Şuanda 173 konuk çevrimiçi
BugünBugün1047
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8772
Bu ayBu ay8772
ToplamToplam10477195
Sınıfsal içgüdü üzerine iki not PDF Yazdır e-Posta


AZ GELİŞMİŞLİĞİN KAPİTALİZMİ Mİ,

KAPİTALİZMİN  AZGELİŞMİŞLİĞİ Mİ?

Soma kömür madenindeki sonucu önceden kestirilebilen kitlesel katliamın dördüncü günü biterken, yazılı ve görsel medyada haberler, yorumlar, açık oturumlar birbirini izledi. Toplumsal “acıma algısının yaratılmasında” medyanın oldukça başarılı olduğu teslim edilmelidir. Oğlunu, eşini, yakınını kaybedenlerin acıları sömürünün sarmalında bir görselliğe dönüşüyor,  En muhalif olanların tepkileri, olayı duyurma biçimleri ve yorumları bile “işverenin gerekli güvenlik önlemlerini almadığının”  ötesine geçmiyor. Katliama duyulan tepkinin yarattığı iktidara yönelik öfke iktidar sahipleri tarafından tekme-tokatla karşılık bulurken resmi güçler yine biber gazlarıyla, tomalarıyla acılı insanların içgüdüsel tepkilerine göz açtırmıyor. İktidarın resmi güçleri olay yerini maden ocağı çevresini kuşatıp kuş uçurmazken, gerici güruh katliamda yaşamlarını yitirenlerin yanında yer almaya gelen aydınları kuşatıyor. Sakallı, sarıklı, cüppeli yandaşlar sözüm ona öfkeli kalabalığı “dua edelim” diyerek teskin etmeye çalışıyor. Medyanın olayı veriş biçimi ve izlediklerimiz aşağı yukarı bunlar. 

 “Muhalif tepki” olayı protestocu genci tokatlayan, bir başka protestocuyu  “başbakanı yuhalarsan tokadı yersin” diye tehdit eden başbakan ile sokakta alenen bir göstericiyi tekme tokat döven müsteşarının “ tahammülsüzlüğüne” bağlıyor. Belki görünenin açıklanması “ medya mantığı” diye geçiştirilebilir ancak durum sadece olayı tiraja çevirmeye çalışan medyada görülmüyor, “ sol” olma iddiasındaki yaklaşımlar da bundan farklı değil. “Ah şu Tayyip bir gitse her şey düzelecek”… Sorunu “Tayyip sorununa” indirgeyen “sol” olma iddiasındaki küçük burjuva kafa kapitalist sistem içinde olayı değerlendirmek ve çözüm önermek yerine, sorunu sistemin görevlilerinin tahammülsüzlüğüne indirgemekle sistemin övgüsünü de hak ediyor. Hatta bu bakış açısının sahipleri “ Tayyip’ten kurtulma adına” bir CHP- MHP  ittifakını da olası en yakın çözüm olarak görmektedirler. Yağmurdan kaçanların doluya tutulmaları halinde başkaca hangi harika çözümler üretecekleri ve önerecekleri de şimdiden merak konusudur.

