Şuanda 486 konuk çevrimiçi
BugünBugün1182
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8906
Bu ayBu ay8906
ToplamToplam10477330
Kızıldere devrimci geleneği HDP'de yaşıyor PDF Yazdır e-Posta


„Kızıldere adın ahire kalsın
Yiğit yoldaş sanı mahir'e kalsın
Halklar düşmanını sürsün çıkarsın
Kızıldere sana yine geliriz
Kızıldere sana biz de geliriz“

İnsan belki devrimci doğmaz ama, isterse bir devrimci olarak ölebilir. Devrimciliği kendine yaşam biçimi edinenler, bir devrimci gibi ölmesini de becerebilirler.

Bundan tam 43 yıl önce, 30 Mart 1972’de THKP-C önderi Mahir Çayan ve 9 yoldaşı, 12 Mart faşizminin azgın saldırılarına karşı devrimci duruşun, birliğin, yoldaşlığın en somut örneğini yaşamları pahasına dosta-düşmana gösterdiler.  idam edilmeyi bekleyen Deniz ve yoldaşlarını kurtarmak için kendi yaşamlarını hiçe sayarak, ülkemiz devrimi için devrimci çıkış yolunu gösterdiler. Birer devrimci gibi ölmesini de bildiler. Başkaca bir çıkar yoktu, ya teslim olunacak ve burjuvazinin zafer çığlıklarına razı olacaklardı. Ya da direnecek, fiziken yok olsalarda manevi olarak devrimcilere rehberlik etmeye devam edecek halkların yüreğinde sonsuza kadar yaşayacaklardı. Onlar ikinci yolu seçtiler. „dönmeye değil ölmeye geldik „ dediler. Direndiler ve ölerek ölümsüzler kervanına katıldılar.     

Yine Kızıldere direnişi ile Mahirler, eylem birliği ile başlayarak örgütsel birlik yolunun açılabileceğine can bedeli bir duruşla örnek oldular. Ancak ne yazık ki, onların ardılları her ne kadar ideolojik olarak savunsalar da bunu devam ettiremediler, bırakalım birliği bir amip gibi bölünme yolunu seçtiler. Bugün hala aynı duruşta inat ederek solun ülkemizde bir güç olamamasının sebebi oldular.

Biliniyor,Türkiye egemenlerinin devrim mücadelesine verdikleri en büyük zararların başında bellek silme operasyonları gelmektedir. Amaç, gelecek kuşaklar ile, geçmiş kuşaklar arasındaki bağı koparma, gerçeği ters yüz etmedir. 12 Mart zulmünü bilmeyenler, 12 Eylül mezalimini yaşamayanlar, elbette bugün ; Tayyip gibi, Fetullah gibi gerici yobazları, CHP, MHP, İP gibi ulusalcı ırkçı hareketleri tanımakta zorlanırlar.

 Geçmişle bağını koparan bir hareketin, geleceğe yönelme ve geleceği kazanma şansının olmadığı ise ortadadır. Her geçmişe yöneliş, geleceğe açılma eğilimini de içinde taşır. Geçmişin araştırılıp iyi ve kötü yönleri ile değerlendirilmesi, geleceğin kazanılmasının anahtarıdır.

Ülkemiz halklarının kurtuluşu için bugün yola çıkanlar, tarihi kendinden başlatma hastalığına düşmeden, devrimci hareketin geçmiş deneylerinden yararlanarak, olumlu ve olumsuz pratiklerden dersler çıkararak  yol alabilirler. Geçmişin yeniden araştırılıp, o dönemde yazılanlardan ve yapılanlardan dersler çıkarılması, şimdinin aldatıcı görünümlerinin acımasız bir eleştirisine yönelmeyi sağlamak içindir.

Nietche « yaşama ve eylem için, tarihe gereksinimimiz var » derken, kişinin yaratıcı, üretken olabilmek için insanlık dünyasını sürekli sorgulaması gerektiğine parmak basıyor. Tarih eğer yaşama hizmet ediyorsa, insan da ona hizmet eder. Tarihsel materyalizme inanan devrimci, her dönem ve koşulda kendisini bitişe götürecek olan konformizme karşı, geleneği yeniden ve yeniden diriltmeye çalışmalıdır. Ancak geçmişe ilgi, devrimden kaçışçı ve gerici bir biçimde olmamalıdır.

