Şuanda 117 konuk çevrimiçi
BugünBugün1026
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8750
Bu ayBu ay8750
ToplamToplam10477174
IŞİD ve Irak'ta üç ayrı devlete doğru PDF Yazdır e-Posta


“Irak Şam İslam Devleti” olarak bilinen, kısa adıyla IŞİD, Suudi merkezli, Vahhabi-Selefi içtihada mensup, cihadçı bir örgüttür. El-Kaide’nin bir kolu olan IŞİD, bölgede Vahhabi içtihadına göre bir devletin kurulması yönünde silahlı faaliyet yürütmekte olup, Suriye ve Irak’ta faaliyet göstermektedir.. IŞİD’in en büyük finansörlerinden biri de Suudi Yasin El-Kadı’dır. Yasin El-Kadı, ideolojik olarak ta IŞİD’in yaptığı işlerin bölgesel etkisini güçlendirme adına, çok sayıda STK kurup, bunları finanse etmekte ve Türkiye’de de fevkalade muteber görülmektedir.

Bazı kaynaklara göre IŞİD’in “gizli siyasi lideri, Irak’ta idam mahkumu olduktan sonra Türkiye’ye kaçan ve hükümet tarafından koruma altına alınan Tarık Haşimi’dir.” AKP, 22 Şubat 2012’de, SADAT (SADAT Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi) isimli bir  “gizli savaş örgütü kurmuş,” General Korkmaz Tağma ile Adnan Tanrıverdi’yi bu özel savaş örgütünün başına getirmişti.  Aynı dönem, IŞİD’in lideri olan Tarık Haşimi, İstanbul’a getirilmiş, güvenli bir alanda yaşamını sürdürmesi sağlanmıştı. Haşimi, Türkiye’ye sığındığında Irak’ta idam mahkumu olmuştu.

İstanbul Laleli’de MİT denetimi altında yaşamını sürdüren Seyfullah Çeçen (Şişani), Yakup Lezgi Çeçen, Ebu Musa Çeçen(Şişani) ve Ebu Ömer Çeçen(Tarkan Barataşvili) gibi Çeçenleri IŞİD’in askeri sorumlusu yapıldılar. IŞİD’in tüm faaliyetleri bu isimler tarafından yönetiliyor ve koordine ediliyordu. Bir diğer deyimle, IŞİD’in askeri koordinasyon merkezi, İstanbul’un Laleli semti oluvermişti.

27 Mart’ta MİT müsteşarı Hakan Fidan, Genel Kurmay 2.Başkani Yaşar Güler, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nın Suriye’nin kuzeyinde ki Rojava üzerine yaptığı toplantının ses kayıtları ortaya çıkmıştı. O ses kayıtlarında Suriye genelinde ve Rojava’da faaliyet yürüten çetelerin Türk Ordusu tarafından eğitildiği ve bir generalin Rojava’ya gittiği belirtiliyordu.

Irak ordusunun direniş göstermeden çekilmesi nedeniyle Ninova, Selahaddin ve Kerkük bölgelerine bir çok yeri neredeyse çatışmasız bir şekilde ele geçiren Irak İslam Şam Devleti (IŞİD), Bağdat üzerine yürümeye başladı. En son alınan haberlere göre, Irak ordusu Kerkük kentini terk ederken, kentin denetimi Peşmerge güçlerinin eline geçti. Bu haberin hemen ertesinde ise Peşmerge Bakanı Kerkük yakınlarında bir saldırıya uğradı ve saldırıdan sağ kurtuldu.

Son alınan bilgilere göre ise, Ocak ayında Anbar vilayetindeki Felluce'nin tümü ve Ramadi'nin bazı mahallelerini, 10 Haziran günü Musul'un dahil olduğu Ninova vilayetini, sonraki gün ise Selahaddin ve Kerkük vilayetlerindeki bir çok bölgeyi ele geçiren IŞİD silahlı grupları, Dicle Nehri boyunca Bağdat'a doğru ilerliyorlar.

IŞİD güçleri yönlerini Bağdat'a çevirmeden önce Tikrit'i, ardından da  petrol bölgesi Beici'yi ele geçirdi. IŞİD, Beici petrol rafinerisinin başına da 250 gardiyan koyduktan sonra, bu hat üzerinden Bağdat'a yöneldi.  Bağdat ile Musul arasında bulunan bu rafinerinin günde ortalama 300 bin varil petrol üretme kapasitesi bulunuyor. Buradaki üretimle esas olarak Bağdat'ın elektrik ihtiyacı gideriliyor.

