Engin Erkiner
Bolivya ve uzun ikili iktidar (263) | |
Diğer Yazıları |
En yeni yazılar
Bugün | 1587 | |
Dün | 3402 | |
Bu hafta | 9311 | |
Bu ay | 9311 | |
Toplam | 10477735 |
Konuk Yazılar
Sürgünde mücadeleci kadın olmak | |
Bütün Yazılar |
Maraş katliamı ve Aleviler |
Maraş katliamının üzerinden tam 35 yıl geçti. Tartışma ve değerlendirmeler devam ediyor. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nden prof. Ahmet Eycil de bu tartışmalara katıldı ve 35.yıl önce meydana gelen Katliamın sorumluları olarak bugünkü gezicileri(!)’’ gösterdi. Adının başında Prof. yazmasına aldırmayın. Bunlar, ilk okul düzeyinde bir öğrencinin zeka seviyesinde bile değiller. Bunlar, sahibinin sesi cahil cühela takımıdır. Sadece bunlar mı? Değil. Başkaları da var. Son günlerin ne idüğü belirsiz yeni yetme sözde köşe yazarları var. Örnek olsun. Mehmet Baransu var. 9 ocak 1999 tarihli Aksiyon adlı bir dergide yazdığı yazı unutulmadı. ‘’…12 Eylül'den sonra Sıkıyönetim Komutanlığı'nın yapmış olduğu soruşturmalarda, Maraş olaylarının arkasında Garbis adında bir Ermeni, Devrimci Halkın Birliği, Halkın Kurtuluş Örgütü, Devrimci Savaş Örgütü ve PKK olduğu anlaşıldı….’’ dememiş miydi ?
Türkiye’de, bu ve benzerlerinden az değil, çok ‘’adam’’var. Bilim adamı, gazeteci sıfatıyla gezinen bu tip’leri düştükleri çukurdan çıkartmak bizim işimiz değil. Bunları bırakalım. Bırakalım ki, içine düştükleri çukurdan gırtlaklarına kadar çamura batsınlar. *** Evet, 23-24 aralık 1978 tarihleri arasında Maraş’ta yapılan insanlık dışı katliamın yıl dönümü yaklaştıkca sağlı sollu değerlendirmeler yeniden alevlendi. Tartışma ve değerlendirmeler yazılı ve görsel basında, köşe yazılarıyla ,paneller ve açık oturumlarla devam ediyor. Kimileri, yukarda sözünü ettiğim hiç bilmez akıl fukarası sözde Prof’un penceresinden değerlendirme yaparken kimileri de karşı cepheden, Katliamın Alevilere yönelik olduğu konusunda ısrar etmeye devam ediyor. Özellikle, Alevi örgütleri tarafından yapılan bu tür değerlendirmelere sıkça rastlıyoruz Aynı çevreler, tarafından, sadece Maraş değil, Çorum,Sivas ;Malatya,Amasya vb. İl’lerde yapılan kitle katliamlarını’ da, salt Alevi kıyımları olarak değerlendiriyorlar. Sözü uzatmadan söyleyeyim. Kusura bakmasınlar ama bu tür değerlendirmelere evet demeyi akıllıca bulmadığımı belirterek konuya girmek istiyorum.
12 Eylül öncesinin kitle katliamı yada girişimlerini bu gözle görenler, son derece sinsi bir tuzağa düştüklerini, aradan geçen 35 yıla rağmen hala fark edemeyenlerdir. Maraş başta olmak üzere, adı geçen illerde Alevilere yönelik bir katliamdan söz edenlerin, açık yüreklilikle bir soruya inandırıcı cevap vermeleri gerekiyor. Soru şu ; Saldırı ve katliama muhatap olanlar, bu saldırılara hangi kimlikleri dolayısıyla muhatap oldular? Alevi kimliklerinden dolayı mı? Solcu kimliklerinde dolayı mı? Sorunun cevabı, 1974- 80 dönemi Türkiyesinin siyasal panoramasında gizlidir. Öncelikle oraya bakmak gerektiği kanısındayım. 1974’lerden başlayarak 12 eylül 1980’de Askeri faşist bir darbeyle önü kesilen devrimci kabarış döneminin Türkiyesini gözünüzün önüne getiriniz. 12 mart karanlığından çıkan Türkiye’de Mahir’lerin,Deniz’lerin,İbo’ların şahsında devrimci harekete duyulan sempati en uç noktadaydı.,Önderleri katledilmiş, örgütleri dağıtılmış olmakla birlikte, halkın, devrimci önder ve kadrolarını bağrına bastığını göreceksiniz. O güne kadar hiç kimsenin teşebbüs dahi edilemez sandığı Oligarşik yapıya, hayatları pahasına direnerek meydan okuyanların fiziki olarak yok edilmelerine karşın, süreçten yüksek moral ve psikolojik üstünlükle çıktıklarını yaşayarak gördük. 1974’lerde yeniden kabaran devrimci dalga, sözünü ettiğimiz bu moral ve psikolojik üstünlük sayesinde kısa zamanda önemli bir kitleselleşmenin de nedeni oldu. Devrimci önderlere duyulan sempati, toplumun tüm sınıf ve katmanlarında olduğu gibi Aleviler arasında da derin izler bıraktı. 