Şuanda 403 konuk çevrimiçi
BugünBugün1145
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8869
Bu ayBu ay8869
ToplamToplam10477293
Yaşayan Alevilikte musahiplik ve asimilasyonun etkileri PDF Yazdır e-Posta


Musahiplik yol kardeşliğidir. Yani bildik söylemle malı mala, canı  cana katma, yarin yanağından gayri her şeyde ortaklaşmadır. Musahiplik Alevi yoluna giriş kapısıdır. dört başı bir bedende birleştiren, bir olan iki musahip aile, kendi öz iradesi ile birbirlerine ölümüne bağlı yoldaş olurlar.

Musahip olan kişiler hem kendilerinden, hem de musahiplerinden sorumludurlar. Her halükarda darda, zorda, kaygıda, tasada birdirler ve birbirini kayırıp kollamalı, sahiplenmeli ve arka çıkmalıdırlar. Bu vasıf ve yeteneklere sahip olan kişiler rehber öncülüğünde pir huzurunda ikrar vermişlerse musahiptirler. Dolaysı ile iki aile musahipliği hayat bulur. Ve yaşamları boyunca birbirlerini sahiplenmek zorunluluğu vardır ki, musahip olmuşlardır. Yolun Mürşidi tarafında bireyden topluma dünya kardeşliği hedeflenmiştir.

« Musahiplik, Manicilik hariç tek tanrılı dinlerin hiç birinde yoktur. Musahiplik, gnostik-batıni inançlarda farklı adlar altında hemen hemen her farklı etnik kökende vardır. Sürekler farklı olsa da yol bir olduğu için kardeşlik esastır. » (Haydar Alibaba)

Musahipliğin, sanıldığının aksine Muhammed ve Ali ile bir ilgisi yoktur. Ali ve Muhammet birbiriyle musahip olmadıkları gibi, musahipliğin ne olduğunu bilmedikleri açıktır. Musahipliğin ilkeleri çok nettir ve musahip olan aileler arasında yedi kuşak evlilik gerçekleşmez.

Birçok araştırmacıya göre Musahiplik Manicilikten kalmadır. Mani’nin 5 ilkesinden biriside Musahip olunmasıdır. Musahip olamayanlar Mani’nin dinine giremezler.

Muhammed ve Ali Musahipliği Mümkün mü?

 Aleviler’de yapılan takiyenin etkisi ve yarattığı değişimle, musahiplik Muhammet ve Ali’den bu yana başlatılır olmuştur. Tıpkı Aleviliğin salt bir Ali yandaşlığı olduğu yanılgısı gibi buda büyük bir yanılgıdır. Hiçbir yazılı ve sözlü Alevi kaynağında Muhammed ile Ali’nin Musahipliği geçmez iken, bir deli kuyuya taş atmış ve demiş ki, Muhammed ile Ali Musahiptir. Bu taş kim tarafında ve ne zaman kuyuya atıldığı bilinmezse de, atıldığı günden bu yana Muhammed ve Ali Musahipliğini savunanlar olmuştur.

Her Alevi bilir ki, musahiplik ilkelerine göre yedi kuşak evlilik yapamaz. Akrabalar Musahip olamaz.

 Muhammed ve Ali’ye baktığımızda hem aralarında kan bağı var, akrabadırlar, hem de kayınbaba damattırlar.

Hal böyle olur ise Musahiplik ilkelerine göre Muhammed ve Ali düşkün olacakları gibi takipçileri de düşkün duruma düşerler.

 Bu durumda Musahiplik uygun mudur? Asla.

Alevilik’te müsahiplik yol kardeşliğidir. Kan kardeşliği dışında oluşan sosyal akrabalıktır. İki evli çiftin dünya-ahiret yol kardeşliğidir.

Musahiplerin yeri Alevilikte kardeşlikten daha önemlidir. Kişinin yolu evlilikten sonra kardeşi ile ayrılabilir. Müsahiplikte ev ayrılmaz. Müsahibinizin eşi sizin kardeşiniz, çocukları sizin çocuğunuz sayılır. Ayrı-gayrı yoktur. Sorumluluk ortaktır. Müsahiplik bir kere yapılır. Ölünceye kadar devam eder. Müsahiplikte ayrılmak yoktur. Müsahiplik eşitlik, sevgi, saygı, dostluk, dayanışma v.s. temeline dayalı toplumsal kardeşliktir. Bir köyün tümünün müsahip olduğunu düşünün ortaklaşmacı, eşitlikçi bir yaşam demektir. Müsahipler birbirinin iyi hareketinden olduğu kötü hareketinden de sorumlu bulunuyor. Bu durum da sıkı bir otokontrolü zorunlu kılıyor. Yapılacak hataları minimuma indiriyor. Az suçun yada hiçbir suçun işlenmediği bir toplumu oluşturmanın alt yapısını oluşturuyor.