IŞİD'in Musul ve çevresini savaşsız ele geçirmesi akla bir çok soruyu birden  getiriyor. Birinci soru; binlerce Şii askerinin ABD yapımı hava savunma araçları ve yüzlerce tank ile zırhlı araca rağmen direnmeden, savaşmadan  kentin teslim edilmesidir. Bu durum Maliki yönetiminin bilinçli bir şekilde kenti IŞİD’e teslim ettiğini gösteriyor.

Şimdi IŞİD'in hedefleri arasında Bağdat ve Kerkük vardır ve zamanla tüm gücüyle Kerkük'e girmeye çalışacaktır.  Çünkü biliniyor ki, Musul ve Kerkük Irak petrollerinin yüzde 70’ini barındıran bir bölge bundan dolayı Kerkük'ü kontrol eden, Irak'ın anahtarını elinde tutacaktır. Ancak, birçok yerde Sünni Arapların Kürtlere ve Şiilere olan tepkisini örgütleyen IŞİD’in Kerkük’te bunu yapma şansı bulunmuyor.  IŞİD’in  Kerkük’te Sünni Arapların yaşadığı birkaç küçük kasaba dışında halk tabanı olmadığı biliniyor. Bir yandan Kerkük’e ilerlemeye çalışan IŞİD, öte yandan son gelen haberlere göre Bağdat üzerine yürümektedir.

Faysal Dağlı durumu şöyle analiz ediyor:

“IŞİD'ın Musul saldırısı Kürtler açısından yeni bir savaş durumunu yaratırken, gelişmeler doğru okunur ve soğukkanlı tavır alınabilirse Kürdlerin bölgedeki pozisyonunu güçlendirebilir.  Bu nedenle IŞİD'in saldırısını doğru tanımlamak gerekir:

IŞİD ile savaş Kürdistan'ın güvenliğini, istikrarını ve ekonomisini bir süre tehlikeye atacak, Kürdlerin enerjilerini bu savaşla tüketmelerini hedefleyecektir. Ancak Kürd siyasetinin  durumdan faydalanma kabiliyeti göstermesi halinde IŞİD saldırısını  Kürt halkının lehine de çevirebilecektir.

Kürtler Irak Anayasası'nın 140. Maddesini uygulamayan Irak yönetimine rağmen  tarihi ve demografik olarak Kürdistan toprakları olan, ancak Irak işgali altındaki "tartışmalı bölgeler" yani Kerkük-Kuzey Batı Musul-Xaneqîn-Mendeli gibi bölgelerindeki halkı korumak amacıyla buralara askeri olarak konumlanabilirler.  Bu  vesileyle uluslararası meşruiyetini de güçlendirerek,  söz konusu Kürt bölgelerini Federe Kürdistan sınırlarına katarak, bağımsızlık yolunda mesafe katedebilir.

IŞİD, Güney ve Batı Kürdistan'da Kürdlerin tüm kazanımlarına savaş açmakla PKK-PDK eksenli Kürd siyasetini yakınlaştıracaktır. Gerek cephede, gerekse siyasette aynı yakınlaşma YNK/Goran ve PDK arasında da gelişecektir.

Siyasi ve coğrafi birliği yerlerde sürünen Bağdat'ı, ne ABD'nin Maliki rejimine verdiği F-16'lar ne de Beyaz Saray sözcülerinin siyasi destekleri ayakta tutamayacak, Irak'ın kağıt üzerinde kalan siyasi birliği de bu sürecin devamında dağılacaktır.

Batı değerlerini de tehdit eden IŞİD gibi çağdışı bir güç ile aynı Irak çerçevesi dahilinde yaşamaları dayatılan Kürdlerin Irak'tan ayrılma talepleri dünyada daha meşru ve kabul edilir duruma gelecektir.”

Nitekim YPG  komutanı Sipan Hemo’da bu analizi doğrular bir biçimde ANF’ye yaptığı açıklamayla  Kürtler açısından IŞİD’in bu saldırısının bir fırsata dönüştürülebileceğini dile getiriyor:

“Bu saldırılar tehlikeli olduğu kadar Kürtler ve Kürdistan açısından fırsata dönüştürülebilecek yönleri de mi var?

