Şuanda 59 konuk çevrimiçi
BugünBugün3641
DünDün6244
Bu haftaBu hafta17609
Bu ayBu ay17609
ToplamToplam10486033
Yeni sömürgeciliğin değişkenleri - 11 PDF Yazdır e-Posta


Krallar kuklalarını da yaratırlar ve iktidarlar kuklalar eliyle krallar adına yönetilir. Sermaye birikimi burjuvaziyi yarattı ve siyasal temsilcisi burjuva iktidarları da kendisiyle birlikte yıkacak olan yine sermayenin kendisi olacaktır.  Kapitalist sermayenin yaratıcısı ve sermaye üzerine iktidar inşa eden burjuvazinin  “sonsuz ve sınırsız” sandığı iktidarı “sermayenin yaratıcısı burjuvazi”yi iktidara yabancılaştırdı, kuklalaştırdı. İktidar etmeye alışan klasik burjuva sınıf bir zamanlar ihtişamla oturduğu siyasal koltuğa bugün geriden bakmaktadır. İktidar artık klasik kapitalizmin yaratıcısı rekabetçi burjuvazinin değildir. Birleşen ve bütünleşen, ülkesel özelliğini kaybeden, küreselleşen sermayenindir.  Burjuvaziyi iktidar yapan sermaye bir süre burjuva iktidarlar eliyle gelişip serpildi. Sermaye/para üzerine iktidar inşa eden klasik burjuvalar gelinen noktada ihtişamlı iktidarlarına yabancılaştılar. Şimdi korku başladı. Ejderhanın ölümcül kolları tarihsel gelişim içinde işçi sınıfı ve halk kurtuluş hareketlerini burjuva iktidarları eliyle boğmuştu ve sıranın burjuvazinin kendisine geleceğini,  burjuva iktidarlar eliyle gelişip serpilen sermayenin ahtapot kollarının burjuvazinin de gırtlağını sıkacağını söyleyen Marksistler burjuvazinin gözünde sermaye düşmanıydılar. Marksistlerin sermaye düşmanı oldukları elbette su götürmez bir gerçekti ve burjuvazinin iktidarını koruması Marksizm’in şekillendirdiği sınıf hareketlerini kanla bastırmasını gerektiriyordu. Kapitalizmin tarihi boyunca kana doymazlığı onun doğası gereğidir. Sermaye, geçirdiği tarihsel aşamalarda tekelleşerek şişip ve hantallaşırken aynı zamanda doğuşunun başlarında sermaye sahiplerini de saf dışı bırakmıştır. Bu sermayenin/Kapitalizmin gelişim yasasıydı ve kendi kurallarına göre işliyordu. Şişip hantallaşırken hareket ve gelişim gücünü kaybetmiş, gelişim gücünü kaybettikçe de şişip hantallaşmıştır.  Bu gün yer küre ölçeğinde ekonomik, politik ve siyasi arenada yaşanan,  tanık olunan saldırganlıklar özetlemeye çalıştığımız durumun sancılarıdır. Klasik burjuva iktidarların muktedirleri bu gün küresel sermayenin kuklalarıdır. Bütün kurumlar küresel sermaye iktidarının örümcek ağıdır ve kurumların görünen yüzleri de bu işleyişin karmaşık biçimleridir. Bütün yer küreyi şekli anlamından başka bir etkinliği olmayan yapay sınırlara ayıran küresel sermaye, sözde ulusal sınırları içinde kendisini ifade eden ulus devletlerin tümünde iktidardır bu ülkelerin görünen iktidarları da özü itibariyle merkezi küresel sermayenin iktidarının birer parçasıdır. Bu görünen iktidarların bütün iktidar araçları da ordusuyla, polisiyle, ekonomik ve politik kurumları ve siyasi partileriyle bu gücün etkinlikleridir ve iktidarını sürdüren araçlarıdır. Kapitalizmin mevcut durumunda gelinen noktanın kavranamaması, eksik ya da yanlış kavranması sınıf mücadelesinin sürdürülüş biçimine etki edecek ve yanlış kavrayışlar yenilgilerin nedeni olacaktır. Bu nedenle