Şuanda 388 konuk çevrimiçi
BugünBugün1137
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8861
Bu ayBu ay8861
ToplamToplam10477285
Küresel kapitalizm koşullarında faşizm üzerine bir deneme / 3 PDF Yazdır e-Posta


Başlıktaki yazının ikinci bölümünün alt başlığını “Siyasal İslam’dan İŞİD’e olarak belirlememizin amacı bazı sol çevrelerin siyasal İslam ile faşizm olgusunu yan yana getirmenin, düşünmenin Marksizm ile bağlantısı konusunda Nuh deyip peygamber dememeleri sonucudur. Kısaca bu çevreler faşizmi tekelci kapitalizm bağlamında ele alırlarken Siyasal İslam’ın tekelci sermaye ötesi küresel sermayenin bir türevi, Müslüman coğrafyalarda bir iktidar seçeneği olduğu gerçeğini görememekte, kavrayamamaktadırlar. Hatta bu çevrelere göre Siyasal İslam kapitalizmin karşısına bir alternatif olarak çıkmıştır, kapitalizmin ezdiği “ zavallı Müslümanlar” ayağa kalkıp kendi iktidar seçeneklerini oluşturmuşlardır, deneyip görmek gerekir!  Ne diyelim, deneyebilirler elbette ama umarız denemelerinin sonucunu görmeye fırsatları olur. Sanki kapitalizm sömürüsünü özel mülkiyet temelli sömürü mekanizması üzerine değil de “dinsel inançlar üzerine” kurmuştur. Öyle ya Kapitalizm “Batılı Hıristiyanların” egemenliğinde ya, sömürmek için kıyamadıkları Hıristiyanların hıncını Müslümanlardan çıkarıyorlar. Tabi, hal böyle olunca Batıdaki kanlı sınıf mücadeleleri de birer şehir efsanelerinden ibaret kalıyor. Fransız işçi sınıfının Paris Komünüyle işçi iktidarının ilk çekirdek denemesi olduğunu da “kökü dışarıda” bir yıkıcılık saymak gerekecek.

Siyasal islamın ideolojik, felsefi ve kültürel kökenleri zerinde kitle dergisinin çeşitli sayılarında yayımlanan birçok makale üzerinde yeterince duruldu. Kapitalizmin islamla flörtü, yakınlaşması yeni olmamakla birlikte 20. Yüzyıl sonlarında Asyada, Afrikada  sosyalist bloku abluka altına almasıyla başlar.  Özellikle Afganistanda iktidar olan Sovyetler yanlısı ilerici Babrak Karmal ve Necibullah rejimlerine karşı bir çevirme harekatı olarak  Kapitalist sistemin “Yeşil Kuşak” harekatında bu güçleri kullanmasıyla siyasal islama giden yol da açılmış oldu. Radikal İslamcı Taliban harekatı, el Kaide gibi örgütler bizzat örgütlendi, danışmanlık hizmetleri verilip askeri eğitimden geçirildiler. Afgan iç savaşında kapitalizm adına savaştırıldılar ve nihayetinde yeşil kuşak projesi amacına ulaştı, Babrak Karmal ve Necibullah rejimleri yıkılarak yerine İslamcı yönetimler kuruldu. EL Kaide Talibanın ardılıdır. Bugün Afrikada faaliyet yürüten Boko Haram, Suriyede El Nusra cephesi, daha geniş alanda faaliyet sürdüren İŞİD in ilham kaynağı Taliban hareketedir ve aynı ölçüde bu örgütler sistem tarafından desteklenmiştir. Tabi hemen bu gün kapitalist sistemin bu örgütleri karşısına neden aldığı sorusu akla gelmektedir. Nedeni oldukça açıktır: Kurgu bilim filmlerinde olduğu gibi kapitalizmin laboratuarlarında yaratılan frankeştaynlar yaratıcılarının iradesi dışına çıkmış, boynuz kulağı geçmiştir. Manipüle edildiği gibi bu örgütleri karşısına almasının gerekçesi bu örgütlerin “şeriat rejimleri” kurma peşinde oldukları değildir. Öyle olsaydı bu gün sistemin jandarması ABD’nin en gözde müttefiki olan en katı şeriat rejimleriyle yönetilen S.Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere de “birazcık demokrasi” götürür, bu ülkelerde de darbelere girişirdi.