AKP iktidarı uzun dönemdir küresel emperyalizmin AB/ABD nin gözetim ve denetiminde provası yapılmış ve görevlendirilmiş bir iktidardır. AKP iktidar olmamış, iktidar yapılmıştır. Taşı gediğine koyalım: Hitleri, iktidar yapan küresel sermaye değil Alman Kapitalizmine daha çok Pazar/sömürü arayan Alman sermayesidir. Hitleri görevlendiren Alman sermayesi küresel sermaye yanında lokal bir sermayedir ve iktidarın merkezi ve olanakları Almanya ile sınırlıdır. Hitler iktidara hazırlayan alman sermayesi bu günkü küresel sermaye kadar geniş ve sınırsız olanaklara, deney ve tecrübeye sahip değildir. Hitler kendisine verilen görevi yerine getirirken Hitler olmuştur. Alman sermayesi olağan önlemlerle içine düştüğü bunalımı aşma olanaklarına sahip olsaydı Hitlere asla iktidar yolunu açmayacaktı. Hitleri iktidar yapan, Alman Kapitalizminin olağan koşullarda işlevini sürdüremediği, Kapitalizmin meşruiyetini aşan olağan üstü iktidar yöntemlerine başvurmayı zorunlu kılan koşullardır. Bu koşullar içinde ve kendisine verilen görevin yerine getirilmesi için sermaye için biricik çıkar yol faşizmdir. Şayet Alman sermayesi bunalımını olağan yöntemlerle aşabilseydi Hitler olmayacaktı, Dünyayı cehenneme çeviren paylaşım savaşı ve Faşizm toplumsal bir ürperti olarak belleklere kazınmayacaktı. Gerçekten koşulları değiştirin, Alman sermayesi olağan koşullarda işlevini sürdürsün ve siz bu fotoğrafa Hitleri yerleştirin… Avusturyalı onbaşının adını şimdi kim bilebilirdi ki.  Hitlere verilen görev öncelikle sömürünün disipline edilmesidir. Bunun için doğrudan ya da dolaylı sistemle sorunu olan, sisteme muhalif bütün kesimlerin susturulması, işçi sendikalarının yasaklanması, burjuva demokratik hak ve özgürlüklerin yasaklanması, sosyalist ve komünistlerin katledilmesi,  sivil ve resmi faşist güçlerin kitlesel pasifikasyon ve sindirme eylemlerine yönelmesi faşizmin doğası gereğidir. Kara propaganda uzmanı Göbelsi yaratan koşullar da bu koşullardır. Şimdi siz Hitlerin dünyayı kana boğmasını onun tahammülsüzlüğü ile açıklayabiliyorsanız demek ki Hitler biraz tahammüllü olsaydı Nazizm belası da olmayacaktı diyebilir misiniz?.  Olayı Başbakanın tahammüllü olmamasıyla açıklamaya çalışanların dağarcıklarında bilmediğimiz bir hesapları yoksa bu yaklaşımda bulunanlar öncelikle kendilerine yalan söylemektedirler, sonra da acılı insanlara ve tüm topluma karşı yalan söylemektedirler. AKP iktidarı Küresel sermayenin görevlendirdiği, küresel sermayenin olağan koşullarda işlevini sürdüremediği, bırakın bunalımları kapitalizmin krizden krize sürüklendiği ve içine düştüğü, kapitalizm açısından gelmesi gereken yer olarak artık son sınırlarına dayandığı, başkaca gidecek bir yerinin kalmadığı bir dünyada sömürü mekanizmasının krizlerine çözüm olarak Türkiye ayağında görevlendirdiği bir iktidardır. Görevi verenler yerine getirilmesi gereken görev açısından bu görevi yerine getirecek kişilik ve psikolojik test sınavında başarılı olamayanlara bu görevi vermezler. Görev/iktidar sahipleri iktidar koltuğuna bunun için oturmazlar/oturtulurlar. Bu görevle görevlendirilen bir iktidarın işlevini yerine getirmesi için karşı devrimci zor mekanizmalarının devreye sokulması, “kamusal zor araçlarının” ve sivil karşı devrimci güçlerin kitle pasifikasyon aracı olarak kullanılması bir seçim değil, zorunluluktur. AKP iktidarının on iki yıldır kendisine engel olacak klasik devlet güçlerini adım adım tasfiye etmesinin nedeni budur. AKP iktidarı birinci ve ikinci döneminde sözüm ona “liberal çalımlar” atmış ve topuma yedirmiştir. Üçüncü dönem istenilen iktidar biçiminin tesis edildiği bir dönemdir. Kat etmesi gereken bir aşama daha vardır ve muhtemelen bu gidişle kat edeceğe benzemektedir.  AKP iktidarının Başkanlık sistemini dayatması bir fantezi değildir. Kurumsal faşizmin tesisi için bu aşamanın geçilmesi gerekmektedir. AKP iktidarının adını koyalım: İktidar sahiplerinin Somadaki tekmeli tokatlı davranışları bu iktidar mensuplarının başka türlü olması mümkün olmayan psikolojileridir. Bir TV kanalında “muhalif” bir yorumcunun dediği gibi “ biraz tahammüllü olsaydı ne çıkardı ya, Süleyman Demirel olsaydı yatıştırıcı olurdu” türünden açıklamalar sorunu kavrayamamanın saflığıdır. Aynı yaklaşımlar Gezi isyanında da sergilenmiştir. Karşı devrimci güruhun aydınların somaya gelmelerini “ Geziciler Somaya geldi”  diye güya Soma halkını korkutmalarının bilinçaltında aslında kendilerinin gezi isyanlarından korkuları yatmaktadır. Aydınların görmemekte, anlamamakta ısrarlı oluşları az gelişmiş kapitalist bir ülkenin yarım yamalak aydınları oluşundan mıdır, yoksa, görünenle yetinmenin, neden-sonuç ilişkisi kuramamanın sebebi az gelişmişliğin kapitalizminin ürünü müdür?.

Yorumlar ve değerlendirmeler kültürel düzeyleri ortalamanın üstünde olanlar tarafından yapılmaktadır. Bir de mikrofon uzatılan katliamdan kurtulan işçilerin açıklama ve tavırları vardır: Ölüm sıcağını yaşayan bir işçi sedyeye yatırılırken “ çizmelerimi çıkarayım, sedye kirlenmesin” derken, bir başkası “ sağ çıktım, kurtuldum” yerine “üç saatlik mesai eksiğim var, ocağa inip yevmiyemi hak etmeliyim” derken maden alanı iki farklı dünyanın ideolojisinin sessiz savaş alanına çevrilmiştir. “Olayı “ tahammülsüzlükle açıklamaya çalışanların bütün olanaklarına karşın halkın vicdanında ses getiren, iki işçinin saniyelik zaman diliminde sergiledikleri içgüdüsel davranışları olmuştur. İki farklı dünyanın iki farklı insanı… Nasıl yaşarsanız öyle düşünürsünüz. Yaşamın kapitalizme hiçbir borcu yoktur, tersine kapitalistlerin kendilerini de bu pislik çukurundan kurtaracak işçi sınıfına borçları ise asla tartışılmaz.