Şuanda 302 konuk çevrimiçi
BugünBugün538
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8262
Bu ayBu ay8262
ToplamToplam10476686
DAİŞ, Türkiye ve Rojava devrimi PDF Yazdır e-Posta


DAİŞ Ortadoğu’ya yapılan emperyalist müdahalelerin tepkisiyle büyüdü bugüne kadar; Irak’ta Saddamcı askerler tarafından palazlandırıldı. Suriye’de  de Esat karşıtlığı sebebiyle batılılarca başlangıçta desteklendi. Batılı güçlerin desteklediği muhalif güçlerin eline geçen toprak parçaları sonunda hep DAİŞ’e teslim edildi. DAİŞ, Irak ve Suriye’de Birleşik Krallık toprakları büyüklüğünde bir alanı kontrol ediyor şimdi.

Ama artık bu büyümenin sonuna gelindi. Çünkü DAİŞ; hayatı günümüz insanlık değerleri ve ihtiyaçlarına göre üretebilecek bir yetenek ortaya koyamadı. Mevcut ideolojisiyle de zaten olanaklı değil. Selefi-Vahabi ideolojisinin,  mevcut sistemlere karşı olduğunu söylemesine karşın, bölgedeki sistemleri değiştirecek ya da  düzeltecek potansiyelden yoksun olduğu, sadece yıkıcı bir enerji üretebildiği görüldü.  Bugün DAİŞ’ten bahsederken; ölümüne İslamcı olan, durduğu yeri İslamcı referanslarla sağlam bir şekilde gerekçelendiren, ama ne kurucu  ne de  kucaklayıcı bir enerji geliştiremeyen, kurumlaştıramayan, insanlığa sadece korku salarak hükmetmeye çalışan devasa bir topluluktan söz ediyoruz.

Dolayısıyla gerçek İslamcılardan beklenen, dışlarındaki İslamcıların işbirlikçiliği, ajanlığı veya paralelliklerini dile getirmek değil, Müslüman halkların haklarını güvenceye alan ve güven içinde yaşayacakları bir ortama nasıl kavuşturulabileceğine ilişkin inandırıcı önermeler geliştirmeleridir. Bu da selefi yıkıcı, yok edici İslamcılığa karşı, halkların temel hak ve özgürlüklerini esas alan, günümüz toplum ihtiyaçlarına göre reforme edilmiş bir İslamcı çizginin geliştirilmesi ile olanaklıdır. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır. İslam’da reform olmadan, İslam kendini günün somut koşullarına uyarlamadan, emevi anlayışı ile hareket ettiği müddetçe, daha çok DAİŞ’lerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. 

Bugün insanlığa baş belası olmuş, vahşeti örgütlenmek için bir propaganda aracına dönüştürmüş bir yapı ile karşı karşıyayız. Bu vahşet ideolojisi ne yazık ki, sadece bölgemizle sınırlı değil, vahşet örgütü küresel çapta bir örgütlenmeye dönüşmüş durumda ve yaptıklarını da İslam adına yaptığına militanlarını inandırmış bulunmaktadır. Kendisi dışındaki hiç kimseyi de müslüman saymamaktadır. Tüm islam alemini de sözde hilafetine biat etmeye çağırmaktadır. Hilafete biat etmeyen herkes ise onlar için ortadan kaldırılması gereken bir hedeftir.

DAİŞ çeteciliği kendisi gibi olmayan herşeye karşı çıkıyor, yok ediyor.

DAİŞ bugünkü çizgisiyle sünni İslam’ın belli mezhebini, hatta mezhep de değil, Vahabi-Selefi yorumunu esas alıyor, yani islamın bütün mezheplerini esas almıyor. sadece kendi islam yorumunu esas alıyor. Kendi dışındaki hiçbir Sünni mezhebi, diğer İslami grupları, tarikatları esas almıyor. Sadece Hıristiyanlara, Ezidilere, Süryanilere, Ermenilere ve Alevilere karşı değil,  Rojava örneğinde görüldüğü gibi, Sünnilerin de değişik mezheplerine, yine islamın Şii yorumuna karşı, kısacası bölge halklarının tüm değerlerine karşı, yani kendinden olmayan her şeye karşı olarak tehlikeli bir anlayışı, gerici, despot, katliamcı bir cellatlığı temsil ediyor.