Kapitalizm bir taraftan az buçuk kapitalizm karşıtı ilerici rejimlerin devrilip bu ülkeleri sistemin sömür alanına sokmak için silahlandırıp eğittiği radikal dinci örgütleri kullanırken diğer taraftan Ulusalcı Arap Baas rejimleri içinde gelişip kök salması için Müslüman kardeşler örgütüyle ilgilenmektedir. Arap Baas rejimleri kapitalizmin yer küre ölçeğinde gelişmesine bir engeldir ve iktidar alternatifi yaratılmalıdır. Müslüman Kardeşler örgütünün Müslüman nüfus içinde yayılmasının güçlü psikolojik üstünlüğü ve dinsel avantajları vardır. Bu nedenle de el altında hazır bulundurulmalıdır. Zira sistemin gelecekteki iktidar alternatifidir.

20. yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla Siyasal İslam’ın iktidara hazırlanmasının da ideolojik hazırlıklarına girişilmiştir. Tarihin sonunun geldiği ilan edilmiş ve bundan böyle etnik ve dinsel var oluşun çekişme alanını oluşturacağı ilan edilmiştir. Sizin bunu şöyle okumanız gerekecek: Sınıf mücadeleleri bitmiştir, bundan böyle yeryüzünde çekişmelerin ana eksenini inançlar ve etnik kökenler arasındaki çatışmalar oluşturacaktır. Bu tezin ilk denemesi Yugoslavya’da sahneye konmuş, Sırp/Hırvat/Boşnak, Müslüman/Hıristiyan bağlamında her iki öğe birlikte iç içe kullanılmıştır. Bugün Ortadoğu’da olup bitenler de dinsel/inançsal çatışmaların /çatıştırmaların tezahürüdür.

Asıl üzerinde durmak istediğimiz konunun açıklığa kavuşturulması için, daha önceki yazılarımızda yeteri kadar üzerinde durduğumuz yukarıdaki açıklamalardan sonra siyasal islamın neden faşizme açık olduğunun irdelenmesi gerekir. Konunun daha iyi anlaşılması için irdelemenin kategorik olarak yapılması yerinde olacaktır.

