Şuanda 253 konuk çevrimiçi
BugünBugün1082
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8806
Bu ayBu ay8806
ToplamToplam10477230
Konargöçer toplumlar ve Osmanlı'nın kuruluşu üzerine PDF Yazdır e-Posta


Osmanlının gayrı resmi tarihi, demiş, Ali Haydar Avcı, güzelde demiş. Bu başlık anlatıma çok uymuş. Bizler, dayatılan tarihi, tıpkı maç anlatılır gibi okuduk, kronolojik sırayla ezberledik, o kadar çok detayı, zaman ve tarih vererek öğrendik ki, soru bile sormadık.

 Egemenlerin tarihiydi bu, fakat, yaşanılan ve sözlü gelenekler, ozanların dili, şiirler, ağıtlar, nağmeler, başka şeyleri anlatıyordu.

Köroğlular, Pir Sultanlar ve şiirleri kuşaktan kuşağa geçen, oba, oba yayılan nice atsız, kadın, erkek şairin sesi, sözler üzerinden kayarak, sözlü edebiyatın bu günkü yazılı halini aldı.

Hazar altından veya üstünden, ege denizine kadar bin kilometreyi bulan uzun toprak, konargöçer obalar için,  hiç durmadan yürünen yol olsa, kaç günde varılır acaba? Atlarının, develerinin, koyunlarının ve keçilerinin toplam sürüsüyle, hem yürüyen hem otlatan, bir konar göçerin ne mülkü olabilir ki, elindeki hayvanından başka malı olmayan,  yaylakçı toplumlar, yürüyüş ve yaylama güzergahında, kurda, kuşa yem olan elindeki malını, ölen ölür kalan sağlar bizimdir, anlayışıyla çoğaltarak veya azaltarak yaşamlarını devam ettirir.

Selçuklunun yıkılmasıyla oluşan, Anadolu kırsalı ve Toros dağları eteklerinin otoritesiz boşluğu, yeni bir özgürlük ortamı oluşturmuştu. Konargöçerliğin sabit olmayan, ancak, kocaman bir alanda dolaşan, sürüsünü besleyebildiği, yazın yaylağında, kışın kışlağında, doğayla mücadelesini sürdüren özgür halk toplulukları, atına, sevgilisine, türkü söyleyen, bakır tasını ve sinilerini, kocaman kazanlarının içine koyup seyahat eder gibi yaşayan, deri tulumunu yayık yapan, peynirini içine basan, elinde kaması, hançeri, ağacını yontan ve de oduncu baltasıyla ağaç kesen, otağ ocağını tüttüren, koyunlarını kırklık denen makası ile kırkıp, dere sularında yıkayıp, doğal otlarla bin bir çeşit boyayan, kış aylarında kurdukları, Çulhalık’da obalarının armalarını, inanç değerlerini, resmeden, sevgisini halı ve kilime dokuyan, kadın ve kızlar işte her mevsimde farklı yerde olabilen konargöçerlerdir.

Köroğlu’lunun, atı ve avradı birincil kılan dizelerindeki gibi, “dört yaşına eren atın, on beşine varan kızın” bir erkeğin en çok neye değer verdiğini, aynı zamanda da, enerjik ve dinamik bir yapıya ihtiyacı anlatmaktadır.

Söz ve ikrar, esas olandır konargöçerlerde, yazılı kaynak yoktur, o nedenle söylenen önemlidir. Gezer şairler vardır yol boyunca ezberledikleri hikayeleri, akşam yorgunluğunda, dinlemeyi pek severler, telli kuran denen sazlarda çalınıp söylenir, semah edilir. Söz o kadar önemlidir ki, insana ‘sözünün eri’ denir.

 Konargöçerler, ilk dönemlerde  vergi vermiyorlardı. Doğanın kucağından kim kira parası alabilirdi ki, bu hep böyle olagelmişti. Ertuğrul gazi ve Osman bey de aynı inancı taşıyordu. Obaları Söğüt yöresine yerleşmeleri bile altmış yıl zaman isteyecekti. Bu zaman diliminde aşağı Marmara bölgesinde otağlarda yaşadılar. Sabit evlerde yaşamak konargöçerler için zulümdür. Konargöçer ‘göğü görmeden, sırtını yatağa atmaz’ o, onun doğayla bütünlüğüdür. Hamağında yatan çocukta aynı atmosferde büyür, tıpkı,  babası ve anasının büyüdüğü gibi, otağında ateş yanarken çadırın altından havası gelebilmeli ki, köz hep korlaşsın, ısıtsın otağı.

