Şuanda 207 konuk çevrimiçi
BugünBugün471
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8195
Bu ayBu ay8195
ToplamToplam10476619
Neler oluyor ya da neler olacak? PDF Yazdır e-Posta


Küresel erke teslim olmuş Türkiye devlet yapısının farklılıkları yok sayan inkar politikası, hepimizin bildiği gibi bu güne kadar çeşitli toplumsal direnişlere ve başkaldırılara neden oldu… Doğal olarak farklı dil, kimlik ve inançlarından dolayı başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere baskı altında tutulan kesimlere mevcut anayasal sistem dar geliyor. Bugün son iki buçuk yıldır devlet ile PKK arasında yürütülen çözüm süreci görüşmelerinin bir yere gelip tıkanmasının altında mevcut anayasal sistemin yetmezliği yatmaktadır. Ne kadar demokrasi istediğini söylese ve ne kadar  değişim yanlısı olduğunu dile getirse de, AKP, bugün ülkede yaşanan değişim sancılarına son verecek bir perspektiften yoksundur. Çünkü AKP için varsa yoksa iktidarda kalmak ve bu yolda ne gerekiyorsa yapmak anlayışı önde oldu.

Türkiye’de bir değişimin yaşanması bir zorunluluk olarak kendini dayatıyor. Artık tek dil , tek din, tek millet anlayışı aşılmak zorunda. Nitekim AKP hükümeti de dışarıda global alanda gelişen bu değişim sürecine ayak uydurulması çerçevesinde, içeride de kendi iktidar alanını güçlendirmek için birçok konuda lafta da olsa açılım yapmak ihtiyacını duydu.

Eğer gerçekten değişim isteniyor ise devlet her toplumsal kesime eşit davranmak zorundadır. Bugün bu ülkede en büyük toplumsal kesimleri oluşturan Aleviler ve Kürtler açıktır ki mevcut yasalardan adil bir şekilde yararlanamıyor. Bütün sorun bu ve yıllardır söz konusu toplumsal kesimlerin sözcüleri tarafından bu durum bıkmadan usanmadan dile getiriliyor.

Bugün gelinen noktada AKP İktidarının yapılmak istenen açılımlarda samimi olmadığı ortaya çıkmıştır. Ne zaman ki, herkes toplumda tek vatanda, tek bayrak altında ama kendi özgün kimlikleri ve kültürleri ile yaşamaya başlar o zaman toplumda ortak bir mutabakat oluşur. İşte o zaman özlenen demokrasi ortamı yaratılır. Demokratik açılımları demokratik iktidarlar yapabilir. AKP’nin de handikabı burada. Sorunlar muhatapları ile çözülür. Sorun sahiplerini muhatap kabul etmeyen, dışlayan, yaptığı ayak oyunlarıyla oyalamaya çalışarak süreç götürmeye çalışan AKP’nin çözüm adına yaptığı tüm çalışmalarda samimi olmadığı ortaya çıkmıştır.

Yaşanan gelişmeler bize açıkça gösteriyor ki; toplumsal hassasiyetleri gözetmek, dengeli ve gerçekçi bir politikayla toplumda demokrasi ortamını yaratmak dışındaki tüm girişimler er veya geç başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Dünyada bütün bir paradigma değişiyor ama öyle anlaşılıyor ki, ne iktidar ne de kendilerini mevcut sistemin sınırlarına hapsetmiş muhalefet çevreleri bunu algılamıyor. Algılayan başka bir irade var ki yavaş, yavaş bunu herkese tek, tek algılatıyor. 7 Haziran seçimleri bböylesi bir iradeyi HDP şahsında ortaya çıkardı.

HDP’nin başarısı sadece yüzde 13,12 oy alması değildir.  Mevcut tıkanıklığa son verebilecek bir model oluşturmasıdır aynı zamanda. HDP toplumun hemen tüm duyarlı kesimlerinin, işçilerin, işsizlerin, ulusal azınlıkların, inanç gruplarının,  sosyalistlerin, çevrecilerin, işverenlerin önemli kesiminin bir araya geldiği  iktidarı halk için isteyen bir blok olarak bu başarıya imza attığı için bugün sistem savunucularının hedefi olmaktadır.

AKP,  seçimlerdeki yenilgiyi hazmetmeyerek savaş kararı almış ve uygulamaktadır. Barış sürecinin yürütülmesinde samimi olmadığı, sadece bu süreci iktidarını kalıcılaştırmanın bir aracı olarak gördüğü ortaya çıkan AKP, savaş ortamında gidilecek bir seçimde tek başına iktidar olmayı hedeflemektedir. Ancak dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilir ve en büyük parti olma özelliğini de kaybedebilir. Erdoğan hırslarının, intikam duygularının esiri  olarak ülkeyi büyük bir kaosa sürüklemektedir.