 

Kentleşme Musahip olma koşullarını zorlaştırmıştır.

Musahiplik, kır-köy koşullarındaki Aleviyi yola kazandırma örgütlenmesinin temel taşıdır. Musahipsiz yola girmenin olanağı yoktur. Yola girme kararı alan her Alevi evladı kendine bir Musahip bularak hazırlığa başlar. Musahip adayları evlendikten sonra birbirlerini seçtikleri rayber öncülüğünde en az bir yıl pratikte denedikten sonra bir Cem erkanında karı-koca dört kişi ikrar vererek yola girerler. Kapalı köy tıoplumunda böylesi bir seçimi yapmak bugünün sınıflı kapitalist kent toplumuna göre daha olanaklıdır.

Ne var ki kapitalist ilişkiler kırı-köyü işgal edince, Aleviler kentlere, giderek Avrupa’nın büyük kentlerine savrulmuştur. Savrulur savrulmaz da Rayber-Pir-Mürşit eksenli örgütlenmenin ve toplumsal denetimin dışına çıkmış, dolayısıyla musahip olmanın koşullarını yerine getirmek zorlaşmıştır.

Kır kökenli Alevilikte ocak ve dergahlar etrafında örgütlenen ve dedelerin rehberliğinde yapılan cemlerle sorunlarını çözen Aleviler, kentlerle beraber tamamen ilişkisiz ve örgütsüz bir pozisyona düştüler.

Kentlere taşınan Alevilerin çocukları kapitalizmle tanışınca inançsal kimlikleri bir süre sonra ikincil plana düştü. Alevi gençler işçi sınıfı mücadelesiyle, demokratik mücadele ile tanıştılar. Denilebilir ki, Alevi gençlerin devrimci mücadele ile tanışmasının ardından inançsal kimlik geri plana düşmüş, ideolojik kimlik ile hareket edilmeye başlanmıştır. Bir süre köy kökenli Yaşlılar dernekler ve geleneksel dergahlar etrafında inançsal faaliyetleri yürütseler de gençlerin, dünyanın değişen dengeleri ile hareket etmeye başladığı bir gerçektir.

 

Kentleşen Alevilikte inançsal değişimler

Kentleşen Alevilikte rehber-Pir-Mürşit-Talip ilişkisi zayıflamıştır. Eskiden köylerde tüm köylülerin tümünün katıldığı cemler artık sadece dergahlarda ve cemevlerinde yerine getirilmektedir. Cemlerde toplumsal sorunların çözümü artık ön planda değildir. Kentleşen Alevilik olgusunun bir sonucu olarak sistemin hukuk kuralları yerini alır. Müsahiplik artık kentte inancın zorunlu ve önemli bir figürü olmak yerine şekilsel bir boyut almıştır.

Aleviliğin temel inançsal kuralları kentleşen Alevilikte artık yaptırım gücünden uzaklaşmış ve etki gücünü yitirmiştir. Pirlerin-Dedelerin dağınık olan taliplerini gezmesi, sorunları çözmelerini zorlaştığı gibi, talibin pire-dedeye bakışı da değişim göstermiştir. “Yakın dönemde Antalya’da yaşanan ve basına yansıyan bir olay konu ile ilgili önemli bir örnektir. Antalya’da yaşanan bir sorun üzerine bir araya gelen Alevi toplumu gerçekleştirdiği cem sonrasında bir kişinin düşkün ilan edilmesi kararına varıyor. Düşkün ilan edilen kişi ise mahkemeye başvurarak dedeyi ve toplumu şikayet ediyor. Şikayet gerekçesi ise cumhuriyet kanunlarına muhalefet, anti laik girişim iddiası…” Bu örnekten de anlaşılacağı gibi cemde cemaatin, dedenin aldığı karar kent Aleviliğinde sistemin mahkemeleri ile tehdit edilebiliyor.