Baba İlyas ve İshak konargöçerlerin Selçukluya isyanı, halkın elinden atlarının ve mallarının, vergi-Aşır-Aşur olarak alınmasıydı. Çok kısa dönemde askere alma, kadın ve kızları kaçırma, yaylak alanlarının daralması nedeniyle Amasya, Tokat, Çorum illerinde isyan yüz binlerin ayağa kalkıp, Selçuklu sultasını yıkmasına sebep oldu. Konargöçerlerde bu sürede yüz binleri kurban verdi.  Nerede devlet varsa, vergi, sömürü, yaşam hakkına el koyma, mal ve mülkü sistem adına paylaşma, bizlerin isteği dışında mutlaka olacaktır. Önüne geçmek mümkün mü? Evet, fakat, yürek isteyen bir karşı koyma ile olanaklı.

Yıl 1300’e yaklaşıyor, Osmanlı obaları da yerleşmeye ve Pazar oluşturmaya başlamaktadır. Bizans tekfuru bile Osmanlının göçebe kültür yapısının, yerleşik olması doğrultusunda, Osman beyi uyarmış, Pazar alışverişlerinden satış vergisi alınmasını önermiş, bu düşünce, malını satandan car adında ilk ticari karını almıştır. Tellal veya duyurma parası anlamında Pazar payı satandan alınmıştır. Satamayandan böyle bir pay alınmamıştır. Bu gün bile tarlaların yüzünü ekim kirası olarak car veya icar olarak kiralamak mümkündür.

 

Pazara getirilen ürünler değişime sokulup, karşılığında başka ihtiyaçlar temin edilebilir olmuştur. Terazi ve tartı aletleri kullanılmaya, keçiboynuzu çekirdeği karat olarak alınıp, dirhem ve okka tartı değişiminde kullanıldığında, yavaş, yavaş, değer değişiminde para veya pulun kullanılması zorunlu olmaya başlamıştır.

Konargöçerlerin, Osmanlının yerleşik yapıya geçtiği dönemlerde, otlak alanlarının daralması, mülk artık obanın beyinin malı olarak görülünce, bu topraklar üzerinde, her türlü harekette, bey’in izniyle olacaktır. Diğer Anadolu beylikleri de aynı doğrultuda etkileşerek, sistem olarak devleti örgütlemek zorunda kalacaktı.

İleriki aşamada, Osmanlı ayaklanmalarının başlaması, konargöçer toplulukların kendileri için ürettikleri mallara bey ve sultanın el koymasıyla başlayacak, merkezi sistemi sarsacak bir girdaba gireceklerdir. Sarsılan merkezi yapı çok sert baskı ve yok etme uygulamasıyla isyanları bastıracaktır.

Yerleşik köylülük ve konargöçer toplumlar, inanç olarak, her ne kadar İslami akımlardan etkilenseler de, Anadolu’da Eflatun düşüncesinin önemle kabul gördüğü ve bunların orta Asya Şaman inançlarıyla yoğrulmuş, Batıni, Heteredoks, Dede, Baba kültürü ile daha yakınlık içinde olduklarını vurgulamak gerekir.

Geyikli baba ve diğer batıni babaların yanı sıra, doğuda, daha önceleri Hurufilik, Abdallık, Cavlaklık, daha ileriki aşamalarda Oluşması muhtemel olan Bektaşilik, Karacahöyük’te yavaş yavaş gelişmektedir. Dem alma, demlenme, şarap ve rakı üretimi, yani bağcılık, yerleşik toplumun ürünleridir. Bağ kültürü yerleşikliğe işaret eden en büyük ögelerden biridir, diğeri tahıl üretimidir. Bu iki olgu yerleşik olmayı ovaları ekmeyi gerektirir. Hayvanların çifte koşumu, tohum depolama, hasat ve üretilen tahılın öğütülmesi, ekmeğin pişirilmesi, odun ihtiyacı, kömür ihtiyacı ve birçok ihtiyaç talebi sıraya girecektir.

Konargöçer kültüründe, zaman adları, yaşamlarının bir parçası olan kesitlerin isimlerinden verilmiştir. Koyunların yün kırkımından dolayı, ‘Kırkım zamanı’ koyunun ilk sağıldığı zamana, ‘ilk sağım’ çiğdem ayı, gündönümü, orak ayı, hasat zamanı, koç katımı gibi, önemli günler pratik hayatta kullanılırdı. Bu gün bile, köy hayatını bilenler, bu adlandırmaları mutlaka duymuşlardır.

Konargöçerlerde kırmızı börk giyme kültürü vardır. Osmanlının kendisi sistemleşmeden önce bu gelenek vardı, sonra, beyaz börk giyildi. Kızılbaş kültüründe olan bu alışkanlıkları ilk Osmanlı beyinin de yapması yadırganamaz, ancak, bu börk onun Kızılbaş olduğu anlamına gelmez. Börk giyenler genellikle Kızılbaş(Kızıl börk anlamında) kültürünü yaşayan ve uygulayan batıni kültürün babalarıdır veya beyleridir.