‘’Çözümde görev almayanlar, problemin bir parçası olurlar’’

Şimdi özellikle CHP’ye önemli görevler düşmektedir. CHP artık Kürt sorununun çözümünde aktif bir aktör olarak görev almak durumundadır. Tabii eğer  bir gün bu ülkede iktidar olmak istiyorlarsa. Sistem savunucusu siyasal yapılanmalar başta Kürtler olmak üzere hakları şu veya bu oranda gaspedilmiş tüm toplumsal kesimleri her daim öteki olarak görmüşlerdir. Karşınızdakini ‘’öteki’’ olarak görmek veya öyle görülmesi için elinizden geleni yapmak onu ya da onları meşru görmediğinizi kabul etmek (kabul ettirmek)tir. Ötekileştirmek karşınızdakilerin haklarını, hukuklarını hiçe saymak, yok saymaktır. Kendini dayatmaktır. Kürtlerin ‘’öteki’’ kılınma süreci Kürdistanın bölünmesi, parçalanması ve sömürgeleştirilmesi politikaları ile birlikte başlatılmış ve yürütülmüştür.

Bildiğimiz gibi egemenler ‘’öteki’’ gördüklerini değiştirip, dönüştürerek istedikleri kalıba sokmak isterler. Geniş çapta düşündüğümüzde Türkiye ve dünyanın başka birçok yerinde tek başına farklı olmak bile ötekileştirmeyi beraberinde getiriyor. Faklılıklardan korkan, üzerine giderek yok sayan ideolojik yaklaşım mevcut sömürücü dünya sisteminin doğasında var. Denetim altına alınamayan farklılıklar sisteme tehdit olarak algılanıyor.

Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de Tarih Vakfının yapmış olduğu bir araştırma Eğitimin farklılıkları nasıl yok saydığını açıkça ortaya serdi.

‘’Raporun sonuç değerlendirmesine göre eğitim sisteminin içeriği toplumları uzlaştırmıyor. Milliyetçilik vurgusunun yapıldığı eğitimde, farklılıklar yok sayılıyor, Türk kimliği yüceltilirken Kürt kimliği düşmanlaştırılıyor. Hatta Kürt kimliği Türkiye toplumunun çeşitli kesimlerince çoğu zaman ya doğrudan PKK ile özdeşleştirilerek hain, bölücü ve terörist olarak nitelendirilmekte ya da köylü, cahil ve ilkel olmakla birlikte düşünülüyor.’’(Nesrullah Sonay-Bugün)

‘’Milliyetçi politikaya egemen olan iki kavram var: Korku ve kontrol.

Korkuyla kontrol iç içe büyütülüyor;

Sistemin bekası için korkuyu canlı tutmak ve sürekli yeni bir düşman tanımlanmak, yani ötekileştirmek zorundadır.

Mevcut hal, tam da bu korkunun sürekliliği ve hatta korkunun yükseltilmesi halidir’’.(Temel Demirer- Öteki kimdir? Ötekileştirme nedir?)

1930’lu yıllarda Kürt Ağrı direnişi sırasında dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ; ‘’Bu memlekette ulusal haklar ileri sürmek, Sadece Türk ulusunun hakkıdır. Türk olmayanların tek hakkı vardır o da Türklere hizmetçi olma hakkı. Köle olma hakkıdır’’ demiştir.

90 yıllık Cumhuriyet tarihi, tamamıyla bir inkar, imha ve yok sayma tarihidir. Bugün ortada duran kazanımların nedeni Kürt mücadelesinin geldiği düzeydir. Kaldı ki, mevcut hakların hiç birinin siyasal ve hukuki bir güvencesi yoktur. Çünkü Kürtlerin ve diğer azınlıkların hiçbirinin hakları anayasal güvenceye alınmamıştır ve alınmadığı için zaten barış süreçleri hep kesintiye uğramaktadır. Çünkü sistem savunucuları çok laf edip az vererek sorunu çözeceklerini ya da toplumları kandıracaklarını sanıyorlar. Oysa artık değişen bir dünya var ve bırakalım toplumların haklarını, bireylerin bile hakları anayasal güvence altına alınarak toplumsal uzlaşı sağlanabiliyor ancak.

Bugüne kadar izlediği Kürt siyaseti tutarsızlıklarla dolu olan Erdoğan gittiği her yerde bir başka tanımlama ile Kürt sorununa ciddiyetsiz yaklaşımlar içine girmiştir. “düşünmezseniz böyle bir sorun yok” tan, “bu sorun bizim sorunumuzdur, biz Kürt gerçeğini tanıyoruz, tarihte Kürtlere zulum yapılmıştır”a oradan “demokratik Kürt açılımına” oradan “milli birlik ve bütünlük açılımına” en son olarak PKK gerillalarının silahları bırakması noktasına gelmiştir.