Birincisi dış faktörler. Bu olgu tamamen küresel kapitalizmin gelişimi ve bu günkü ABD ve Avrupa’yla ilgilidir. Kestirmeden söyleyelim, kapitalizm bir türlü düzlüğe çıkamıyor. Battığı bataklıkta umutsuzca patinaj yapıyor. Geçmiş dönemlerinde olduğu gibi girdiği bunalımın içinden yeni teknolojiler, mal ve hizmet alanlarının genişletilmesi, para politikalarıyla çıkamıyor. Varlığını sürdürmek için kaçınılmazı olan büyümenin asgari limitine bile erişemiyor. Zaman zaman girdiği, 20. Yüzyılın son çeyreğinde süreklilik kazanan ancak, bunalım/kriz ikileminde bunalımların süreklilik kazanmasına karşın krizlerden bir şekilde çıktığı dönemler geride kaldı. 21. Yüzyıla girerken bunalım/kriz ikileminde ağır basan yan krizleridir ve her yeni hamle krizleri derinleştirmekten başka işe yaramıyor. Krizlerin sürekliliğinin toplumsal yaşamda göstergesi sömürünün ve yoksullaşmanın artmasıdır. Asgari büyümeyi gerçekleştiremediği için de yeni istihdam alanları yaratamıyor ve işsizlik çığ gibi büyüyor. Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda işsizlik sorunu olmayan merkez kapitalist ülkelerde çalışan nüfusun yüzde sekiz-on gibi ciddi bir kesimi işsizdir. İşçi sınıfının ekonomik örgütü sendikalar etkisizleştirilmiş, politik/siyasi örgütleri ideolojik olarak çökertilmiştir. Sistemin açmazında çözüm üretmesi gereken işçi sınıfı çözücü bir güç olma iradesinden uzaktır. Toplumsal açmazın nedenlerini açıklayacak, toplumu örgütleyecek güç ve yetenekten yoksundur. Toplumun geniş kesimleri krizlerin ideolojik politik nedenlerini kavrayamamakta, egemen sınıfların dümen suyunda seyretmekte ve işsizlik ve yoksulluğun gerçek nedenleri gizlenmekte,  toplumun önüne farazi sebepler konulmakta, ideolojik olarak bilinçsiz topluma yutturulmaktadır. Ülkedeki yabancı işçiler işsizliğin sebebi olarak gösterilmekte, ırkçılık körüklenmektedir. Sınıf bilincinden yoksun ırkçı faşist kitle partileri çığ gibi büyümektedir. Merkez Avrupa ülkelerinde ırkçı faşist partilerin toplum içinde yayılması geometrik olarak büyümektedir. Almanya’da bir çok Neo-Nazi grupların yanı sıra Müslüman yabancıları hedef alan Pediga, Yunanistan’da altın Şafak Partisi, Fransa’da Ulusal Cephe, Danimarka’da Halk Partisi, Avusturya’da Özgürlük Partisi, İsveç’te İsveç Demokratlar Partisi, Belçika’da Vlaams Blang, İngiltere’de UKIP, Macaristan’da Jobbik gibi faşist partiler, hızlı bir yükseliş gösteriyor. Bugün Avrupa’nın on yedi ülkesinde faşist partiler barajı aşarak parlamentoda temsil edilmektedirler. Faşizmi yaşamış Avrupa’nın faşizme ilgisi kapitalizmin geldiği noktanın da göstergesidir. Faşizm, kapitalizmin kriz dönemlerinin iktidar biçimidir. Avrupa faşist hareketinin bu gelişim çizgisi son yirmi yılın ürünüdür. Yani küresel kapitalizmin tarihin bu kadarcık kısa bir zaman diliminde çürümüşlüğünün tescilidir. Faşist partilerin bu büyüme hızından küresel kapitalizmin habersiz olduğunu düşünmek saflıktır. Faşizm sermayenin yedeğinde tuttuğu, sınıfsal ve kitlesel hareketlerle sıkıştırılmasına karşı harekete geçirdiği tampon güçtür. Küresel kapitalizmin krizinden doğan faşizmin Avrupa’daki görünümü budur.

