Şuanda 39 konuk çevrimiçi
BugünBugün3623
DünDün6244
Bu haftaBu hafta17591
Bu ayBu ay17591
ToplamToplam10486015
Meclis'e türbanla girmek tarihi adımmış! PDF Yazdır e-Posta


 

TBMM’ne 31 Ekim 2013 tarihinde dört türbanlı kadının gelişi ve bu gelişin olaysız kabullenişi tarihi bir adımmış!..

Evet, bir adım olduğu doğru da, bunun tarihi ileri mi yoksa geri mi sürükleyen bir adım olduğu noktasında kafaların net olmadığı kanaatindeyim. Bu girişim, demokratik haklar kılıfında AKP’nin yaklaşan yerel seçimler öncesinde adım, adım geliştirdiği manüpülasyon zincirlerinden başka bir şey değildir.

Zira meclis çatısı altında atılan adımların tarihle bağını araştırdığımızda karşımıza pek çok adım çıkar. Hele de konu kadını ilgilendiriyorsa çok daha fazla adımlar vardır. Örneğin batılılaşma adına atılan adımlardan birisi  Kılık-Kıyafet Devrimidir. Birisi Hilafetin kaldırılmasıdır. Birisi kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesidir. Birisi de Laikliğin kabulüdür.

Tekrar da olsa biraz konunun temeline inmede yarar var.

Kemalizmin toplumu yukarıdan aşağıya doğru dönüştürme projesi, halk adına halka rağmen geliştirilen bir projeydi.  Türkiye batılılaşma adına birçok konuda olduğu gibi,  laiklik ilkesinde de temel bir yanlışın da girdabına girmişti.

Batılı anlamda Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirlerinden tamamen ayrılması ve devletin tüm inançlara eşit mesafede durması esasına dayanırken, Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle, tek bir inanç, sünni islam inancı egemen kılınarak  devlet dini yaratılmıştı.

İşte bütün sorun meclis çatısı altında atılan bu talihsiz ‘’tarihi adımlar’’ sonrasında başlar.

 Anadolu halk gerçekliğine taban tabana zıt bir toplumsal biçimlendirme eğitim politikalarının temeli haline getirildi.

Farklı inançlar, farklı etnisiteler ve farklı kültür ve yaşam tarzları tek bir potada eritilmeye çalışıldı. Oysa gerçeklik tersiydi. Türkiye çok uluslu, çok etnisiteli, çok inançlı ve çok sınıflı bir toplumdu. Kemalizm ise bütün bunları görmezden geldi. Batılılaşma adına, batının demokratik, toplumsal ve bireysel hakları şekilselleştirilerek Türkiyeye uyarlandı.

 Şimdi soruna yani ‘’başörtüsü sorunu’’na  halk cephesinden bakalım.

Birincisi; Sorun başörtüsüne özgürlük sorunu değil, türbana özgürlük  sorunudur. İki örtünme biçimi bir ve aynı değildir. Türban bizdeki kadınların  geleneksel örtünme biçimi değildir. Türkiye toplumuna yabancı, dışardan empoze edilen, son 20 yıldır gündemimize sokulmuş,   çakma bir örtünmedir. Aynı zamanda dinsel bir içerik kazandırılan özde siyasal bir simgedir. Bu nedenle karşı çıkılması gerekir. Kadının örtünme özgürlüğü ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.

 Bugün toplumsal ve kamusal alanda kabul görmesi için adı değiştirilerek başörtüsü olarak adlandırılsa da, örtünme biçimindeki üniforma gibi teklik ve bunda ısrar, amacın siyasal olduğunun çok açık göstergesidir. Bu tür örtünme islamcı siyasal örgütlerin son yirmi yıldır kadına biçtiği bir üniformadır. Bunun demokrasi ve insan hakları anlamında karşılığı yoktur.

 Oysa başörtüsü yüzyıllardır anadolu kadınının geleneksel örtünme biçimidir. Özellikle kadınlar çocuk sahibi olduktan, yaşı kemale erdikten sonra başını örter bizim toplumumuzda. Bu gelenek Anadolu köylerinde dün olduğu gibi bu gün de tüm inançlardan kadınlarda devam etmektedir.