Cemevleri kentlerde inançsal açıdan önemli bir rol oynayabilirler. İnançsal bilgilerin verildiği ve aynı zamanda bu bilgilerin tatbik edildiği bir okul işlevi görebilir. Ancak günümüzde cemevlerinin önemli bir kısmı bu görevleri yerine getirmekten ziyade asimilasyona hizmet eden birer kuruma dönüşmüştür. Bugün metropollerdeki birçok cemevinde ve dergahta inancın özüne uygun faaliyetler yerine, kuran kursları düzenlenmekte, Alevilerin sorunlarına çözüm üretmek yerine verilen ile yetinilmektedir. Var olan cemevlerinin bazılarında Sünni hocaların görev yapması burada uygulanan asimilasyonun boyutlarını göstermektedir.

Musahip olanlar köylerde bir arada yaşıyordu. Birbirini denetleme, birbirini hatalarından dolayı uyarma, birbirlerine sahip çıkma köyde çok kolaydı. Ancak kentleşme ile birlikte bu durum olanaksız hale gelmiştir. Musahipler zamanla aynı mekanlarda yaşamamaya başlamıştır. Musahibin biri köyde, biri şehirde veya yurt dışında yaşar hale gelmiştir. Bu durum musahipliğin içerikten çok şekilselleşmesine yol açmıştır.

 

Kentsel sorunlar üzerine bir araştırma

2004 yılında araştırmacı Sosyolog Kamil Fırat’ın „Kent Aleviliği“ konulu çalışması, bu değişimin kırılma noktalarını son derece çarpıcı bulgularla gözler önüne seriyor.

“Kentleşme olgusu ile karşılaşan Alevilik önemli kırılmalara sahne oluyor. Kentleşme ile birlikte Aleviliği din kimliği içinde algılama eğilimi yerini kültür ve yaşam biçimi algısına bırakıyor. İlkokul mezunu olanların yüzde 73’ü Aleviliği „Gerçek İslam“ ya da „İslamın bir yorumu“ olarak algılıyor. Bu oran lise mezunlarında yüzde 32’ye, üniversite mezunlarında yüzde 27.7’ye düşüyor. Üniversite mezunlarının yüzde 68,1’i, lise mezunlarının ise yüzde 68’i Aleviliği İslamiyet ile ilişkilendirmiyor, doğrudan bir kültür ve yaşam biçimi olarak görüyor.”

Araştırmanın yukarıdaki istatiksel sonucunu eğitimin dışında siyasal bakış açısı ve örgütlenme modelleri ile de yorumlayabiliriz. Örneğin ilerici sol-demokrat kesimler Aleviliği daha çok kültür, yaşam, felsefe ve ayrı bir din olarak yorumlarken, merkez sağ ve „sosyal demokrat“ anlayıştaki Aleviler ise Aleviliği „gerçek İslamın özü“ olarak görürler. Yine dergahlar, cemevleri Aleviliği daha çok „gerçek İslam’ın özü“ olarak görürken, Pir Sultan Abdal vb. dernekler ise Aleviliği daha çok kültür, yaşam, felsefe ve ayrı bir din olarak görmektedirler.

 İlginç diğer bir sonuç da Alevilik arasındaki etnik ve bölgesel farklarla ilgili: „Araştırma Alevilik ile anadil arasında da bir ilişki kurmanın mümkün olduğuna işaret ediyor. Kürt Alevilerin çoğu, Aleviliği bir ‘kültür’ ve ‘yaşam’ biçimi olarak değerlendirirken, Türk Alevilerin yüzde 60’ı onu ‘gerçek İslam’ olarak görüyor. Bir başka değerlendirmeyle, Kürt Alevilerin çoğunun dinsel kimliğini Alevi ya da ateist, Türk Alevilerin çoğunun ise Müslüman ya da hem Müslüman hem Alevi olarak tanımladığı ileri sürülebilir.“

Araştırma sonuçlarına göre inançsal anlamdaki değişimlerde çarpıcı veriler olarak ortaya çıkıyor: „Kentleşme, dede ile talip arasındaki ilişkileri zayıflatıyor, ama Alevilerin büyük çoğunluğu yine de bir dedeye bağlılığını sürdürüyor. Yüzde 87’si bir dedeye bağlı kentli Alevilerin yüzde 34.6’sı dedeliğin yeniden tanımlanmasından yana. Yüzde 26.3, bu işlevin Alevi aydınlara yüklenmesinden yana. Yüzde 11.3 ise kurumun kaldırılmasını istiyor.“