Bu açıdan baktığımızda DAİŞ  tarihte değişik dönemlerde ortaya çıkmış despotik yönetimlerin hiç birine benzemiyor.  Evet tarihte ortaya çıkan tüm despotik ve faşist hareketler de katliamlar yaptı, bazı halkları sömürgeleştirdi, egemenliği altına aldı. Ama bugün bölgemizde ortaya çıkan DAİŞ katliamcılığı kendisi dışında herkesi, tüm kültürel değerleri, insanlık değerlerini toptan yok ediyor, talan ediyor, kadınları ve çocukları bir savaş ganimeti yaparak eşya gibi satıyor. Halk topluluklarının yarattığı tüm kültürel değerlerini imha ediyor.  Bundan dolayı bu islamo-faşist çetelere karşı mücadele etmek insan olmanın ön şartıdır. Bugün ben insanım diyen, insanlık değerlerini savunuyorum diyen herkesin bu barbarlığa karşı çıkması ve dur demesi gerekiyor.

'Ateistlerin Alevilerin ölmesi lazım'

Bu barbarlar Türkiye’de bakın nasıl örgütleniyor,  Antep’in yoksul mahallesi Güllüce’de Urfalı bir genç anlatıyor. Kafasındaki “güzel dünyayı” tarif ediyor: “Güzel bir dünya için ateistlerin, Alevilerin ölmesi lazım.” Elmalılı Hamdi Yazır'ın Kuran mealini alıyor eline, buluyor sayfayı. “Bak”, eliyle gösteriyor, “Kafirleri öldürün yazıyor.” Ateistlerin zaten hiç şansı yok, ama Kamil Alevilerin de kafir olduğunu düşünüyor.

Bugünkü düzenden rahatsız. “Bu düzeni ancak biz yıkabiliriz” diyor. “Bak, mahallenin esrarkeş, kötü alışkanlık sahibi gençlerine, hepsi şimdi abdestli müslümanlar. Yeni bir dünya, bizim temizlik yapmamızla başlayacak. Kötü alışkanlıkları olanları kazanmaya çalışıyoruz.”

İşte Rojava’da bu barbarlığa dur diyen Kürt Özgürlük Hareketi; insani değerlere sahip bir özgürlük hareketidir. Yine bütün halkları, kültürleri, mezhepleri eşit gören, hepsine saygı duyan, onların varlığını kabul eden, onların iradelerini tanıyan bir hareket olduğu için; bu değerlerle çelişen, aksine bu değerleri yok etmek isteyen her türlü anlayışa karşı mücadele etmeyi kendi varlık sebebi olarak sayıyor. Bundan dolayı başta Kobane olmak üzere Suriye ve Irak’ta Kürt Özgürlük Hareketi öncülüğünde DAİŞ faşizmine karşı büyük bir mücadele yürütüldü.  Başta Kobani ve Şengal olmak üzere bir çok bölgede bu cellatlara ölümcül darbeler vuruldu ve yenilmez denilen bu çetelerin nasıl yenilebileceği de dosta düşmana gösterildi.

Peki IŞİD nedir?

IŞİD  ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra oluşmuş ve El Kaide geleneğinden gelen Selefi bir örgüttür. ABD’nin Irak’ta askerî işgali devam ettiği sürede özellikle IŞİD ya da Irak El Kaidesi Arap dünyasının değişik bölgelerinde katılımlar almış, bir Orta Doğu, hatta dünya  örgütü olmuştur. Bu süreçte Libya, Afganistan, Kafkasya ve Balkanlar, Nijerya gibi ülkeler başta olmak üzere, 80 ülkeden Irak’taki savaşa katılım gerçekleşmektedir.

