Şuanda 303 konuk çevrimiçi
BugünBugün1100
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8824
Bu ayBu ay8824
ToplamToplam10477248
Zorunlu bir açıklama PDF Yazdır e-Posta


Sitemiz yazarlarından Cabir Hasan’ın açıklamasını bir giriş yazısı ekleyerek yayınlıyoruz.

2008-13 yılları arasında süren ve kamuoyuna açık olarak yapılan tarihimizle yüzleşme ve içimizdeki ajanı ortaya çıkarma süreci büyük başarıyla sona erdi. Bunu tekrarlamayacağım. Yapılabilecek olanın maksimumunu yaptık. Malum şahıs devrimci hareketten dışlandı, eski Acilcilerin büyük bölümü ilişkisini kesti ve yıllardan beri var olmayan örgütün adını da Muhabarat örgütlenmesi için kullanamaz duruma geldi. Başka bir deyişle amaçlarımızın hepsine ulaştık.

Eksik kalan ve bizim tamamlamamız mümkün olmayan bir nokta kaldı?

Bu tip nereden çıktı?

Antakya’dan çıktı ama nasıl oldu da bu kadar geç fark edildi?

Bu tipin ortaya çıkmasının genel şartları bizim büyük gücümüz ve güçsüzlüğümüzde yatıyor. Yaygın bir harekettik. İstanbul, Ankara, Balıkesir, İzmir, Kayseri, Niğde, Antakya, Adana, Mersin, Malatya, Maraş ve birkaç yer daha eklenebilir. Bazı yerleşim birimlerinde azdık, bazılarında ise epeyce fazla… Denilebilir ki, o dönem en geniş ilişkiye sahip silahlı mücadele hareketiydik. Bu büyük avantajdı ama aynı zamanda ciddi bir handikaptı da… Ağır kadro kayıplarıyla birlikte örgütte denetim sağlayamaz olduk.

Beylerderesi’nin olduğu Ocak 1976 sonuyla Ömür’ün öldüğü Mart 1977 sonu arasında ya da sadece 14 ayda şunlar oldu:

İlker ve Hasan Basri hayatlarını kaybettiler, örgütsel bir ayrılık yaşadık (Devrimci Savaş ayrılığı ve bir kısım kadro ayrıldı), Yüksel hayatını kaybetti, Rıza yakalandı, Ömür hayatını kaybetti ve ardından ipin ucu kaçtı.

Kendiliğinden gerçekleşen ve çözüm olabilecek tek yol bölgelerin özeklik kazanması ve bölge sorumlularına önemli yetki verilmesiydi. Antakya’da öne çıkan ve Genel Komite’ye giren kişi de ajan çıktı.

Antakya küçük yer, herkes birbirini bilir. Bu kişi nasıl bilinemedi, Antakyalıların geçmişlerini gözden geçirip, geçmişle hesaplaşıp cevap bulmaları gerekir.

Temmuz 1977’de silah ve dinamit almak için Antakya’ya geldim. Kısa süre önce bir dinamit deposu soyulmuş. Bilmiyordum, bilmem de gerekmezdi. Bu tip patlayıcıları bana parayla sattı ya da örgüt içinde ticaret yaptı. Parayı da ablasının düğün masrafı olarak harcamış. Bunu o dönem bilenler olduğunu yıllar sonra öğrenebildik. Oradakiler söylemezse ben nereden bileceğim?

Bu suskunluk ikili azınlık olma durumuna bağlanabilir: ulusal azınlık (Arap), dini azınlık (Nusayri). Kendi içine kapalı bir topluluk, biliyor ama dışarıya iletmiyor.

Bunun nelere mal olduğunu anlatmaya gerek yok.

Bu özellik kırıldı ama ortadan kalktı denilemez. Ne çare ki çok kötü amaçlar için fazlasıyla kullanıldı.

Biz yapacağımızı yaptık ve umarım sizler de yaparsınız. Bu tip büyük zarar verdi ve bu tip oradan gelmedir.

Tehditlere filan boş verip işinize bakın derim.

Bunun hayatı palavradır.

Siz işinizi yapın…

E.E.

 

 

Zorunlu bir açıklama

Siyasi mücadele içinde başta işçi sınıfın ve emekçi halkımızın özgürlüğü ve kurtuluşu uğruna hiçbir fedakârlıktan çekinmeden savaşta, sokaklarda özgürlük ateşinin yanında her daim yer aldım, alıyorum da. Siyasi mücadele süreci içinde kuşkusuz herkesle aynı fikirde olmak zorunda olmadığım gibi farklı düşünceye sahip yapı ve kişilere saygı göstererek sosyalist ahlak ve düşünceme en uygununu yapmaya çalıştım.   

