerede, nasıl ve ne zaman seni ağına düşüreceklerini bilemezsin, gözünü dört açmalısın…  Nerede başınızı kaldırsanız malum amcalar(!)… içinizden bir şey kopup gider… Sen neysen ama ya Sinan… Sinan’la uzun dönem ayrılığından sonra henüz barıştık ve bana ısınma turları atıyor… İlk tanışmamızda “ yahu bu herif de nereden çıktı” inadını kırmayı başardım. Artık babası olduğumu biliyor. Ya da çocukların bir babalarının olduğunu fark etmeye başladı. Koşup geliyor, bacaklarıma dolanıyor, şımarıyor… (Laf aramızda, it oğlu it o günlerde beni yabancı görüp almadığı paraların acısını bu gün benden çıkarıyor).   “Oğlum artık dışarıdasın ve içerde olmak gibi kolaya kaçan bir bahanen de yok artık”… O senin gözbebeğin ve geleceği bütünüyle senin yaşama tutunmana bağlı. Hem sadece bu değil, malum amcalara inat tutunacaksın yaşama… Sen ki bir ülkenin kaderini değiştirmeye ant içtin… Bütün olanaksızlıklara ve bütün kuşatılmışlıklara rağmen, haince pusulara inat, iraden kendi yaşamını kurmanda zafiyet gösterecekse, önce sen kendinle hesaplaş ve de ki” kendi kişisel yaşamında zafiyet gösteren irade ateşler içinden nasıl geçip giderde bir ülkenin kaderini değiştirmeye ant içebilir ki… De ki bu irade yalandır, de ki bu irade içten ve katıksız değildir”… “Düşmanı güldürmeyeceksin, düşmana acz içinde görünmeyeceksin. İşte toprak, saldır ve tırnaklarını geçir…”  Gölge gibi peşinde olduklarını ve her hareketinin, her davranışının izlendiğinin farkındasın ve ayan beyan bunu biliyorsun.

O yılın kışında saatini şaşırmaksızın bulunduğun İstanbul’dan Ankara’ya dönecek ve kaçak göçek öğretmenlik yaptığın dershanede sabah derslere yetişeceksin. Bayazıttan apar topar Harem garına gelip, yer olup olmadığını bile sormadan hareket halindeki Ankara yönüne giden otobüse atlıyorsun. Muavin “tek kişilik yer var, geç otur” diyor. Otobüs Urfaya gidiyor, Ankara terminalinde inecek yolcuları indirip, bekleyenleri alıp yoluna devam edecek. Bunları otobüs hareket halindeyken muavinden öğreniyorsun. Yolcular genellikle Kürt ve Arapça konuşuyorlar birbirleriyle… Yaklaşık gecenin üçünde Ankara’da olurmuşuz. Yanımda oturan esmer, kısa saçlı, çelimsiz biri İngilizce saati soruyor. Şaşırıyorum. Allah Allah bu Kürtçe midir, Arapça mıdır pek anlayamadığım dil ne kadar da İngilizceye benziyor. Yüzüne bakıyorum. İngilizce soruyu tekrarlıyor. Anlaşıldı. Saati söylüyorum. “Thank you!... Bir süre suskun kalıyor. Tam uykuya dalma deminde bu kez Birleşmiş Milletler binasının Ankara adresini soruyor. “Hayrola” der gibi başımı sallıyorum. Birleşmiş Milletler binasında kalması gerektiğini söylüyor. Bu saatte binanın açık olmayacağını söylememle otelin gecelik fiyatını soruyor ve cebinden bir on liralık çıkarıyor. Gülüyorum. “Bu paraya bizim buralarda bir çay-simit sile vermeyeceklerini” söylüyorum. Tedirginleşiyor. Yarım yamalak İngilizcemle sohbet başlıyor. “ What is your name?”…

“Anis, I am from Etiopya”

Lan diyorum içimden “ oğlum Etiyopya nere, Türkiye nere, ne işin var lan elin memleketinde”.

Etiyopya’da üniversite öğrencisiymiş. Zooloji okuyormuş. Türkiye’ye araştırma yapmaya gelmiş. Ankara’da bir gece Birleşmiş Milletler binasında kalıp ertesi gün gidecekmiş. Bu saatte binanın açık olmayacağını tekrarlıyorum. Tedirginliği gittikçe artıyor.

“Hadi lan bize gidelim, bu gece kal, sabah da işin her neyse halledersin. Paran yok, pulun yok. Ankara’nın bu soğuğunda donup ölürsün yoksa”… Yardım etmek istiyorum, ne olacak kalsın bu gece bizim evde sabah işine baksın… Beynime endişeler üşüşüyor. “Lan oğlum adam ya polis ise, ya peşine takmışlarsa”… “Tamam, bir bu eksikti”. “Sana ne lan, yok kalkıp Etiyopya’dan Türkiye’ye gel sen, cebinde on lira… Gecenin köründe Birleşmiş Milletlermiş…”. Ne lan bu, sen beni ciddi ciddi salak yerine koyuyorsun ama, yemezler oğlum. Bunu yutmamı bekleyecek kadar aptal  olamazsın… “Lan diyorum bu hödükler mi yendi bizi, bunlara mı yenildik, bu aptal sürülerine… “Hadi yaylan, başka kapıya”… Yüz vermiyorum. Kafamı cama yaslayıp uykuya dalmaya çalışıyorum. Uyuyamıyorum. Otobüste boş yer arıyorum, kalkıp başka koltuğa oturacağım.. Yer yok, her yer tıklım tıklım dolu. Benden yüz bulamıyor. Uyuyor gibi yapsam da kulağım onda. Bu kez önündekilere, yanındakilere İngilizce yine Birleşmiş Milletler binasını, otel fiyatlarını soruyor. “Ha gardaş anlamadım” diyen başını çeviriyor, şaşkın şaşkın birbirlerinin yüzüne bakıyorlar. Bizimki iyice şaşkınlaşıyor, etrafında benim dışımda konuşacağı kimse yok… Beynimde ikilemlerin biri diğerine karşı savaşıyor.

-Bu adam şayet benim peşimdeyse… 

-Senin Haremden apar topar otobüse bineceğini nereden biliyor ki, üstelik sen otobüse hareket halindeyken bindin ve o otobüsteydi, senden önce binmişti.

-Olabilir, acelen olduğunu bilebilir, senin sabah derse yetişeceğini bilir, seni takip etmiştir, hemen hareket eden otobüse bineceğini tahmin edebilir.

- ama zaten açık alandasın. Dershaneye giriş çıkış saatin belli, otobüse dolmuşa bindiğin durak belli. Kaldığın evi zaten avuçlarının içi gibi biliyorlardır.

-Ihhh… ikilemler çarpışıyor beynimde. Ya gerçekten ihtilacı varsa, ya doğru söylüyorsa…

Otobüs Polatlıyı geçerken yem atıyorum, tavrına göre davranacağım. Teklifime sazan gibi atlarsa bir “hastirlik” hakkı var.

-Bu gece benim misafirim ol” diyorum, sabah kalkar işine gidersin… Başıyla “olmaz” işareti yapıyor.“Numara yapıyor pezevenk” diyorum, “tecrübeli, toy biri değil”… Aldırmaz görünüyor.