Şuanda 290 konuk çevrimiçi
BugünBugün1097
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8821
Bu ayBu ay8821
ToplamToplam10477245
Devrimciler ve eleştiri-özeleştiri PDF Yazdır e-Posta


«Hayatta daima gerçekIeri savun! Takdir eden oImasa biIe, vicdanına hesap vermekten kurtuIursun.» (Che Guavera)

Özeleştiri, kendini ve kendisinde bulunan eksik ve hataları sorgulayıp değerlendirme, var olan eksik ve hataları eleştirerek ve sonuçta onları terk ederek daha olumlu ve bilimsel olanın yanına geçiş, onu kavrama ve hemen ardından  doğru olan ekseninde pratik-eylem adımlarını atmaktır diye tarif edilebilir.

Daha direk bir ifadeyle eleştiri ve özeleştiride anlayışta ve pratik eylemlilikte ortaya çıkan eksiklik, hata ve zaaflar ortaya çıkarılır ve  aynı zamanda bunların karşıtı halinde doğru ve olumlu alternatifler söz konusu edilir. Aslında eleştiri-özeleştiri bir oto disiplindir aynı zamanda.

 Ancak bireyin veya topluluğun, işledikleri suç  içeren olaylar vardır ki, bu tür davranışlar eleştiri-özeleştiri kapsamında değerlendirilemezler. Bu tür durumlarda hukuksal olarak yaptırım gerekmektedir. Ortada geri dönüşü olmayan bir sonuç ortaya çıkmışsa orada suç var, suçlu var ve ceza olmak durumundadır. Bu iki şeyin birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. Belki de bu yanıyla eleştiri-özeleştiri olayında, masaya yatırılanın ‘suç’ diye nitelenmesinin de ilk zemini oluşmaktadır diyebiliriz. Suç olayında, sonuçta bir cezalandırma, dolayısıyla da yaptırım dayatması bulunmaktadır. Ancak “eleştiri-özeleştiri” de daha farklı işleyişler  bulunmaktadır. Örneğin tartışma, öneri, ikna, öz-eleştiri kavramlarının anlattığı anlayış ve davranış kalıplarıyla, daha barışçıl, uzlaşmaya dönük tarzlar söz konusudur.

Bu uyarmaların yanı sıra denilebilir ki, “suç” kavramı ve onun beslendiği hukuk sistematiğinin dışında kalan bir işleyiş ve işlem bütünselliği, eleştiri-özeleştiri olayının ayırt edici karakteridir.

Yine eleştiri ve özeleştiri olayı, kaba bir hukuksal işlem ve kurumsal işleyiş tarzı olmanın ötesinde, özünde vazgeçilemez bir yaşam tarzı elemanlarını içermektedir. Eleştiri-özeleştiri eyleminde, tamamıyla olumlu değişim ve dönüşüm anlayışı esastır. Bu temelde yanlışlardan veya en azından ilkesizliklerden uzaklaşmayı ısrarla önde tutma vardır. Eleştiri-özeleştiri özellikle  toplumu değiştirip dönüştürme iddiası ile yola çıkan birey ve örgütler açısından vazgeçilmez eylemlerin başında gelmektedir.

 Devrimciliği, sosyalistliği, demokratlığı, toplumsal ilerlemeciliği  bireysel ve toplumsal yaşamımızda öne çıkarıyor ve bu uğurda bedel ödemeyi göze alıyorsak eleştiri-özeleştiri silahını bu toplumsal ve bireysel yaşam tarzımızın temel silahlarından biri yapmak durumundayız.

Günümüzde içinde yaşadığımız ve tüm toplumlara dayatılan emperyalist sistem ilişkileri, özellikle post-modernlik unsurları karşısında, kişinin aldığı tutumlar çoğu kez belirleyicidir. Devrimciler, kişinin topluma karşı eleştirel ve kendine karşı öz-eleştirel konumda olmasını ilke edinirler. Bir Devrimci için, Yanlışlar, sistemin yarattığı ve dayattığı toplumsal sapkınlıklar, yozlaşmalar ve çürümeler karşısında duruş sergilemenin önemi artık yadsınamaz düzeydedir. Demokratik, adil, özgürlükçü ve eşitlikçi saygın ilişkiler isteniyor ise, öncelikle kişi bunları kendinde aramalıdır. Yani kişinin anlayış ve davranışlarında kendisine karşı saygı duyabilmesi, hakkaniyet sahibi, demokrat ve adil olması çok önemlidir.

Tüm bu saydıklarımızdan dolayı devrimci işe önce kendinden başlamalı, içinde yer aldığı siyasal yapıdan başlama gereği duymalıdır. Çünkü kendine dönük sorgu, içinde yer aldığı siyasal yapıya yönelik sorgu, aynı zamanda devrimci bir eylemdir. Kişilik sahasında başlayan bu eylem, çerçevesini büyüterek kaçınılmaz olarak da bizim kişilik formatlarımızı  yaratan çevreye yönelir. Bunların toplamı üzerinden ve bunlarla birlikte gruba veya topluma yüklenme yaşanır.