Suriye’nin Akdeniz’in Afganistan’ına dönüşmesi ve bu arada Esad’ı devirme tutkusu içindeki ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakının önünü açması, yardımcı olması ile bütün dünyadan, özellikle Afganistan, Çeçenistan ve Bosna-Hersek savaşlarının oluşturduğu cihatçı Selefi kitleler, Suriye’ye gelmişler ve kendilerine en yakın, güçlü örgüt olarak gördükleri IŞİD’e katılmaya başlamışlardır. Bu da IŞİD’i,  El Kaide’nin olmadığı kadar küresel bir örgüt haline getirmiştir.

Irak IŞİD’inde Irak BAAS partisi kadroları ve Saddam ordusu mensupları egemendir ve mücadeleye onlar öncülük ediyor.  Daha çok Arap’lardan oluşuyor, yabancıların sayısı fazla değildir. Suriye IŞİD’i ise biraz daha farklıdır daha çok dışarıdan gelenlerden oluşuyor. İçinde Araplar azdır, Suriye IŞİD’ini en çok  destekleyen Türk hükümetidir. Tabi DAİŞ ya da IŞİD sadece bir projenin ürünü değildir. Aynı zamanda hem Suriye’de, hem de Irak’ta dayandığı tarihsel, kültürel bir temel, hem de bir kitle temeli var. Özellikle Sünni Araplarda belli bir tabanı olduğundan buna dayanarak mücadeleyi geliştirebiliyor bu vahşeti uygulayabiliyor. Eğer halktan destek bulamasaydı, dış güçlerin desteğiyle bu kadar vahşeti uygulayamazdı. Onun için DAİŞ olayını basite almamak, kısa sürede bitecek yaklaşımı içerisine girmemek lazım.

Ancak bütün olumsuz koşullara rağmen, DAİŞ tehlikesi önlenebilir, kontrol altına alınabilinir, etkisiz kılınabilinir. Bu büyük bir mücadeleyi, belli bir süreci gerektiriyor bu açıdan DAİŞ tehlikesini küçümsememek, basite almamak gerekiyor.

IŞİD çetelerinin yenilebileceğini Kobani’de Kürt halkı ispat etti

Eğer gerçekten bu gözü dönmüş katillere karşı mücadele edilmek istenirse, aynı zamanda bunlara karşı mücadele eden güçlerle birliktelik sağlanırsa bu mücadele daha erken sonuçlanır. Ama ABD önderlikli batılı ve bölgesel güçler; bazı çıkarlar, dengeler gözetir, bazı güçleri dize getirmek isterse işte o zaman daha uzun süre gerekebilir. Çünkü bölgede birçok gücün çıkarları var ve bu güçler DAİŞ üzerinden hesaplarını yürütmeye çalışıyorlar, birbirlerine karşı mücadeleyi de  DAİŞ üzerinden yürütmeye çalışıyorlar. DAİŞ birazda bundan yararlanıyor, dengeleri çok iyi hesaplıyor. Çeşitli güçler DAİŞ üzerinden birbirlerini etkisiz kılmaya çalışıyorlar. İşin içerisinde Amerika, İsrail, Rusya, İran, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Mısır gibi bölgesel ve uluslararası birçok güç var.

Yıllar önce bölgemize yönelik emperyalist ve kapitalist güçler bir strateji gerçekleştirdi. Bu stratejinin özelliği Sovyetlere karşı olmasıydı ve adına yeşil kuşak deniyordu. Sovyetlerin dağılmasından sonra ise   siyasal İslam biçiminde somutlaştırıldı. Giderek NATO bunu daha da ilerletti ve bu radikal islama karşı bir stratejiye dönüştürüldü. Aslında bu stratejinin gereği olarak DAİŞ ortaya çıkartıldı. Bu stratejiyle aslında Ortadoğu’da hegemonya kurulmak istendi. Tabii karşı güçlerde kendi çıkarları için DAİŞ’e destek verdiler.   DAİŞ aslında bir stratejinin ürünü olarak ortaya çıktı ve daha sonra stratejiyle de çelişti. Batılı güçler bu duruma uzun süre seyirci kalamazlardı. Nitekim DAİŞ’in toptan Kürdistan’a saldırması sonrası, başını ABD’nin çektiği batılı ittifak DAİŞ’in ancak Kürt güçleri tarafından durdurulabileceğini görerek hareket etmeye başladı.