„Kentli Alevilerin yüzde 88’i Ramazan’ı oruç ayı olarak kabul etmiyor. Yüzde 12’si ise Ramazan’da oruç tutuyor. ‘Kendi oruçlarını’ tutan Alevilerin oranı yüzde 61. Yüzde 39’u ise hiç oruç tutmuyor. Başka din ya da mezhebi benimsemiş biriyle yapılacak evliliklere kentli Alevilerin yüzde 69.4’ü olumlu bakıyor. ‘Başka bir din ya da mezhepten birine kızınızı verir misiniz?’ sorusuna ise yüzde 55’i ‘evet’ diyor. „

Yukarıdaki sonuçlardaki deneklerin etnik kimliğine bakıldığında ise Orta Anadolu ve Batı Anadolu Alevilerinde kısmen Ramazan orucu tutulurken, Kürt Alevilerinde bu oranlar oldukça düşük kalıyor. Kırsaldaki yaşam biçimleri kentlere taşınırken kısmen değişimlere uğramış olsa da temel değerler muhafaza ediliyor. Kentlerdeki Kürt Aleviler yaşadıkları coğrafya ve doğa ile içiçe geçmiş inançlarına daha sadık kalıyorlar. Sünnilerle daha fazla yan yana yaşamış Alevilerde ise çeşitli sebeplerden kaynaklı olarak Sünni gibi gözükme, takiye yapma zorunluluğu gözüküyor. Tümüyle takiye olmasa da Ramazan orucu tutan, namaz kılan Alevilerin istisna olduğu ya da asimilasyona uğradıklarını söylemek mümkündür.

 

Kentleşen Aleviliğin sorunları nasıl aşılabilir?

Alevilik de yaşayan canlı bir inançtır. Geçmiş süreçlerde yaşanan Alevilik ile bugün değişen koşullar içerisinde birebir tatbik etmek mümkün değildir. İnançsal, toplumsal, felsefi ve kültürel boyutunu göz önüne aldığımızda, Aleviliğin değişen koşullar içerisinde ihtiyaçları açısından, yeni yorumlara ve yeni örgütlenme modellerine ihtiyaç duyduğunu söylemek mümkündür.

Asimilasyon politikasının hız kazandığı bir süreçte Aleviliğin kendini koruyabilmesi ve yaşatabilmesi ancak kendi özüne uygun bir model geliştirmesi ile mümkündür. Dergahlar ve cemevleri üzerinden geliştirilmek istenen Aleviliğin giderek sistem içileştirildiği düşünüldüğünde, Alevilerin işinin kolay olmadığı görülecektir. Aleviliği koruyabilmenin en güçlü ayağı, ocak kültürünün devam ettirilebilmesidir. Bütün bu olumsuzluklar içerisinde Aleviler için tek çıkar yol, Alevilerin kendi içerisindeki farklılıklarına rağmen birlik olmasından geçmektedir. Aleviler kendi içerisinde birlik olmayı başararak Türkiye’de gerçek demokratik mücadelenin öznesi olabilirse kendi hak taleplerini de yerine getirebilecektir.

Bu anlamda yapılması gereken işlerden biri de Alevi örgütlülüğünün 90’lı yıllarda yakaladığı gelişmeler sonrasında kesintiye uğrasa da devam ettirilmesidir. Alevi felsefesi, inanç ve kültürü sözlü ürünlerle beraber artık yazılı hale getirilmeli, kaynakları oluşturulmalıdır. Düzenlenen sempozyumlar derinleştirilerek elde edilen veriler mutlaka yazılı hale dönüştürülmelidir. Yine gelişen çağın teknik imkanlarından ve iletişim olanaklarından faydalanacak mekanizmalar oluşturulmalıdır.” (Sosyolog Kamil Fırat'ın araştırması, yayına hazırlayan: Belma Akçura)

 

Musahiplik kentleşme ile birlikte simgesel bir kavrama dönüşüyor.