Özgür bireysel yaşam içinde olduğu gibi, örgütsel yaşam içerisinde de eleştiri ve özeleştiri olayı sürekli gündemde tutulmalıdır.  Bu doğru bir örgütlenmenin vazgeçilmez unsurdur. Birey için de yaşamda doğru bir konumlanmanın mihengidir denilebilir.

Eleştiri-özeleştiri, kendi içerisinde ilkesel özellikler de taşır ve bunlar önemle gözetilir. Örgüt çizgisine bağlılık, açıklık, katılımcılık, hataları ifade etme ve kabul etme, objektif olma, gerçekçi olma ve gerçekleri sulandıran yozlaştıran şeylere karşı eleştirel olma, eleştiriyi somut nedenlere dayandırma, kişi ve olayı yıpratma değil, değiştirici ve yenileyici olma, tutarlılık, samimi ve dürüst olma.  Bunlar eleştiri-özeleştiri disiplin alanının vazgeçilmezlerindendir.

 Eleştiri ve özeleştiri toplumun ve örgütlü kitlelerin grupsal yaşamının ve ilişkilerinin, oralardaki hataların zaafların ele alınması ve onlardan arınma, en azından uzaklaşma, tavır alma yöntemidir.

Eleştiri-özeleştiri doğru algılanmalıdır.

Yöneltilen bir eleştiri karşısında hemen her çevreden, topluluktan, örgütten sık sık “eleştiri yıkıcı olmamalıdır”  denilir. Kişinin veya bir toplumsal grubun moral değerlerinin bozulmaması anlamında söyleniyorsa, bu belli ölçüye kadar kabul edilebilir. Ancak eleştiri zaten hatalı, zaaflı olan anlayış ve davranışları geriletme, yerine yeni ve doğru olanı koymaksa, doğallıkla zaaflı durum ve duruşlara karşı yıkıcı olmalıdır. Aksi düşünülemez. Eleştiri yanlış ve zaaflı olanı yıkma yok etme temelinde bir eylemdir. Üslubun ve araçların ‘sert’ olması da önemli değildir.

Eleştiri dostane ve samimi içerikte yapılır zaten. Konunun sert dillendirilmesi bu samimiyeti ortadan kaldıramaz. Bu da eleştiri konusunun yani hataların-yanlışların önemine göre değişebilir. Olumlu tepkinin geri dönmesi ve kişilikte kırılma, geri kaçmanın olmaması için üsluba dikkat edilir, anlayış ve davranış ise yıkılıp değiştirilmek üzere ele alınır. Bu yanlış tarifleme ve yönlendirmeye dikkat çekiyoruz. Yani eleştiride yönelim yanlış olanadır, esasta yanlış anlayış ve eylemedir. Kişiyi veya bir kurumu ezme, tahrip etme eleştiri dışı bir şeydir.

İçinde yer aldığımız siyasal örgütlenmeye ve dolayısıyla kendimize yönelttiğimiz eleştirilerde de amaç yanlış olanı, yanlış ve hatalı yapılanı önce kabul etmek ve ettirmek, oradan bir sonuca varmaktır. Eksik ve hatalar, yanlışlar bir kez kabul edilirse, elbette onun yarattığı tahribatlar değerlendirilir ve varsa tek tek bireylerin veya grupların suçları onlar da bir yaptırıma tabi tutulur. Ya da en azından bu hatalar toplum vicdanında mahkum edilir.

Bu sitede yazanlar olarak bizlerin de yaptığımız ve yapmak istediğimiz bu olmuştur. Amaç ortak yaşanmış bir geçmişin tüm yanlarıyla masaya yatırılması, bu geçmişin içinde yer almış bireylerin hata, eksiklik, zaaf ve işlediği suç kapsamındaki olayları deşifre etmektir. Bu tartışmanın sonucunda birey ya da grup işlediği suçlardan, yaptığı hata ve eksikliklerden dolayı toplum önünde hesap verebilir ve sorumluluklarını kabul ederse kararı toplumun vicdanına bırakmaktır. Zaten yapılan da bu olmuştur.

Yaşadığımız dört yılı aşkın tartışmadan ortaya çıkardığımız şey, bir tarafın eksik ve hatalarını kabul ederek, bu eksik ve hataların üstüne giderek kendini dönüştürmüş olması, bir tarafın ise, eleştiriyi, uydurma karşı eleştirilerle geçiştirmeye çalışması, işlediği açık sabit suçların üstünü örtmek için yalan ve yanlış ithamlarla gerçeği dile getiren  tarafı susturma metodu izlemiş olmasıdır.

Bu tartışmayı dışardan izleyenlerin tutumu ise, el altından bizleri destekler gözükürken, toplum önünde sağır ve dilsizi oynamak,  bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı ile geçiştirmek olmuştur. Çünkü biliyoruz ki, bizim kendi içinde yer aldığımız yapıya ve bu yapının başına çöreklenmiş olan zihniyete yönelttiğimiz eleştiri konuları ve bizim içimizde yaşanan olaylar, işlenen suçlar söz konusu diğer devrimci yapılarda da aynıdır. Bundan dolayı bugün bu yapıların başında yer almaya devam edenlerin susması doğaldır.