öncelikle durum değerlendirmesinin görünen sonuçları üzerinde durmaya çalışacağız. Daha güncel ve daha pratik açıdan ifade edelim: Gerçekten AKP ye karşı mücadele AKP bağlamında daraltılmış bir mücadele midir, yoksa AKP ye karşı mücadele iktidar olarak AKP yi  ortaya çıkaran küresel kapitalizme karşı kapsamlı bir mücadele programını zorunlu mu kılmaktadır? Ortalığın toz duman olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Toz duman içinde sorunun özünün üstü örtülmekte ve kitlelerde bilinç bulanıklığı had safhaya varmaktadır. Belki de birilerinin istediği de budur. AKP ile mücadele hattında nihai çözümün temel gücü işçi sınıfının adeta saf dışı bırakmak için sorunu popülize etmeye çalışan güçlerin yoğun çabalarına tanık olunmaktadır. Bu güçlerden birisi kendilerini “Ulusalcı” olarak ifade eden akımdır. Gündemlerinde AKP nin görünen iktidarından kurtulmaktan başka bir “arka cephe” görülmemektedir. Şayet AKP iktidarının bir seçim yenilgisiyle bertaraf edilirse bütün sorunlar da çözülmüş olacaktır. Poltitik güzergahları “Milli Merkez”, “Milli Hükümettir”. Her ne kadar emperyalizmden söz edilse de emperyalizmin işleyişi ve içinde bulunulan özgün koşullar görmezlikten gelinerek, bizzat emperyalizmin “ istikrar unsuru” olarak örgütleyip var ettiği güçlere birlikte iktidar çağrıları yapılmaktadır. Bu düşünüş biçimine göre bunlar “milli güç”lerdir ve bu güçlerin birleşmesiyle oluşturulacak iktidar ülkeyi AKP den kurtaracaktır. Belki, ama ya sonrası?.. Diyelim ki bu güçler birleşti ve AKP ye karşı bir “Milli Merkez” hükümeti oluşturuldu ve AKP iktidarının yerini aldı. Bu hükümetin programını oluşturan sınıfsal güçler ülkenin emperyalizme teslim edilmesinden birinci ve ilk dereceden sorumlu güçler değil miydi?. Bu ittifakın içinde yer alan Örneğin DP-AP-DYP geleneği emperyalizmin işbirlikçi kesimi değil miydi?. Bu güçler emperyalizmin yeni mi farkına vardılar da hemencecik vatansever oluverdiler?. Milli hükümet çağrısı yapan İP ye göre de ana ve temel güç olarak İP-CHP ve MHP’nin birlikte oluşturacakları bir “ Milli Hükümet” her derde deva olacaktır. MHP’nin ülkemizin yakın geçmişinde emperyalizmin ve faşizmin vurucu gücü olarak sahneye sürülen faşist bir paramiliter örgütlenme olduğu, gerek tek tek devrimcilerin, ilericilerin katledilmesinden gerekse kitlesel katliamlardan doğrudan sorumlu olduğu, grevlerin, işgallerin ve boykotların bu güçler eliyle bertaraf edildiği unutulmuştur. Gelinen noktada bizzat sermayenin vurucu güç olarak örgütlediği ve alanlara sürüdüğü MHP’nin bir “kurtarıcı” olarak lanse edilmesi aklımıza düşünmek istemediğimiz soru işaretleri bırakmaktadır. Tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir ama MHP gibi faşist örgütlerin “kurtarıcı” olarak formatlanmasının da adını koyalım. Günlük pratik yaşama yansıyan yanıyla bu güçlerin kitlesel tabanlarının ciddi muhalifliklerinden samimiyetle kuşku duymuyoruz. ADD, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, TGB, Halk Evleri gibi Demokratik kitle örgütlerinde örgütlenen bu kesimin alanlardaki militan tavrı imrendiricidir. Ancak enerjilerinin, emek ve çabalarının doğru