Kürt özgürlük hareketi artık bir insanlık hareketi olarak kabul görüyor.

Kürt Özgürlük Hareketi, bütün Kürdistan parçalarında mevcut despotik, inkarcı ve tekleştirici çağdışı yönetimlere alternatif yeni bir sistem öneriyor.  Egemen olduğu alanlarda da bu sistemi alternatif yönetim biçimini hayata geçiriyor.  Elbette bölgede birçok uluslararası güç  bu durumu  kendi çıkarları için bir tehlike olarak görüyor ve karşı tutum alıyorlar. Ancak geçtiğimiz yıl ortaya çıkan Şengal ve Kobane direnişlerinden sonra bu tutumlarını sürdürmekte zorlanıyorlar. Kürt özgürlük hareketi Kobane zaferinden sonra artık dünyada hak ettiği yeri almaya, kendini kabul ettirmeye başlamıştır. 

Bugün DAİŞ’e karşı mücadele ettiğini söyleyen güçler bu gelişmelerden dolayı dört parça Kürdistan’da Kürt Özgürlük Hareketine önderlik eden PKK’yi uzun süre terör örgütü listesinde tutamazlar, tutmaları onların tutarsızlığını ortaya koyar. Madem DAİŞ faşizmi insanlık için büyük tehlike, sadece Ortadoğu halkaları, dinleri açısından değil Avrupa, Amerika içinde tehlikeli denilip birleşiyorlarsa, koalisyon yaratabiliyorlarsa unutmasınlar ki bu tehlikeye karşı en büyük mücadeleyi yürüten Kürt özgürlük hareketidir. Kürt Özgürlük Hareketi DAİŞ cellatlarına karşı mücadelenin öncü ve motor gücüdür.

Artık Ortadoğu’da Kürtlersiz, PYD’siz, YPG ve YPJ’siz aynı zamanda HPG’siz ve PKK’siz siyaset yapılamaz. Onun için  bugüne kadar izlenen bu siyasetin artık gözden geçirilmesinin zamanı gelmiştir. Nitekim sözkonusu güçler Kürtler için yeni bir siyaset oluşturma çabası içerisindedirler. Zaten Kobani direnişi bunu net bir şekilde ortaya koydu. Kobani zaferi İki cephe belirledi bir DAİŞ cephesi bir de direniş cephesi. Artık orta yolu ortadan kaldırdı. Eğer bazı güçler tutumlarında değişikliğe, uzlaşmaya gittilerse nedenini burada aramak gerekiyor. Artık Kobani ve Rojava direnişiyle ilişkilendirilmeyen güçler, tamamen DAİŞ saflarında yer alıyor ve dolayısıyla güç kaybediyorlar. DAİŞ’le şu veya bu biçimde, objektif veya subjektif olarak ortak hareket eden güç kesinlikle büyük kaybeder. Ancak direnişle birlikte olan, Rojava’yla, Kobani’yle, Kürtlerle birlikte olan güçler kazanabilir.

Türkiye dış politikası iflas etmiştir !

Açıkça görülmektedir ki, Türkiye Ortadoğu’da hegemon bir güç olmak istiyor, bunu da Sünni İslam  anlayışına dayandırarak gerçekleştirmek istiyor. Aslında Sünni mezhep demek yanıltıcı olur, buradan da selefi-vahabi islamı esas alan Daiş’e ve El Nusra’ya dayanarak bu amacına varmak istiyor. İzlenen anti-kürt politika, anti PKK politika, anti Şii politika, Mısır’da Müslüman Kardeşler yandaşlığı, Suriye’de El Nusra ve  DAİŞ yandaşlığına sığınan Türkiye’yi bölgede yalnızlaştırmıştır. Kafasında Kürt Özgürlük hareketine darbe vurmaktan başka bir düşüncesi olmayan AKP iktidarı, kendi vuramadığı darbeyi DAİŞ  ile, El Nusra ve türevleri ile vurmaya çalışmıştır. Ve hala da bu güçleri en azından el altında desteklemeye devam etmekte, topraklarında tedavilerini yapmakta, barınmalarını sağlamakta, lojistik destek vermeye devam etmektedir.