Bütün bunlar Erdoğan’ın tutarlı bir Kürt politikasına sahip olmadığının göstergesidir. Gittiği ortamlara göre her yerde nabza şerbet vererek, söylemde birçok şey söyleyip, eylemde hiçbir adım atmamak temel politikası olmuş durumda. Bir taraftan sorunun çözümü adına devletin birçok birimi PKK lideri Öcalan ile görüşmeler yürütürken, bir taraftan çözüm adına gelip teslim olun, ya da en azından ülkeden çıkın demek hangi akla sığar.

İnkar da ısrar bölünmenin yolunu açmaktır !

Gelinen nokta bunun çok ötesindedir. Kürt halkı PKK öncülüğündeki isyanı ile, yok sayılan, ötekileştirilen, tarih sahnesinden silinmek istenen Kürt halkını yeniden tarih sahnesine çıkarmış ve bir kimliğe kavuşturmuştur. İnkar da ısrar bölünmenin yolunu açmaktır. Asıl bölücüler artık Kürt halk varlığını inkar edenler olmuştur. Kim ki Türkiye’deki farklı kimlikleri, ulusal, inançsal, kültürel, cins kimliklerini inkar ediyor asıl bölücü odur, Türkiye’ye Türklüğü çok seviyorum adı altında en büyük kötülüğü o yapıyor. Eğer Türkiye’nin birliği, bütünlüğü sağlanmak isteniyorsa, herkesin kendini ifade ettiği kimlikleri ötekiler tarafından tanınmak ve olduğu gibi kabul edilmek zorundadır.

Her seçim dönemi yaklaştığında seçimleri kazanmak için her toplumsal kesimin nabzına şerbet vermek, her kesime vaatlerde bulunmak ve seçimler geçtiğinde de sözlerini unutmak Türkiye’de siyaset yapanların tek seçeneği gibi görünüyor. Oysa günümüz dünyasında bu muazzam teknolojik olanaklar ortamında, iletişimin anında sağlandığı bir dünyada yalan ile, hile ile siyaset yapmak uzun erimli olmaz. Belki bir iki seçim dönemini kazanırsınız, ancak sonrasında da tarih sahnesinden silinirsiniz. Bakınız Türkiye 12 Eylül’den sonra nasıl bir partiler mezarlığına döndü. Bir dönem çıkıp iktidar olan, öbür seçim döneminde nasıl yok oluyor. Bundan ders alınarak siyaset yapılamazsa her partinin de sonu aynı olur.

Düne kadar Kürt halk gerçeğini kabul ettiğini söyleyen egemen zihniyet, bir taraftan dağdan inin, silahları bırakın, siyaset yaparak haklarınızı arayın diyor, diğer taraftan bu yolu deneyenleri, Kürt sorununu siyaset yolu ile çözmeye çalışanları tutuklayarak, Kürtlere dağ yolunu gösteriyor. Bu iki yüzlü politika terk edilmeden Kürt sorunu çözülebilir mi? Hem dağdan düze in diyeceksin, hem de hep düzde kalarak siyaset yoluyla haklarını arayanları hapse atacaksın, kim inanır senin samimiyetine. Demek ki senin amacın sorun çözmek değil, iktidarını kalıcı kılacak gizli ajandanı hayata geçirmede önüne çıkabilecek engelleri sessizce, bir bir ortadan kaldırmaktır. Ancak belki başka toplum kesimlerini aldatabilirsiniz ama Kürtleri aldatma şansını çoktan kaybettiniz. Sizlere geçmiş olsun. Türkiye devleti bu bölgede kalıcı bir siyasi aktör olarak kalmak istiyorsa tek yolu Kürt gerçeğini kabul etmek ve Kürt halkının siyasal, sosyal, kültürel, insan olmaktan kaynaklanan tüm haklarını tanımaktır.

Keza Kürtlere yönelik yüzyıllardır tekrarlanan baskı, zulüm, inkar ve yok etme ve nihayetinde ötekileştirme politikalarının iflas ettiği bir döneme girdik. Değerli Kürt politikacı Ahmet Türk’ün deyimiyle ‘’ cin şişeden çıktı artık, kimse geri sokamaz’’.

Halklar sizin savaş siyasetinize izin vermeyecek

Küresel siyaset yapısı gereği çalkantılı bir süreç izliyor. ‘’Siyasetten beklenenler ve siyasetin bunu karşılayabilme kapasitesi arasındaki artan dengesizlik uluslar arası gündemi bütünsel olarak etkiliyor: kuruluşlar önemini yitiriyor ve uluslar arası siyaseti öngörülebilir bir çizgide tutma ve iklim değişikliği, nüfus hareketleri veya kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi çözülmeyi bekleyen küresel çaptaki sorunların üstesinden gelme kabiliyetini kaybediyor.’’ (Prof. Dr. Hanns W. Maull Prof. Dr. Hanns W. )

Bu yazının kaleme alındığı gün Davutoğlu’na hükümet kurma görevi verileli 33 gün olmuştu. Cumhurbaşkanı zaten başından beri ‘’azınlık hükümeti kurun seçime gidin’’ diyor.

