Şuanda 249 konuk çevrimiçi
BugünBugün1081
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8805
Bu ayBu ay8805
ToplamToplam10477229
Dipten gelen dalga PDF Yazdır e-Posta


Yerel seçim sonuçlarının üzerinden neredeyse 5 gün geçti. Çoğu yerde  sonuçlar hala belirsiz.

Ülkenin dört bir yanında kimi insanlar  sandık başlarında nöbet tutuyor, hırsız kovalıyorlar. Olacak iş değil, oy torbalarının üzerinde uyuyanlar olduğu söyleniyor. Kimse kimseye güvenmiyor ve herkes birbirini hile yapmakla suçluyor.

Eli sopalı saldırganlar, resmi araçlarla insanları kovalıyor. Toma’lar gaz ve tazyikli sularla kendiliğinden bir araya gelmiş örgütsüz kalabalıkları dağıtıyor.

Ceylanpınar’da halk sokaklarda çatışıyor. Ağrı’da bir değil  tam onüç kez oylar yeniden sayılıyor. Ankara,İstanbul,Antalya başta olmak üzere bir çok şehir ve kasabada herkes ‘’Ben kazandım’’diye zaferini  ilan ediyor. Çöp kutularından sahte  oy pusulaları, imha edilmiş oy’lar fışkırıyor.

Milletvekili’nden bakan’ına, kedi’sinden köpeğine varıncaya kadar herkes  birbirini suçluyor.

Trafolar patlıyor, elektrikler kesiliyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil.

Şu saate kadar sabotaj’ın sorumlusu olarak   dört ayaklı bir kedi(!)den bahsedilse bile somut bir kanıt gösterilemiyor.

Urfa belediye başkan adayı Osman Baydemir’in bu iddiaya itirazı var.

Osman Baydemir, ‘’ sabotajın sorumlusu dört ayaklı kedi değil iki ayaklı hayvanlar’’ olduğunu iddia ediyor.  İddia ciddi ama ‘’iki ayaklı’’lar tarafından yeteri kadar ilgiye mazhar olamıyor.

İki ayaklı hayvanlar’ın aylar öncesinden hazırlık yaptıkları konusunda kimsenin şüphesi olmasa bile, ne yapılmalı.?

sorusuna kararlı bir cevap verebilecek ‘’önder’’politikacılardan ‘’kadife sesli’’ kararsız mesajlar dışında tık yok.  ‘’Oyuna gelmeyelim, provokasyonlardan uzak duralım, haklarımızı demokrasi sınırları çerçevesinde arayalım, aman haaa...’’ diyorlar. Ceylanpınar’ı örnek alırlarsa, diktatör(!) diye  suçladıkları adam’dan ‘’terörist’’ damgası yemekten çekiniyor olmalılar ki, ‘’sağduyu’’ çağrısı yapıyorlar.

Tarih yazmak için kıllarını kıpırdatmayanlar, yazılan tarihin rant’ını yiyorlar. Haziran ‘’gezi direnişi’’nin video görüntülerini görsel        ve yazılı medya organlarında ‘’Bu daha başlangıç’’ diye diye  pazarlama işinde son derece ustalar.

Pazarladıkları dipten gelen dalganın nereye evrileceğini kestiremiyor olmalılar ki, ‘’gün bu gündür’’ demeye kimsenin dili varmıyor.

Herkes bir güzel oynuyor aslında. Senaryosu çok çirkin yazılmış, adına ‘’demokrasi’’ denilen bir orta oyunu oynanıyor.

Baksanıza Muş’un Malazgirt ilçesine bağlı Konakkuran beldesi belediye başkanlığını Liberal demokrat Parti (LDP) kazanmış.Gazeteler yazıyor. Başkan’a bu işin sırrını sormuşlar ‘’Balık’’ diye cevap vermiş. Nasıl yani? demeye kalmadan da cevabı yapıştırıvermiş.’’ Halk Liberal Partinin ne olduğunu nerden anlayacak, vatandaşa  Balık resmini gördüğünüz yere  evet mührünü basıverin’’ diye propaganda  yapmış ve başkanlık koltuğunu da böylece kapıvermiş.

Çok degil bundan birkaç ay öncesine kadar meydanlarda bas bas bağıran siyaset cüceleri ‘’çağ atladık’’ diyorlardı. Satılmış köşe yazarları ‘’ dünya devletlerinin Türkiye’yi gıptayla seyrettiği’’ni yazıyor, Erdoğan’ı dünya lideri olarak pazarlıyorlardı.

30 Mart seçimleri bunun ‘’tescili’’ oldu. Hiç olmazsa hangi çağ’dan hangi çağa atladığımızı görmüş olduk.

İktidar partisi ve liderini diktatör olmakla hırsızlık yapmakla,  suçlayan muhalefet partileri, geriye dönüp bu sorumluluğun biraz da kendilerinden kaynaklanabileceğini düşünmediler bile. Politika yaptıklarını söylerken, ortalıkta alenen ve gözlerinin içine bakarak oynanan politik cambazlıkları fark etmediler. Bu kadar hırsızlığın, bunca yolsuzluğun nasıl oldu da farkına varamadık diyenine rastlanmıyor. Düşünmüyorlar bile.

İktidarı mağdur edebiyatı yapmakla suçlarken aynı şeyi kendilerinin de yaptıklarının farkında bile değiller.

Kocaman bir ‘’ demokrasi’’ sahnesinin orta yerinde ‘’maskeli balo’’ seyreder gibiyiz.

Kimse kendi gerçekliği ile davranmıyor.  Herkes kendi maskesinin ardına gizlenmiş başkalarının gölgesiyle cebelleşiyor. Siyaset stratejilerini rakiplerinin yıpranması üzerine kurmuş, ellerini ovuşturarak birilerinin servis edeceği ses kayıtlarını bekliyor.

Sahnenin beri tarafında birbirleriyle kavgalı olsalar bile, öbür tarafta sarmaş dolaş oldukları çok açık.

Ayrı değil aynı yolun yolcularıdır. Anlaştıkları noktalar az değil çok fazla.

Barış, Özgürlük, hak-hukuk, kardeşlik, birlik- bütünlük denildiğinde itiraz edenine, hayır diyenine rastlayamazsınız.

Nasıl bir özgürlük? Nasıl bir kardeşlik? Nasıl bir birlik- bütünlük sorusunda bile ayrı-gayrıları bulunmuyor.

Tek dil, Tek bayrak, tek millet çatısı altında dil-din, ırk ayrımı gözetmeksizin kardeş olmanın erdemlerini sayıyorlar.

Benim dil’im, benim ırk’ım, bayrağım, kültürüm, özgürlüğüm, hakkım, hukukum, yaşam biçimim  diyenlere hep beraber saldırıyorlar,  bölücüler demek için yarışıyorlar. Servet düşmanları  olmakla itham ediyorlar. .

Hepsi birbirine benziyor. Yok birbirlerinden farkları. Kim daha çok ötekileştirecek? kim daha çabuk bertaraf edecek? Kim daha az kayıpla susturarak imha  edecek? sorusunda yöntem anlaşmazlığı içerisindeler. Hepsi o kadar...

Seçim meydanlarında hep bir ağızdan  ‘’Ben, ben’’ diye bağırdıklarına bakmayın, blöf yapıyorlar.

Üç beş sandığı bile saymakta aciz olanların, dipten gelen dalganın uğultusu yaklaştıkça bacakları titriyor.