Bunları söylediğimiz saatlerde Kobani’de de bu çetelere karşı savaşımız sürüyor, Cezire alanında da bu çete grubuna karşı savaşımız sürüyor. Bu savaşımızla birlikte Güneyde de kardeşlerimizle birlikte aynı mevzilerde savaşmaya da hazırız. O denli örgütlü, düzenli ve göreve hazır bir gücüyüz. Çünkü adını IŞİD koyan bu grubun bölgedeki hedefi Şia değil Suriye’de bu kanıtlanıyor. Hedefi Suni’ler değil bu Irak'ta ispatlanıyor. Hedeflerinin Sünniler olmadığı Türkiye ile açığa çıkan ilişkilerinden anlaşılıyor. Türkiye ile IŞİD’in ilişkileri çok açıktır. Örneğin dün Davutoğlu Musul’daki bilmem kaç tane arabamızı görüşmelerle bıraktırdık diye açıklama yaptı. Diğer bir şey daha bir hafta önce çok gizli bir şekilde Türkiye güçleri büyük bir konvoyla IŞİD’nin koruması altında önce Cerablus girdi, oradan Mumbiç’e oradan Sah Süleyman'a gittiler.  Orada güçlerini değiştirdikten sonra geri dönen güç yine aynı hattı izleyerek Türkiye’ye döndü. Çok bariz bir örnek Türkiye tarafından Cephet El Nusra terörist örgütler listesine alındı ama IŞİD alınmadı.

Şimdi bütün bunlar sıkı bir ilişkilerinin olduğunu gösteriyor. Bu örnekler sıkı bir alışverişlerinin olduğunu gösteriyor. IŞİD için Türkiye’nin, Irak’ın sunileri hiç önemli değil. Kendileri için hedef yaptıkları Kürdistani halklardır. Ve Kürdistan’dır.

Bu saldırılara karşı bizim yani Kürdistani halkların yapması gereken ise ruh birliği, duygu ve düşünce birliği ile hepimizin vatanı olan bu toprakları korumaktır. Bu saldırılar çok tehlikeli olmalarının yanı sıra aynı zamanda bir fırsattır da bizim için.

Kürtler için Kerkük bir rüyaydı. Bu gün Irak ordusu koruyamayacağını net bir şekilde açıkladı. Kerkük Kürtler her şeyleriyle savunmaları gerekir. Biz YPG olarak da bu kutsal görev için hazırız.

Kerkük Kürlerin Kudüs’üdür. Kerkük Kürdistan için en önemli yerlerden biridir. Kerkük’ün Amed, Qamışlo, Mahabad'dan hiçbir farkı yok Kürtler için. Biz YPG olarak her koşul altında kardeşlerimizle birlikte Kerkük’ü savunmaya hazır olduğumuzu belirtiyoruz ve tüm Kürdistani güçler bu konuda net ve açık bir tutum sahibi olmaları gerekir.

Kürtler için doğan bu tarihi fırsat elden bırakılmamalı ve sahip çıkılmalıdır. Zafer biz Kürtler ile Kürdistani hakların olacak. Çünkü haklı olan biziz, bizleriz…“ (YPG Genel Komutanı Sipan Hemo)

IŞİD’in süreç  içinde Şii bölge ile Kürtler arasındaki Sunni yoğunluklu bölgede denetimi ele alması ise  Irak’ı resmen üçe bölecek bir sonuca yol açacaktır. Bundan böyle Irak’ta birleşik bir hükümetin oluşturulması bile hayal olacaktır.  Bugün elindeki tüm olanaklara rağmen  çatışmasız bir biçimde birçok bölgeyi IŞİD’e terkeden Maliki yönetimi artık tüm Irak yönetimi olma şansını yitirmiştir.

Aynı akibet Suriye için de kapıdadır. 2 yıllık iç savaşta  200 bine yakın insanın öldüğü Suriye’de ülke baştan başa yıkılmış bulunmaktadır. Yönetim Şam ve Lazkiye dışında fazla etkin olamazken, Kürtler Rojava’da, IŞİD ise Irak sınırında denetimi ele almış bulunmaktadır. Diğer birkaç şehirde ise sürekli çatışmalar devam etmektedir. Anlaşılan batılı güçler bu çatışmalı durumun sürüp gitmesini ve tarafların birbirine üstün gelmemesini istiyorlar. Yeni plan budur. Suriye’de süreç içinde üç bölgeli olacaktır. Kürt bölgesi, Sunni Arap bölgesi ve Alevi ve diğer müslüman olmayan kesimlerin yer aldığı Esat ailesi denetimindeki bölge.

Bu ateşin süreç içinde Türkiye’ye de sıçrama veya sıçratılma ihtimali göz ardı edilemeyecek bir durumdur.  Bu durumda bu ateş ilk önce Alevileri vuracaktır. Alevilerin bölgedeki gelişmelerle pek fazla ilgilendiği söylenemez. Aleviler hala kendileri için bir güç haline gelmedikleri  için de, Türkiye’de yarın İslamcı çetelerin bombaları patlamaya başladığında  kendilerini savunmak için hiç bir hazırlıkları bulunmuyor. Aleviler hala birilerinin arka bahçesi olmaya devam ettikleri sürece de, bölgemizdeki her çatışmada hedef olmaya mahkumdurlar.