Türkiye Suriye’deki iç savaşın başından beri, İslamcı güçlere dayanarak sonuç almaya çalıştı. Savaşın ilerlemesi ile birlikte, DAİŞ ve El Nusra ile işbirliğine yöneldi. Hala’da bu tutumunda ısrar etmektedir. Türkiye’de faaliyet yürüten bir çok islamcı örgüt AKP iktidarının bilgisi dahilinde DAİŞ’e destek veriyor.  İslamcı örgüt İBDA-C, 27 Ekim 2014’de IŞİD’e destek beyan etti. İBDA-C’ye ait Adımlar dergisinin İstanbul’daki bürosunda düzenlenen toplantıda, bir IŞİD komutanının ”Türkiye’nin meselenin içinde olduğunu’ ve ’10 bin IŞİD militanının Türkiye’ye geleceğini söylediği’ dile getirildi. Toplantıya katılan bir Hüda-Par üyesi, yetkililerin IŞİD’i eleştirse de aslında IŞİD’e sempati duyduğunu söyledi. Bir BBP üyesi MHP’lilerin IŞİD’e kucak açmaya yakın olduğunu savundu. Toplantıda, IŞİD militanlarının sanki askeri hizmetten izin alıyormuşçasına sık sık dinlenmek için Türkiye’ye geldiği belirtildi. Türkiye’nin İslami devrime sahne olacağı ve Türklerin cihada hazır olması gerektiği savunuldu.

Rojava devrimi Türkiye’nin ve desteklediği gericiliğin heveslerini kursaklarında bıraktı.

Türkiye’nin bölgenin diğer gerici güçlerinin anlamadığı  Kürt Özgürlük Hareketi öncülüğünde gelişen Rojava devriminin Arap Baharı olarak adlandırılan ayaklanmalara benzemediğidir. Onlardan farklıdır. En temel farkı bağımsız ideolojik öncülüğe sahip zihinsel bir devrim olmasıdır. Libya, Tunus, Mısır ve diğer ülkelerde egemenler devrilirken halkların talepleri gerçekleştirilmedi. Haklı isyanı istismar eden geleneksel iktidar ve sömürü çarkının parçaları iktidara geldi. Rojava Devrimi, tekçi anlayışı reddeden; klasik devletçiliğe karşı halkların inançlarını ve tercihlerini esas alan yeni bir bakış ve ideolojik duruş sundu.

Rojava devriminin farklarından biri de kadın devrimi olmasıdır. Erkek egemen sistem karşısında ilk defa kadının kendi rengiyle, öncülüğüne soyunduğu bir devrim gerçeği yaşanıyor. İşte Rojava Devrimi, demokratik özünü kadının öncülüğünden, öz irade ve katılımdan alarak geleneksel erkek egemen mantığı parçalıyor. Bu özelliğiyle gerçek bir demokrasiyi de kalıcı hale getiriyor. Devrimin başka bir özelliği de tüm saydıklarımızla bağlantılı olarak hakların kardeşliği ve inançların eşitliği temelini içermesidir.

Rojava devrimi olmasaydı, egemenler Suriye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi, burada da halkları ve inançları birbirine kırdıracaktı. Rojava devrimi sayesinde Kantonlarda oluşan eşitlikçi, özgürlükçü ve otonom yönetim  bölgenin tek çatışmasız bölgesi oldu. Bundan dolayı DAİŞ Kobane’ye saldırarak, bu bölgeyi de istikrarsızlaştırıp, insanları göçe zorlayarak Türkiye ile komşu olmayı amaçladı. Bu gerçeği görebilirsek, AKP iktidarlı bir Türkiye’nin neden DAİŞ ve benzeri cellatları desteklediğini de anlayabiliriz.