İkincisi iç faktör: Şayet, klasik kapitalizm dönemi gibi kapitalizmin tek tek ulusal sınırlarla çevrili ülkelerde varlığını sürdüren bir sistem değil de, yer küreyi egemenliği altına alan ve bir sistem olarak tanımlıyorsanız iktidar seçeneklerini de yer kürenin farklı bölgelerinin özelliklerine uygun düşen tarzda düzenleyecektir. Bu düzenleme, düzenlemenin yapılacağı ülkenin tarihi, kültürü, coğrafi özellikleri gözetilerek bunlara uygun düzenlemeler yapılacaktır. Bunun açık anlamı yer kürenin hiçbir bölgesinde, en ücra köşesinde bile küresel kapitalizmden bağımsız, yerküreyi kapitalizmin açık pazarı haline getirmeyen iktidarlar oluşturulamayacağıdır. İslam ülkeleri yer kürenin bir parçasıdır ve bu ülkelerdeki iktidarların oluşumunu da küresel kapitalizmin dışındaki seçenekler olarak düşünmek yaşanılan dönemin dışında farklı bir zaman diliminde yaşayanlara mahsus olacaktır. Bu nedenle Başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere iktidar seçeneğini küresel kapitalizm belirler. Ancak, Siyasal islamın kitleler nezdindeki görünümü dinsel referanslarla iktidar olunduğudur ve yönetimin dinsel referansları esas alacağıdır. Bu psikolojinin –esasa zarar vermeden, yani küresel kapitalizmin önüne koyduğu görevleri savsaklamadan gerçekleştirmesi şartıyla- iktidar sahiplerince de kabul gördüğü siyasal İslam iktidarlarının ortak özelliğidir. Siyasal islamın ilk iktidar denemesi Mısırda Mursi yönetiminin seçilir seçilmez adeta mutlaklığını ilan etmesi unutulmamalıdır. Yani bir şekilde, burjuva geleneksel yöntem ve yollarını kullanarak iktidara geldiği halde ilk işi iktidarda kalmasının sürekliliğini sağlamanın yollarını aramak olmuştur. Seçimlerle gelmiştir ama seçimlerle gitmemenin koşullarını yaratmaya girişmiştir. İslamcı psikolojide iktidara gelmek için seçimler birer araçtır, amaca ulaşılınca kaldırılıp atılır. Esas olan iktidarın sürekli dinsel kimliğinin korunmasıdır ve bunun koşullarının yaratılmasıdır. Ancak, siyasal İslam’ın iktidar yapılmasında uluslar arası burjuvazinin ön göremediği bir durum vardı. Siyasal İslamcıların iktidarlarını mutlaklaştırmaları pek umurlarında değildi, iktidar yapılmalarına ters düşmemek, kendilerine kapitalizm adına verilen görevleri yerine getirmek koşuluyla iktidarlarını sonsuz kılmaları sorun yaratmazdı. Ancak, siyasal İslam’ın iktidar olmasıyla beklenmedik bir sorun çıktı. Onlar kapitalizm adına istikrar istiyorlardı, gürültüsüz patırtısız bir sömürü istiyorlardı. Oysa Siyasal İslam’ın çok geçmeden bir zamanlar kendi laboratuarlarında yarattıkları ve kontrollerinden çıkan radikal İslam’ın arka bahçesi olduğu, bu çevrelerin potansiyel beslenme alanı oldukları görüldü. İktidara bir daha gitmemek üzere yerleşmenin koşullarını yaratmaya çalışan Mursi, başka zamanlarda Batı kapitalizminin pek kınadığı askeri darbeyle iktidardan gönderildi. Dikkat edilirse AKP nin iktidar seçeneği olarak düşünüldüğü 2000 li yıllarda batı kapitalizmi bütün araç ve gereçleriyle kitle psikolojisine AKP’nin iktidar olmasının algısını yerleştirmeye çalışıyor, Ortadoğu’yu kapitalizm adına düzenlemenin eş başkanlığını da AKP genel başkanına veriyordu. Mursi olayına kadar yere göğe konulmayan RTE, Mursi olayıyla birlikte eğik düzlemde kaymaya bırakılmış, “tu kaka” ilan edilmiştir. AKP iktidarı 12 yıllık icraatında ve halen İslamcı ideolojisinin gereği iktidarını mutlaklaştırmak için uğraşırken AKP’yi iktidara getirenler elbette bundan habersiz değildi. Mursi olayı bir laboratuardı ve bu laboratuardan üretilen ürünün ne olacağı da görülmüştü. AKP iktidarının radikal İslamcılara olan aşkı ve desteği görülmekle eğik düzleme bindirildi. Geleceğimiz nokta şudur: Faşizmin karakteristik özelliği, her ülkenin kendine özgü hassasiyetlerini yoğurarak demagojik yöntemlerle kitle tabanı oluşturmasıdır. “Dindar ve kindar gençlik” söyleminin geniş yığınlarda kabul görmesinin nedeni İslami inancın güçlü ve yaygın olmasıdır.  İslamcı iktidarların iç faktörü olarak tanımladığımız bu olgu yaklaşan seçimlerde nasıl kullanılır ve seçim sonuçlarını nasıl etkiler. Yeniden tek başına iktidar olamama karşısında nasıl bir tepki verilir, seçimle gelmenin seçimle gitme sonuçlarına katlanılır mı? Düşünmesi bile ürkütücü ancak, yaratılan bu algıyla “İslam” etrafında militanlaştırılan kesiminin, olası bir açık faşizme yönelişte hiç kuşkusuz faşizmin kitle tabanı olmaya dünden hazır olması sürpriz sayılmaz. Bu nedenle sınıfsal içerikten yoksun, onu dışlayan etnik ve dinsel algı küresel kapitalizmin yönelişi olan neo faşizmin vurucu gücünü oluşturabilir ve İslamcı tabanın faşizme taban oluşturmayacağı savı da yaşananların yadsınmasıdır.