Artık Aleviler de, bölgenin yeniden dizayn edildiğinin ayırdına varmalı ve bu  durumdan Alevi toplumunu fazla yara bere almadan haklarını da alarak düzlüğe çıkarmanın hesabını yapmalıdır. Bunun ilk şartı Alevi örgütlerinin  Alevi halkını her türlü saldırıya karşı koruyacak kendi öz savunma güçlerini  oluşturacak girişimlere başlamaları gerekiyor.

Aleviler’de kendi sırtlarından iktidar olmak isteyen siyaset cambazlarını indirmeli ve kendi öz örgütleri vasıtasıyla temsil edildikleri bir demokratik sistemin oluşması için, güçlerini bu ülkenin demokratikleştirilmesi, dönüştürülmesi ve özgürleştirilmesi için mücadele eden güçlerle birleştirmelidirler. Yoksa yarın çok geç kalınmış olacaktır. Bölgemiz bir savaş cehennemine doğru sürüklenmek istenirken, biz Aleviler ellerini-kollarını bağlayarak boynumuzu cellatlara uzatamayız.  Kendi savunmamızı kendimiz yapabilecek potansiyele sahibiz. Yeter ki buna niyet edilsin.  Bilinmelidir ki, bu bölgede tek başına direnemeyiz. Bölgenin ilerici güçleri ile ittifak içinde direnebiliriz. Bu güçler Türkiye’nin devrimci örgütlenmeleri ve Kürt Özgürlük Hareketidir.  Bunlara ek olarak bizler de bir Kızılbaş-Alevi direniş Hareketi yaratarak söz konusu güçlerle ittifak içinde bölgemizin karanlık güçlerine karşı koyabiliriz.

Uluslararası paramiliter güçler olarak bölgemizde kan döken İslami çeteleri durduracak gücün kimler olduğunu yaşanan Rojava direnişi ile yakinen gördük. Bize düşen bu güçler ile güçlerimizi birleştirip yarın Türkiye’yi de bir İslami terör  sahasına çevirmek isteyenlere geçit vermemektir.

Erdoğan Hükümeti  yukarda verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi bu çeteleri açıktan destekledi. Binlerce TIR askeri malzeme desteği verdi. Ancak gelinen aşamada Suriye’deki birçok muhalefet gücü ile ilişkileri bozuldu. IŞİD ile ise hamilik yapma düzeyinde ilişkiler geliştirdi. Bundan sonra ne yapacağını da bekleyip göreceğiz. Bayrak provakasyonu sonrası neden vurmadınız diye orduyu suçlayan Erdoğan bakalım Musul Konsolosluğunu basıp tüm çalışan ve ailelerini rehin alan IŞİD için gidin vurun diyebilecek mi? emareler Erdoğan’ın rica-minnet ile rehineleri kurtarmaya çalıştığını gösteriyor.

Bir yanda bölgenin İslamcı terör örgütleri ile içli-dışlı hale gelmiş bir Erdoğan’ın, bir yandan da bölgedeki gelişmeleri Erdoğan’ı yıpratmak için kullanmaktan başka elinden bir şey gelmeyen CHP-MHP muhalefetinin, Türkiye’nin yarın Pakistanlılaşmasına  engel olma şansları bulunmuyor.  

Bize düşen kendi öz savunmamızı yaratmaktır. Tersi durumda Aleviler sahipsiz ve savunmasız bir biçimde hedef olmaktan kurtulamazlar. Bakın Suriye’de Aleviler Esat rejiminin desteğine rağmen  bile hedef olmaktan kurtulamadılar.  Bu açıdan yaşananlardan ders çıkararak kendi göbeğimizi kendimiz kesmeye   çalışmalıyız. Eğer gelişmelere bugünkü gibi seyirci kalır, sadece birkaç açıklama ile yetinirsek yarın ne kadar sivil kurumumuz, cemevimiz , vakfımız vs. bulunursa bulunsun  bu kör terörün hedefi  olmaktan kurtulamayız.

Bugün Irak’ı üçe bölen, Suriye’de de aynı hedefle savaş yürütenler,  yarın Türkiye’yi de, Lübnan’ıda Ürdün’ü de bölüp, parçalayarak  yönetmeye çalışacaklardır. Bu durumu önleyecek olan ülkemizin  demokratik, devrimci dinamikleridir.