Türkiye devrimci hareketinin geçtiği aşamalar kuşkusuz ortada. Kimileri bu mücadele süreci içinde teslim olup rahat yaşam tarzlarını sürdürmek adına örgütlerini bile tasfiye edecek kadar sınıf değiştirerek kapitalistleşme yolu olan tüccarlara dönmüşlerdir. Karşı devrimci saflarda yer alıp ‘komünist rolü’ ile soytarılıklarını sürdürerek, rant peşinde olanlar kendilerini kanıtlamışlardır. Devrim yolu sarptır, engebelidir, dikenlidir. İşte bu nedenle bu yolda düşenler, ihanet edenler de olacaktır; bunun farkında olarak biz davamıza inanıp, devrime olan tutarlılığımızdan asla taviz vermedik, vermeyiz.

12 Eylül faşizminden herkes nasibini aldı. Cunta sadece devrimci harekete darbe vurmadı, ihanetleri ve devrim kaçkınlarını da ortaya çıkardı. Bu faşist darbe ile sürgün hayatı yaşayan kişi ve yapılar, koşullarını zorlayarak yurtdışından mücadelelerini sürdürerek, Türkiye devrimci hareketinde yer aldılar. işte bu süre içinde kimi yapılar kendini fesh ederken, kimileri de kendi kirli -önceden hesaplı- çıkarları için örgütünü tasfiye ederek yaşamını sürdürme peşine düştü. İşte bunlardan bir tanesi de MİHRAC URAL’dır.

1982 tarihinde bizler kimi hareketlerinden ve çalışmalarından şüphelenerek, aynı zamanda Suriye konusundaki bakış acımızdaki farklılıklardan dolayı ayrı düştük. Bu şahıs  örgüt ismini Suriye muhaberatına THKC-Liva İskenderun olarak tanıtarak örgütü kirli emellerine alet etmiştir. Ardından THKP–C Acilcilerin önde gelen isimlerinden Müntecep Kesici yoldaşla Örgüt genel sekreteri olan bu Mihraç Ural arasında görüş ayrılığı başlar. MK Üyesi Müntecep Kesici mevcut örgüt yönetimini pasif hareket etmekle örgüt mensuplarının Lübnan savaşı dahil hiçbir silahlı eylem ve hususlarını belirterek genel sekreter Mihraç Ural’a karşı çıkmıştır. Acil olarak silahlı mücadeleye geçilmesini ve silahlı eylemlere başlanılmasından yana olan ve örgüt içerisinde de güçlü bir taraftar kitlesine sahip olan Müntecep Kesici daha sonra THKP-C Acilciler örgütlenme komitesi adı altında yeniden örgütlenme çalışmasına başlaması üzerine Mihraç Ural taraftarlarınca vurularak öldürülmüştür.

Zira örgütü ele geçireceğimizin korkusuyla kalleşçe katlettiği yoldaşım Müntecep Kesici’den kurtulması  onu rahatlatmıştır. Eğer ki, Müntecep yoldaş öldürülmeseydi, oda çok iyi biliyor ki bu gün oturduğu milyonlarca paranın üzerine oturamayacaktı. Örgütün mallarına el koyamayacak, üzerinden ticaret de yapamayacaktı. Her şeye rağmen biz mücadelemizi şu ve bu şekilde sürdürmeye devam ediyoruz.

Çok fazla detayına girmeden şöyle bir kaç soru ile ifade edebiliriz sanırım: Öğlen 12’ den önce uyanamayan adamla devrim yapılır mı? İki lafından birisi yalan olan adama güvenilip devrime kuşanılır mı? Sarhoşluğunda çenesini tutamayan ve nerede sarhoş olacağı bilinmeyen adamla devrim yapılır mı? paraya karşı zaafı olan adamla devrim yapılır mı? İktidar hırsı patolojik seviyede olan adamla devrim yapılır mı? Askeri disipline bile işaret etmiyorum. bunlar cevaplanması gereken sorular. Devrimci örgütlenme kaçınılmaz olarak belli bir ahlak yasasını dayatmaz mı? İşte bunlar varken aynı yapıda olmak mümkün olmadığı gibi yolarımız 1982’ de ayrılmıştır. Bu kadar uzun zaman diliminde sesi, soluğu çıkmayan birisi üstelik devrimci hareketler tarafından da dıştalanmış, teşhir olmuş, bir sokak soytarısının ise bugün sahte alevicilik adı altında Hatay halkının içine sızmaya çalışması ne kadar kirli ve sahte olduğunu açıklar, değil mi? Özelikle, Hatay halkını Kürt halkına karşı sinsice düşman etmeye çalışan Beyaz Arap zihniyeti olan bu soytarının bu gün hala kendi gibi beyaz ARAP zihniyetini taşımayanlara adeta nefret kusan tehditlerini savuran bu Baasçı Arap ulusalcısı olan, Kürt halkını TC’ ye karşı destekliyor gibi gözükse de aslında satır aralarında düşmanlığını kanıtlayan bu ırkçı Arap milliyetçisi; iş Suriye Kürdistan’ı olayı olunca adeta DOĞU PERİNÇEKLEŞEN bu zatın bize karşı düşmanlığını da kanıtlamış oluyor.