Çünkü AKP yönetimi bölge politikasını Kürtlerin başarısız kılınması, kolunun, kanadının kırılması üzerine kurmuş bulunmaktadır. Bir taraftan ABD öncülüğünde oluşan müttefik güçleri desteklediğini söyleyen Türkiye, öte yandan Rojava’da alenen DAİŞ güçlerine destek olmaktan geri durmamıştır. Uzun süre DAİŞ’e terörist bile diyemeyen, Davutoğlu’nun deyişiyle “bir tepki hareketi” olarak adlandıran Türkiye Devleti, El Nusra için hala terörist demekten imtina ediyor.

Suriye savaşını planlayanlar uzun yıllar sürecek bir çatışmayı hesaplıyorlardı. Ancak Rojava devrimi bunun önüne geçti. Kanlı bir halklar ve inançlar boğazlaşması ile iktidarın el değiştirmesini hesaplayanların hesapları Rojava devrimine çarparak tuzla buz oldu.  Bugünden sonra eğer demokratik bir muhalefetin inşa edilmesi sağlanacaksa bu Rojava devrimi sayesinde olacaktır.

Bu yazı Suruç olayından bir gün önce yazıldı. Şimdi kısa bir ek yaparak sonlayacağım. Belki ileriki yazılarımda daha detaylı değerlendirmeler yapabilirim.

Suruç olayı IŞİD’in savaşı Türkiye’ye  yaymak isteminin başlangıcı olarak algılanabilir. Daha önce de Adana, Mersin, Diyarbakır olayları IŞİD’in eylemleriydi ve Kobane’de uğradığı hezimetin intikamını alma amaçlı eylemler de denilebilir. Suruç olayları ise esasta Türkiyeli devrimcilerin Kobani’de ve Şengal’de YPG’nin yanında yer alarak  IŞİD’e  darbe vurmasının rövanşı gibi görünüyor. Ancak eylemler aslında tek amaçlı değildir ve düzenleyicileri de tek örgüt değildir. Türkiye istihbaratının göz yumması olmadan veya işbirliği olmadan bu tür eylemlerin olması öyle çok kolay değildir. Bu tür olayların sıcaklığıyla bazen duygularımız aklımızın önüne geçebilir ve bu anlaşılır bir durumdur. Ancak görünen o ki, bu eylemleri yaptıranların hesabı da budur. Bu açıdan gerek Kürt Özgürlük Hareketinin, gerekse olayın muhatabı sosyalist güçlerin bu durumu analiz edecek yetkinlikte olduğuna inanıyoruz. Elbette bu tür bir vahşete tavırsız kalınamaz ve gerekirse hesap ta sorulur. Ancak bu ülkeyi yürüttüğü cahilce ve ideolojik içgüdülerin esiri olarak yürüttüğü dış politika ile bir batağa saplayan AKP iktidarı, seçimlerde aldığı yenilginin faturasını oynadığı tehlikeli oyunlarla, HDP şahsında Türkiyeli sosyalistlere ve Kürt hareketine kesmek istemektedir.

Bu yüzden gözü dönmüş bir şekilde bu coğrafyada kanlı bir çatışmayı tetikleyebilir ve Kürt hareketini de, devrimci güçleri de bu çatışmanın içine çekerek kendisini de kurtarıcı olarak pazarlayabilir. Ancak AKP şunu iyi bilmelidir ki, dans ettiği güçler öyle kolay lokma değildir ve Kobane de nasıl oyunu bozduysa, Şengal’de Ezidi halkın soykırımdan geçirilmesini nasıl önlediyse, DAİŞ’in Türkiye başta bölgenin bazı istihbarat örgütlerine yaslanarak oynamak istediği oyunu da bozacaklardır.