Bu tartışmada bize getirilen tek eleştiri „düşmanın eline silah vermek“ eleştirisidir. “söyledikleriniz doğrudur, eksiktir bile ama bunları tartışarak devrimci hareketin düşmanlarının eline silah veriyorsunuz“. Bu tutum « kol kırılır yen içinde kalır » feodal anlayışıdır. Oysa devrimciler haksızlık ve zulüm nereden gelirse gelsin ona karşı tutum almakla yükümlü bir duruş sergilemekle yükümlüdürler.

Feodal,Kapitalist ilişki ve anlayışların bir kültürel veri halinde devrimci saflarda etkili olmasının panzehiri, eleştiri-özeleştiri mekanizmasının içeriğine uygun davranmadır. Özellikle davranış ve kültürel değerlerimiz, bu titizlikle korunabilir ve geliştirilebilir. Başka çaresi yoktur. Yoksa post-modern kültürün yarattığı erozyonların, liberalizmin sulandırmalarının önüne geçilmesi çok zor olur.

 Eleştiriye tahammülsüzlük, örgütlü gruplarda ve bireylerde görülen ciddi bir zaafiyettir. Kesinlikle tedaviye ihtiyaç duyar. Tedavinin yolu, eleştiri ve öz-eleştirinin, devrimci anlamda kavranması ve uygulamasındadır.

 Kişi ve gruplara ait anlayış ve davranışları konu edinen eleştiriler karşısında, muhataplarının eleştiriyi bir şekilde kabullenmeme ve korumacı-tutucu bir mantıktan hareketle eleştirinin işlevini boşa çıkarma tutumları sergileme davranışı üzerinde durmakta yarar var.

 Eleştiri kabaca yanlıştan arınma, değişme-değiştirme ve gelişme-geliştirme  formatında bir olgudur. Eleştiriye tahammülsüzlük, bir anlamda bu gelişmelere de kapalı olmak anlamına gelmektedir. Bu, “ben bilirim”ci, ben-merkezci, “benden ötesi tu-kaka” tutumu gibi sosyal ve psikolojik sapkınlıkları da içeren anlayış ve davranışların açık dışa vurumudur. 

Eğer eleştiri işlemi bir toplumsal iletişim biçimi ise, bunun işleyiş ve işlevlerine karşı tavır almak da onun içeriğine aykırıdır. Eleştiri-özeleştiri olayını sözde kabullenmek, ancak kendine dönük eleştirilerde tahammülsüzlük göstermek, kişilik ve grup varlığında hastalıklı unsurların, yanlış kültürel biçimlerin etkisinin ileri derecede var oluşuna işaret eder. Bu hastalığın yerleşikliğini kırmak ve etkilerini gidermek, çok zorlu da olsa mümkündür. Öncelikle ön-yargılardan arınmak için, söylenenlerde ve davranışlarda özgüvenli, bilimsel ve dürüst  zeminde yaklaşım sahibi olunması kaçınılmazdır.

Eleştiri karşısında hatanın-yanlışın ve zaafın değerlendirilmesi ve kabullenilmesi sonrasında, aynı davranışları yeniden tekrarlamak, konunun dikkatle tartışılması gereken ilginç bir yönüdür.

 Bu, özellikle sol-devrimci çevreler içerisinde ve ilişkilerde gözlemlenen bir durumdur. Aslında burjuva post-modern anlayış ve davranışların yarattığı etkiler de bu çevrelerde olgunlaşmamış devrimciliğe,yetmez kişiliklere, içinden gelinen toplumsal ortamın  özgün kültürel zayıflığına ve geriliğine bağlıdır.

 Örneğin sol içi şiddet konusunda yaşananlar sonrasında tarafların özeleştirilerini ortak deklere ettikleri bilinir. Ondan sonra eleştirilen şeyi, yine birbirine veya dost gördükleri çevrelere yeniden uyguladıklarına bakarsak, bir davranış bozukluğu içinde bulundukları söylenebilir.

 Siyasal tahammülsüzlük, demokratik olamama, dostlarına karşı samimi olmama, grup çıkarlarını yanlış kalıplarda koruyarak motive etme, vb. hastalıklarını bir davranış kültürü olarak görebiliyoruz.

 Eğer sol içi şiddetin yanlışlığından söz ediliyor ve bir süre sonra aynı şeyler yaşanıyorsa, olayda ve taraflarında bu hastalıklar, en hafifinden zaaflar ve kültürel sapkınlıklar var demektir. İdeolojik politik yapılanışta ciddi arıza ve kaçaklar var demektir. Öte yandan bu duruma sessiz kalanlar tarafına baktığımızda da henüz gizli bazı sosyal-siyasal çarpıklıklar vardır ve bunlar ayrıca eleştiri konusu edilebilir...