Evet her ülkenin bir Doğu Perincek’i vardır ; bu siyasi mücadelenin içindeki kaçınılmazlardandır. Kendisi gibi beyaz Arap düşünceye sahip olmayana düşman kesilen Suriye’nin DOĞU PERİNÇEKİ MİHRAC URAL anlaşılan ondan kimse bahsetmediği için ve isminin insanların ağzında dolaşması için bu gün beyaz Arap zihniyeti ile sosyalistlere karşı düşmanlığını bir kez daha ifade ederek, insanların tertemiz duygularını kullanarak tahrik etmeye çalışarak yaşıyor. türkiye’de bulunan Faşist odaklardan farkı bile olmayan bu ve buna benzer kişiler kendi çıkarları için halkı birbirine düşürmekten bile çekinmezler, ancak soytarılıkları ile kalırlar.

Bu şahısa sadece şunu sorsak yeter; 30 yıl sesin çıkmıyordu bugün mü devrimci mücadele aklına geldi? bırak artık HATAY HALKININ yakasını, senden gördüğü zararı hiç kimseden görmedi. Soytarı aklı sıra Hatay’a sahip çıkıyor. Hatay’ın ilhakı sırasında ilk imzayı atanlar da SOYTARI Mihraç PERİNÇEK senin aile yakınların, sülalen değil mi? Bunu neden açıklamıyorsun? Aklı sıra güney halkının bu zayıf ve temiz duygularını kullanarak halkın arasına sızmaya çalışacağını sanıyorsun, utanmadan savaştığını söylüyorsun. PERİNÇEK MİHRAÇ sen nasıl savaşıyorsun anlatsana? fecbookta sabahtan akşamlara kadar cetleşen birisi nasıl savaştığını söyler. Suriye askerlerinin savaştığı videolarını montajlayarak savaştığını göstermekle halkı aptal yerine koyduğunu mu sanıyorsun soytarı-muharabatçı?

Kobani, Rojova başarısı seni çok korkutmuş olacak ki senin gibi beyaz Arap olmayanlara düşman kesiliyorsun. özellikle senin yalanlarını kanıtlayanlara düşman kesiliyorsun. Daha öncede Erdem E baraka saldırdın. Arkasından senin yalanlarını ortaya serdiği için Sommer Sultanı tehdit ettin . 29 Mart  Mihrac Ural facebookta yazıyor; “ Ulan aptal Somar sen kimsin ki bunlara yazasın savaşın içinde şehitlerimiz ve yaralılarımızla Kesabı Suriye tel tepesini ele geçirerek fetheden Mukaveme Suriyiye dil uzatanın dilini keseceğimiz bil. Ulan hayvvan Somar”

Bir de HATAY SOKAK isimli bir sayfada benim yazılarımın yayınlanmasına çok kızmışsın, hemen bu sayfayı MİT ilan etmişsin, senden başka kimsenin Suriye halkına sahip çıkamayacağını söylüyorsun. Artık akıl sağlığını kaybetmiş görünüyorsun, beni de tehdit ediyorsun, nasıl olsa yargılanamayacağını bilerek bol keseden tehditlerine devam ediyorsun. İnsanları ajan ilan ediyor ve hesap soracağını da söylemekten geri kalmıyorsun. Esat’ın arkasına sığınarak atıp tutuyorsun. Ama şunu bil ki, sen Suriye devleti için bir piyondan öte bir şey değilsin ve savaşta önce piyonlar harcanır.

Şimdi bunlara ne diyeceksin? Ben sana söylüyorum hey behlul utan artık herkes herkesi tanıyor. Şimdi de beni tehdit edecek kadar alçalmışsın. Bu kadar savaşın içinde insanları bile tehdit edecek kadar nasıl zaman buluyor yazı yazıyorsun. Daha öncede seni İrfan yoldaş uyardı utan artık.

Sözlerime  şu belirleme ile son veriyorum: “dünya işçi sınıfının ve ezilen halkların toplumsal mücadelesinde yol gösterici bir değere sahip olan kültürel ve ahlaki değerleri içselleştirmek, mücadeleyi bugün yürüten kuşakların da sorumlulukları arasındadır. emperyalist-kapitalist sistem, insanlığın tümünü kendisinin belirlediği bir kültürel çerçeve içerisine hapsetmek çabasını, bugün her zamankinden daha çok vermektedir. Birkaç on yıldır, politik alanda alternatifsiz olduğunu sabah akşam yineleyen burjuvazi, kültürel cephede de buna uygun davranmaktadır. Halk kitlelerinin tam adil ve eşit bir toplum için mücadele verme konusundaki inançlarını söndürmek için, kendi bakış açısı ve yaşam biçimi dışında bir şeyin mümkün olamayacağını söylemektedir. elindeki tüm imkanlarını kullanarak, halkları ve ezilen ulusları kendi batağının yozluğunda boğmak istemektedir. Halk kitleleri, ezilen uluslar ve devrimciler, burjuva sınıfına karşı hayatın her alanında dimdik ayakta durmak zorundadır.”