İkincisi; Bu gün Milli görüş anlayışı doğrultusunda örgütlenen islamcı burjuvazi kendine has bir yaşam tarzı örgütledi. Türban, sözüm ona  Müslüman burjuva şehir sosyetesinin bir giyim biçimi olarak ortaya çıktı.  Bugün de  mahalle baskısıyla halka dayatılıyor. Daha açık belirtmek gerekirse AKP iktidarı eğitim sistemine yaptığı müdahale ile bunu tüm topluma empoze etmeye başladı. Kamusal alanlarda bu yaşam tarzını resmileştiriliyor, mescitler açılıyor. Sanki herkes müslümanmış gibi. Oysa toplumun tümü Sünni ve Müslüman değildir.

 Çocukların başlarının bile türban ile örtüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Meseleye bütünlüklü bakmak gerekir. Mesele sadece dört kadının başını örterek meclise gelişi değildir. Türban sorunu çıkarılarak bu ülkede farklı inançtan farklı etnik kökenden olan toplumsal kesimler ötekileştirilmiştir. Bu anlamda Türban birleştiren değil toplumu bölen bir simgedir.

Kadın mescitleri ayrı, erkek mescitleri ayrı yapılmaya başlandı. Denize girmek ayrı… Oteller ayrı. Bazı restoranlarda bile ayrı kadın yerleri açılıyor. Okullar ayrılıyor. Toplum bir bütün olarak dönüştürülmeye ve tek tiplileştirilmeye çalışılıyor.  Yarın mecliste de haremlik selamlık yaparlarsa  şaşırmamak gerekir. Ne İslam geleneğinde ne de coğrafyamızda yaşayan halkların geçmişinde yaşama böyle bir müdahale görülmemiştir.

Bu gün Türkiye’de karşı karşıya kalınan gelişmeler demokratik bir yenilenme değil, AKP iktidarı eliyle  bir ideolojinin topluma egemen kılınma çabasıdır. Hiç de masumane değildir.

Mecliste konu üzerinde görüş belirten değişik partilerden kadın milletvekillerinin türban sorununu kadının özgürlük sorunuymuş gibi algılamaları büyük bir yanılgıdır. Hele bu sorunu demokratik hak ve özgürlükler alanından değerlendirmelerini de anlamış değilim.

 Elbette bir kadın olarak, kadınların erkeklerin çoğunlukta olduğu bir mecliste özellikle kendi alanlarıyla ilgili olan konularda erkeklerin karar vermelerine karşı çıkmalarını desteklerim. Ancak burada söz konusu olan bu değildir. Kadınlar, AKP tarafından  adım, adım ve sinsice uygulanan bir projenin aracı oldular.

Kadının özgürlük sorunu siyasete malzeme edilmemelidir. Hele de Kadının özgürleşmesi için can bedeli mücadele veren sol siyasal parti temsilcilerinin seçim kaygılarıyla ilkelerinden taviz vererek, belli bir siyasetin simgesi olan türbanın kamu alanında serbest kalışını onaylaması kabul edilir değildir.

AKP gizli ajandasındaki hayati değişiklikleri hayata geçirmek için, her zaman seçim öncesi dönemleri kollamıştır. Bunu gözden kaçırmamak gerekir. Bu konuda  kendileriyle ne kadar övünseler azdır.

Üzülerek görmekteyim ki, mecliste ‘’tarihi adım’’ olarak lanse edilen bu olayda Kadınlar, kendi kendilerini (gerçek özgürlük alanlarını koruyarak) yönetme bilinci ve becerisinden ne kadar uzakta olduklarını gösterdiler. Gönül ister ki; Meclisteki hemcinslerim kadın özgürlüğünün temel sorunlarına yoğunlaşıp  mesai tüketsinler. Kadınların,  bizzat başbakanın da desteği ile bir çocuk doğurma makinası gibi değerlendirilerek üç çocuk, beş çocuk tartışmasına muhatap kılındığı ülkemizde konuşulacak konu türban değildir.

Zira  her partiden kadın milletvekillerinin Meclis çatısı altında birlikte çözüm gücü olabilecekleri çok konu vardır. Hala kadının ekonomik, sosyal ve siyasal alanda toplumun tüm kurumlarında erkekle eşit temsili ana sorundur. Bunun yanında tecavüz, kadın intiharları, çocuk istismarı, namus cinayetleri gibi hayati konular kanımca kıyafet özgürlüğünden çok önce gelir...