« Geçmişi incelemek, yaşama bağlı kalarak ölümü incelemektir » diyor Lucien Febvre ve ekliyor ; « Geçmişin insanın omuzlarına tüm ağırlığıyla çökmesini engelleyen ve düzenleyen tarihtir. » İşte ülkemiz devrimi için yola çıkanlar da geçmişe böyle bakabilmeli ve Kızıldere sonrasında yaşanan gelişmeleri de göz önünde bulundurarak, belleklerimizin silinmemesi için üzerlerine düşen tarihsel arınma ve araştırma görevlerini de yerine getirmelidirler.

1 Mart 1971’de THKP-C’nin ilanını açıklayan Mahir Çayan şöyle diyor : « Bu örgüt, Türkiye’de karşı devrim cephesinin tüm baskı ve şiddet ve cebrini göğüsleyerek, kırsal alanlardan fabrikalara, üniversitelere kadar bütün kesimlerdeki devrimci mücadeleyi yönlendirme gayreti içinde olanların örgütüdür. »

Bu anlayışla yola çıkış bugünün devrimcilerinin de önünde tarihsel bir  görev olarak duruyor. 68 kuşağı görkemli bir direniş sergiledi. Onların devamcıları 78’liler olarak yeniden başlangıç yapanlar , anti-faşist mücadelede 3 bin yoldaşını kaybetmelerine karşın, işkencelere ve hapislere rağmen devrim için, eşit ve özgür bir dünya için savaşa devam dediler. Öldüler, zindanlara girdiler, işkencelerden geçtiler. Pratik mücadelenin yoğunluğu , Mahirlerin yarım bıraktığı ideolojik, politik donanımlı devrim kadrolarının yetişmesini bu dönemde de engelledi.

71 sonrasında yeniden örgütlenen devrimci hareket, 71’e göre nicel olarak Mahirlerin, Denizlerin örgütlerinden kat be kat güçlü örgütler yaratmalarına karşın, yine  istenilen düzeyde olmasada 12 Eylül faşizmine karşı girişilen ve 12 Mart sonrası eylemleri nicel ve nitel olarak kat be kat aşan onlarca kahramanca eylem bile, Mahirlerin Kızıldere eylemi kadar etkili olamadı ve iz bırakmadı. Gerek 12 Eylül öncesi, gerek 12 Eylül sonrası yapılan bunca eyleme, ödenen bunca bedele karşı Mahirlerin, Denizlerin, İboların, devrimci duruşlarıyla ve tek başlarına çıplak bedenleriyle yarattığı etkiyi aşan bir gelenek de yaratamadık.

Belki Kızıldere de devrimci hareket fiziki olarak bir yenilgiyi yaşamıştır. Ancak 12 Eylül karşısındaki tutumu ile devrimci hareket, esas olarak fiziki yenilginin yanında siyasal bir yenilgiyi de yaşadı. Mahirlerin, Denizlerin ve İboların çizgisinin savunucu olmakta yarışanlar, bireysel çıkışları aşan örgütlü bir devrimci direnişi örgütleyemedikleri gibi, mücadeleyi sürdürmekte kararlı kadroları saf dışına iterek devrimci hareketi tasfiye etmede tereddüt etmediler. Özellikle Türkiye solu diye anlandırılan kesim faşist cuntaya karşı ne dışarda ne de içerde örgütlü bir direnişi geliştiremedi. Bireysel kahramanlıklar olmasına karşın örgütlerin merkezi bir direnişinden bahsedilemez.