Yeni kuşaklar musahiplik başta olmak üzere Alevi kuralları konusunda yeterli bilgilerden yoksun olarak yaşıyor.  Kamil Fırat’ın araştırmasına katılan deneklerin yüzde 67.3'ü bir musahipleri olduğunu belirtiyorlar. Bunların büyük çoğunluğu, musahipleriyle gerçekte hiçbir ilişkilerinin olmadığını söylüyor. Bunların yüzde 68.7'si bunun nedenini göçe bağlaken, yüzde 17.9'u çağdaş yaşam içinde musahipliğe yer olmadığını belirtiyor. Yüzde 1.5'i ise musahiplerinin öldüğünü belirtiyor.

Musahipleriyle ilişkilerinin tümüyle kesildiğini açıklayanların yüzde 87.5'i, muhasipleriyle aralarındaki din kardeşliğinin göç ederek kente yerleşmeden önce kurulduğunu söylüyor.

 

Buna karşın, büyük bir kesim (yüzde 81.7), paylaşma, dostluk gibi simgesel kavramlar nedeniyle musahiplik kurumunun yine de korunmasını istiyor.

Kültürel içeriği bakımından musahipliğin korunmasını isteyenlerin oranı yüzde 63.7 oranında. Geri kalanlar, musahipliğin geleneksel bir Alevi kurumu olduğu için sürdürülmesinden yana.

Musahiplik bağına inanmayanlar (yüzde 18.1), bu kurumun kapalı toplumların koşullarından doğduğunu, geleneksel içeriğinin çağımıza uymadığını düşünüyor.

 

Aleviler inançlarını yeni koşullara uyarlamak zorundadır.

Bugün kentleşme ve göç ile dünyanın dört bir yanına savrulan Alevilerin inançlarını yaşatmak artık babadan oğula geçen soy şecereli dedelik kurumlaşması ile olanaklı değildir. Otantik alevi değerleri elbette yaşatılmalı ve kurumları da korunmalıdır. Özellikle ocakları ve dergahları yaşatılmalıdır. Ancak alevi ocakları da, dergahları da içi doldurulmak şartıyla anlamlı bir hizmet verebilirler.

Bugün Türkiye ve Avrupa’daki cemevi ve dernek örgütlenmeleri de Aleviliği kurtarmaya yetecek içerikten yoksundurlar. Cemevleri diye bir örgütlenme Alevilikte yoktur. Alevi örgütlenmesi Ocak ve Dergah eksenli organize edilmek zorundadır. Elbette her Alevi Dergahının içinde birde inançsal ritüellerin yerine getirildiği cem meydanları olacaktır. Ancak Alevi kurumlaşmasının ana ekseni esas olarak eğitim amaçlı olmalı, buralardan Alevi inanç önderleri  (Pir-Rehber ve Mürşitleri) yetiştirilmesi esas alınmalıdır. Artık Aleviler de, fakülteler, Akademiler kurarak kendi inancını  yaşatacak bir kurumsallaşmayı yaratmalıdır.

Bunu sağlamak başta Ocakzade aydın Pir evlatları olmak üzere Alevi aydınlarına düşmektedir. Alevilerin Osmanlıdan soy şecereli dedelere artık ihtiyacı yoktur. Aleviler her ne kadar aydın, demokrat, ilerici, laik olduklarını söyleyip buna inananlar da; bugünün toplumsal yapılanmasında Aleviler toplumun en geri kesimini oluşturmaktadır. Alevi aydınlanması yaşanmak zorundadır ve bu aydınlanma işi de aydınların işidir. Artık Alevi toplumuna öncülük yapabilmek için bilimden, sanata oradan siyasete,  teolojiye, tarih bilincine sahip olmak gerekiyor. Nasıl ki, geri köy toplumunda Pirlerimiz toplumun o dönem için en bilgili ve deneyim sahibi  idiler. Bugünün Pirleri de bugünün toplumundan daha ileri bilgi ile donanmış insanlardan oluşmak zorundadır.

Alevilikte kast örgütlenmesi yoktur. Soylu aileler yoktur, üstün kişilikler yoktur. Alevilik bir  yol kardeşliği inancıdır. Bir komünal inançtır, eşitlik inancıdır. Bu esaslar korunarak yenilenmeye ve kendini yeni dünya koşullarına uyarlamaya ihtiyacı vardır. Elbette öz korunacaktır. Yol korunacaktır. Ancak zaman içinde inancımızın içine sızmış ayrık otları da bir bir temizlenerek ve Alevi toplumu vesayetten kurtarılarak yola devam edilecektir.