Konargöçerlerde kadının yaşam içinde çok büyük önemi vardır. Sadece çocuk doğuran, doğurgan kadın değil, doğurduğunun rızkını hazırlayan, davarını ve malını sağan, peynirini, yoğurdunu yapan, halısını ve kilimini dokuyan, çorabını, kazağını ören, ocağını tüttüren, hayatın her alanında var olan, yaratıcı emekçi kadın vardır. Erkeğin bey olarak bir nam ı varsa da kadının da Bacıyan adı ile örgütlenme inanç kurumları vardır. Erkeğini bir tek sözle boşayan kadın egemenliğinin olduğu, obalar vardır.  Gelenek ve görenekler bazı obalarda kadının üstünlüğünü kabul etmiştir.

Gelenek ve göreneklerin yazılı olarak değil de, yaşarken dilden dile, sözden söze, yerleşik topluma ve bu güne, sözlü ve yazılı edebiyatla ulaşmıştır. “zaman çözüldü, insan bozuldu,  söz bozuldu” deyimi yerleşik topluma geçince bozulur.

Osmanlı, Pazar ve toplum yapısını, Pazar memuru, vergi uzmanları, akçe basan madencisi, adaleti sağlayan kadısı, bunları uygulayacak zabıtası, beyliğin toprağı sayılan yerlerde bunların dağılımı, en önemlisi, yasa kuralları ve yasaların yazılı halde oluşacak, yeni noktalara ulaşması ve hat hat(yazıcı)ların çoğalması, giyim kuşam bez örgü ve halı, kilim imalathaneleri, dericiliğin uzmanlaşması, Istarlık ve Çulhalık’çılığın çoğalımı ile yerleşik toplumun ana hatları sistem olarak tohumlandı.

Yüzlerce yıl konup göçen topluluklar oturunca bir yere, yerleşip yurt kurunca, Yürük(Yörük)lükten çıktı, evli oldu, otağı damlı ev yaptı, düzeni bozuldu.

Batıni inanç geleneği yazılı olmadığı için tam gelişemedi, buna rağmen, Ortodoks anlayış, yazılı kaynaklarının oluşundan dolayı bu güne kadar çok az değişimle yaşadı. Batıni inançlar da yazılı kitaplarla bize ulaşabilseydi, bu gün haala canlı biçimde olabilirdi. Olabilirdi diyorum, egemenler kendine karşı çıkan inanç ve siyasi kavramları yaşatır mıydı diye düşünmemdendir.

 Osmanlının ileriki aşamalarda, tüm Anadolu ve Trakya’ya egemen olmasıyla konargöçerlerle tam bir savaş hali, sıkıyönetim uygulaması yapmıştır. O nedenle, İsyanlar, her bir yüz yılda büyük isyan baş göstermiştir. Bu isyanlarda binlerce köylü ve yörük konargöçerler ister Türk ister Kürt öldürülmüştür.

Osmanlıdan bu güne, yani Türkiye cumhuriyetine miras kalan, isyan bastırmaları, nasıl gelenekse, aynı şekilde, köylülük ve aşiret toplumları sömürüye karşı çıkıp, susmamak için direnmek ve yaşam hakkını kazanma savaşı vermekte halklardan mirastır.

 

Not; Ali Haydar Avcı, gayrı resmi Osmanlı tarihi ve öncesi, kurulduğu döneme ait iktisadi yaşamda, konargöçerlerin konumu ve yerleşik toplumla ilgili değerlendirmesi, Selçuklunun yıkılışı ve Osmanlının kuruluşu aşamasına kadar ve ilk yüz yılını önemle alarak bu dönemi, yazmakla bir boşluğu doldurmuştur.

Mecburi ikametin zorunluluktan kaynaklanan, baskıyla yerleşikliğe geçilmesi, mülk edinilmesinin sağlanması, mal ve mülkten vergi alınmasını beraber getirdi. Askerini, leşkerini, yargısını, Şeyhülislamını ve diğer kurumlarının yaşaması için daha da artırmasını bir harita üzerinde anlatmıştır. İnanıyorum ki, bu dalda çalışma yapanlara ışık tutar.

Bu kitabı okurken, çok zevk aldım, kendi göçer kültürümüzden kalan kıl çadırımızı hatırladım, tam iki yüzyılı aşkın olduğunu bildiğimiz çadırımız, bende ve olması gereken yerde, köyümüzdedir.

Kitaptaki kullanılan dili, buraya, özetini yazarken özellikle kullandım. Yazı dilinde, konargöçer dilini ağırlıkla kullanan Ali Haydar Avcı, otuz yıl önceden başladığı çalışmayı bu gün görüşemediğimiz otuz yılın sonucunda bana ulaştırmasıyla beni mutlu kıldı. Başarılarının devamını diliyorum, zaten, ileride vereceğim değerlendirme yazılarında da göreceğiniz gibi onlarca kitaba imza atmıştır.

 Kalemine ve beynine sağlık sevgili yoldaşım.

 

 

La Kitap Yayınları   ISBN 978-605-64294-4-6    ANKARA/Sincan  Tel;0312 272 02 55