çizgide yönlendirilmeleriyle sonuca ulaşacağı açıktır. İdeolojik ve devrimci önderlikten yoksunlukları bu kesimi adeta olayları buzlu camdan seyreder duruma getirmiştir. Eleştirimiz elbette bu samimi ve atılgan insanlara değildir, kendimizedir. Sınıf örgütlemesi iddiasında olan, sınıfa önderlik misyonu taşıdığını söyleyen parti ve örgütleredir. Bu kesim içinde paradoksun farkında olanlar elbette vardır ve olacaktır. Ancak ana eğilimleri ve eylemlerine dayanak sağlayan düşünce doğrultuları “Ulusalcılık” olarak tanımlanınca sanki birileri bu enerjinin boşa çıkarılması için olağan üstü sinsi bir çaba gösteriyor sanısına kapılmamak olası değildir. Sistemin bekçileri bu kesimlere adeta kendi pisliğini temizletme görevi vermiş gibi bu kesimlerin insani ve vicdani duygularını kullanmakta, adeta kendi sözcüleri durumuna getirmektedir. AKP’nin “ılımlı İslam” temelli BOP hedefli iktidarının konjonktüre uyum sağlama, ılımlı İslam iktidarını ve kadrolarını oluşturma  çerçevesinde  ordu merkezli operasyonunun hedefindeki bir dönemin muktedir generalleri,  sanki “masumiyetlerini”nin sözcüleri olarak bu kesimleri görevlendirmiş gibi, mesele görünene indirgenmekte, ancak AKP nin Ergenekon, Balyoz gibi uyduruk darbe suçlamalarıyla hedef tahtasına koyduğu dönemden önceki tarihlerde bu “masumiyet görünümünün” pek de masum olmadığı göz ardı edilerek geliştirdikleri  eylemler kitlelerde ciddi zihinsel bulanıklıklara sebep olmaktadır.  AKP ye karşı mücadelenin emperyalist/Kapitalizme karşı mücadele olduğunun üstü örtüldüğünde bu gün ihtiyaç duydukları masumiyete inanılmasını isteyenlerin Kontr-Gerillasıyla, Jitemiyle ya da başkaca adlar altında sistemin korunması adına işledikleri, işlettikleri cinayetlerin failleri olmaları, cinayet şebekelerini koruyup kollamaları “dayatılan masumiyet” adına sadece gerçeğin kirli yüzünün gizlenmesine neden olacaktır. İkincisi, emperyalizm için insan faktörü kullanıldığı sürece bir anlam ifade edecektir. İşi bitince kaldırılıp bir kenara atılanların da yakınmaya hakları yoktur. Bu gün mahkûmiyetlerine gerekçe gösterilen “darbe” iddialarının insan vicdanında bir inandırıcılığı ve yeri yoktur. Biz devrimciler olaya böyle bakarız, elbette “ vurun abalıya” mantığı bize ait olamaz. Ancak, “kahramanlık menkıbesi”nin, “şanlı” goygoyculuğunun da hak ettiği “Şan”ın bu ülkeye ve bu ülkenin namuslu insanlarına yutturulmasına karşı çıkarız.  Nato adına ülkesini ipotek eden, Vaşingtonun emirlerine hazır, Pentagon’da, Panama’da devrimcilere işkence yapma  eğitimiyle eğitilen, asker ya da sivil görünümlü kim olursa olsun “namuslu ve masum” olarak adlandırılmayı ve öyle kabul görmeyi isteme hakkına sahip değildir. İki karşı devrimci güç arasındaki boğuşmada ne bu kesim gibi eski iktidar sahiplerini temize çıkarma ne de sözüm ona liberal görünümlü baykuşlar gibi yeni iktidar sahiplerinin sözcülüğünü yapma gibi bir zavallılığın ve kepazeliğin tarafı olmayız. Devrimciler, birbirleriyle iktidar boğuşmasında olan karşı devrimin bu iki gücüne karşı da eşit mesafe ve uzaklıktadır. Karşı devrimcilerin, sınıf düşmanlarının hiç birisinin dostluğuna da ihtiyacımız yoktur.