Ancak bütün bu olumsuzluklara karşın Kızıldere’de yaratılan devrimci gelenek bugün özellikle gençliğin mücadele pratiğinde yaşatılıyor. Rojava Devriminde yaşatılıyor, Ülkemizin birleşik devrimci hareketi olmaya aday HDP’de yaşatılıyor. Birbiri için ölmeyi göze alan siper yoldaşlığı anlayışı, örgütlenme sahasında da siper yoldaşlığına evrilerek, ayrı örgütlenmede olmanın birleşerek ortak düşmana karşı ortak bir cephede yer almaya engel olmadığının pratik uygulaması HDP’de hayat buluyor. Artık devrim için, değişim için, demokrasi için direnen ve bu uğurda ölenler, şimdi bu ülkeyi yönetmeye aday oluyorlar. Bu umudu büyütmek, ayrılıklarımızı değil, birlik noktalarımızı öne çıkarmak, ülkenin içinde bulunduğu kaostan halklar lehine bir çözüm yaratmamıza zemin sunabilir ancak.

Seçimlere iki ay kala yaşananlar, bir turnosol görevi görüyor. Devrimcilikte mangalda kül bırakmayanlar, sıra seçimlere gelince egemen sistemin sunduğu ikili seçeneğin dışına çıkamıyorlar ve gerçek devrimci seçenek HDP’yi oyları bölerek AKP ile işbirliği yapmakla suçluyorlar. Buna ancak yeter artık bu ne aymazlıktır diyerek cevap vermek gerekir. Bu durum her seçimde tekrarlanmadı mı? Her seçim de iktidardaki gericilerden kurtulmak için muhalefet gericiliğini desteklemek bize dayatılmadı mı? Biraz tarihsel belleği olanlar bunu bilirler.

Bir üçüncü seçeneğin yaratılması gerektiği inancına sahip olamayanların devrimciliği sadece laftan ibarettir. Hala devletin kurucu partisi olmakla övünen CHP’yi adres gösterenler Mahirlerin yoldaşları olamazlar. CHP bu sistemin stepnesidir. Kendisi  bile iktidar istememektedir. Kılıçdaroğlu hala oy arttırmanın peşindedir. CHP eğer gerçekten iktidar istiyor olsaydı, biraz soldan nasiplenen bir yapı olsaydı, Kürt sorununun çözümü için pratik adımlar atar ve HDP’yi ittifaka zorlardı. Bugün Kılıçdaroğlu tutumuyla, söylemiyle de kimlerle ittifak yaptığını hiç gizlemiyor. Kendisini bir türlü ırkçıların, muhafazakarların baskısından kurtaramayan, sürekli sağa açılarak büyüyebileceğini sanan bir CHP artık iktidar alternatifi değildir. Ya da iktidar bile olsa ülkemizin sorunların çözen değil, daha da içinden çıkılmaz hale getireceklerdir.

CHP, tıpkı AKP gibi sadece HDP’yi baraj altı bırakmanın politik hesaplarını yapıyor ve tüm seçim çalışmasını da HDP karşıtlığı üzerine kuruyor. Oysa bugün iktidar olan AKP’dir ve ülkeyi bir karanlığa doğru sürüklemektedir. AKP’nin tümden devleti ele geçirmesine engel olabilecek tek güç olarak HDP orta yerdedir. CHP’nin de  baraj aşmış bir HDP’ye ihtiyacı vardır. Çünkü AKP’yi tek başına iktidar olmaktan alı koyacak biricik seçenek barajı aşmış HDP seçeneğidir. HDP bugün seçim talepleriyle, politik duruşuyla bir üçüncü seçeneğin, halklar seçeneğinin güçlenebileceğini ve giderek iktidar alternatifi haline gelebileceğini göstermektedir.

Mahirlerin, Denizlerin, İboların gerçek ardılları bugün bize dayatılan bu AKP-CHP ikili seçeneğini elinin tersiyle itmesini bilenlerdir. Bir üçüncü seçenek mümkündür ve bu seçenek Türkiye’nin tüm devrimci-demokratik güçleri ile Kürt özgürlük hareketi bileşenlerini bir araya getirme potansiyelini içinde taşıyan HDP’dir. Kızıldere katliamının yıl dönümünde en iyi anma, egemenlere karşı halkların devrimci-demokratik seçeneğini gerçekleşebilir hale getirmektir. Bunun için oyumuz HDP’ye olmalıdır. Barajı aşacak bir HDP egemenlerin korkulu rüyası, halkların umudu olacaktır.