20 milyon civarında bir alevi kitlesinin büyük oranda, devrimci-sosyalist ideolojiden etkilendiği, resmi ideoloji ile bağlarını her geçen gün kopartarak devrimci saflara yöneldiğinin yaşayan tanıklarıyız. Sadece biz değil, en az bizim kadar, devlet ve onun derin odakları ve uluslararası emperyal güçlerde buna tanıktır. Korkuya kapıldılar ve… 1974-80 arası hemen her gün sokak çatışmalarının yaşandığı bir ülkede çığ gibi yükselen devrimci dalgayı bastırma görevini, ülkücü-milliyetçi sivil faşistlere verdiler.. ‘’Dalgakıran’’ görevi üstlenen para-militer güçler, devletin açık-gizli tüm imkanlarını kullandılar. Yetersiz kaldıkları yerde, uluslararası güç odaklarının desteğini aldılar. Gelişen toplumsal muhalefeti bölerek güçten düşürmek, zayıflatarak boğmak adına her yola başvurdular. Alevilere yönelik geniş çaplı katliam girişimlerini bu büyük fotoğraf içerisinde değerlendirmek gerekiyor. Saldırı ve Katliam girişimleri, onların, salt Alevi kimliklerinden dolayı değil,, esasen devrimcilerle birlikte hareket ettikleri,bir bütün olarak devrimci oldukları algısının bir sonucu idi.. Sorunun bu yönünü gözden uzak tutanlar, katliamları sırf Alevileri yok etme girişimi olarak gösterdiler. Bu anlayış, Alevilerle devrimci-sosyalist güçler arasına psikolojik bir duvar ördü. Birlik ve dayanışma zeminini zayıflattı. Herkesin kendini koruması adına ayrı örgütlenmeleri meşrulaştırmak suretiyle toplumsal muhalefetin güç kaybına neden oldu. 12 Eylül faşizminden kısa bir süre sonra başlayan Alevi örgütlenmeleri bir anda, ülke içerisinde ve Avrupa’da yaygınlaştı. Başını esas olarak eski solcuların çektiği bu ve benzeri örgütlenmelerde, devrimci-sosyalistlerden uzak durulması, Kürt özgürlük hareketi ile kesinlikle ilişki kurulmaması yönünde ciddi tedbirler alındı. Özellikle Turgut Özal döneminde Alevi örğütlenmelerinin bağımsızlıklarını korumaları yönünde önemli teşvikleri oldugunu da belirtmek gerek. Bununla birlikte, kimi Alevi örğütlerinin bu yönlü çabalara direnmeleri, Aleviler’in ,devrimci-sosyalistler ve Kürt özgürlük hareketi ile bağlarını koparmamaları gerektiği konusundaki israrlarına karşın, etkileri önemli oranda sınırlı kaldı. Maraş ve benzeri İl’llerde yapılan kitle katliamlarını tüm ‘’iyi niyetli’’ değerlendirmelere karşın salt Alevilere yönelik bir katliam gibi gösterip, yükselen devrimci dalğaya karşı bir bölme ve parçalama harekatı olduğunu zamanında farkedemeyenlerin bugün karşı karşıya kaldıkları tek şey, ‘’Cami-Cem evi’’ projesidir. Cami-Cem evi projesi, bir devlet projesi olup, milyonlarca Alevi muhalfini,devletle barıştırmak,düzenle uyumlu kılma projesidir. Bu projenin temelleri 1974- 80 döneminde atılmıştır. Bu ülkede, tüm toplum kesimlerinin önemli sorunları var. Alevilerin de çözüm bekleyen sorunları var. Bunlar, anti-demokratik bir devlet yapılanmasının, sözüm ona’’Çalıştay’’ları ile halledilebilecek kadar basit değil, köklü ve kalıcı çözüm isteyen önemli sorunlardır. Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye kavuşması sosyal siyasal ve kültürel bağımsızlığını kazanabilmesi, en başta ezilen horlanan yok sayılan tüm toplum kesimlerinin ortak hedefler etrafında birliktelikleri ile kazanılır. Bu anti demokratik devlet yapılanması altında Ana dillerinden mahrum edilmiş, kendi kültürlerini yaşayamayan Kürtler var. Aleviler var, Süryaniler, Keldaniler, Ermeniler, Rumlar var. Ezilenler horlananlar yoksul’ lar var. Ayrı örgütlenmeler olsa bile, aynı çatı altında ortak sorunlarını dile getirecek çözüm için birlikte hareket edebilecek dinamikleri var. Köklü ve kalıcı çözümün ana damarı, güçleri parçalamak değil birleştirerek birlikte mücadeleden geçiyor.
|