‘’Çözüm süreci’’ rafa kaldırıldı. Ülke şiddet sarmalına sokuldu. Çatışmalı süreç durdurulmadığı ölçüde genç insanlarımızın daha fazla kanı akacak. Belki de erken seçimin bile yapılabilmesi imkansız hale gelecek.

Çarşambanın gelişi perşembeden belli olur derler. Hepimiz biliyoruz 7 Haziran 2015 seçimleri ardından ‘’Başkanlık’’ hayalleri suya düşen Erdoğan: ’’Ya beni başkan yaparsınız, ya da kaos olur “demişti. İnatla AKP’yi tek başına iktidara taşıyarak, sultanlığını ilan etmenin peşindeydi. Seçimlerden HDP’nin % 13,1 oy alarak çıkması ve AKP’nin mecliste çoğunluğu kaybetmesi, Erdoğan’ın hayallerini yerle bir etti. HDP’nin ‘’Seni Başkan Yaptırmayacağız’’ çıkışı ardından Erdoğan çözüm sürecinin sürdürülmesinin kendisine bir getirisi olmadığını düşünerek Kaos planını devreye soktu.

Türkiye siyaseten kendisini yenileyemez bir noktaya sürüklendi. MHP’nin sözcülüğünü yaptığı eski geleneksel tehdit algısının iktidarda olduğu bir süreç egemen kılınmaya başlandı.

24 Temmuz’da Türkiye ile ABD arasında, ABD’nin IŞİD hedeflerini vurmak üzere İncirlik Üssü’nü kullanması için bir anlaşmaya varıldığı bildirildi. TSK  25 Temmuz’dan itibaren, IŞİD kamplarını birkaç kez bombalar gibi yaptı. Esas olarak Kandil’deki PKK kamplarını bombalamaya başladı. İlk gün 400 yeri bombaladı. Bu güne kadar da hava hareketleri artarak devam ediyor. Savaş sürecinin AKP’nin olası bir erken seçimde elini güçlendirdiği oranda gündemde kalacağı söyleniyor.

Gerçek anlamda ne ‘’devlet’’ ne de ‘’demokrasi’’ kavramlarını bilmeyen unsurların polislik yaptığı bir ülkede yaşıyoruz.

Yüksek ovada bir şantiyede Kürt işçileri yere yadırıp tekmeleyerek ‘’ne yaptı lan size bu devlet’’ diyen bir devlet unsuru, Platon’nun ‘’Devlet birlikte yaşama zorunluluğundan doğar’’tanımını bilmediği gibi, farklılıkların bir arada özgürce yaşama anlayışının savunulduğu ‘’demokrasi’’den bir şey anlamadığı  aşikardır.

Maden işçilerine karşı  insafsız tutumunun en açık ifadesini Soma’da gösteren resmi gazetenin 4 Ağustos sayılı nüshası işçilerin nasıl öldürüldüğünün  belgesi niteliğindedir. Gazetede 15 Bin işçinin öldürüldüğü açıklandı.

Şimdi ‘’Devlet ne yaptı lan’’ diye bas bas bağıran o adama daha ne anlatacaksınız. Devlet Kürt köylerini boşaltı. Kürt olduğu için 12 yaşındaki çocuğa tecavüz etti, cezaevlerinde insanlara bok yedirdi, Kürt oldukları için yüzbinlerce insan yerlerinden yurtlarından edildi.

Daha ne yapmadı ki bu devlet; dün Dersim’de, bugün Roboski’de,  Zergele’de yaptığı katliamları unutacak mıyız? Sivas’ı, Malatya’yı, Maraş’ı , Gazi’yi, Çorum’u unutacak mıyız? Unutacak mıyız Uludere’yi, Roboski’yi?

12 Eylül darbe hukukunun devam ettiği bir Ülkede yaşıyoruz.

Ortada bir adamın paçasını kurtarmak için her şeyi yapabileceği bir Türkiye var. Gerçekte Işid’i yedeğine alıp kollarken kendi iktidarı için dünyayı kandırdığını sanıyor.

Işid katillerini hastanelerinde tedavi ettirip geri Kürtlerle savaşmaya gönderirken, gerilla  cenazelerinin sınırdan geçirtmeyip günlerce beklettiler. Zergele katliamı sabırsızlıkla bekledikleri sonucu vermemişti. Şimdi sınırdaki Kürt köyleri yakılarak, tehditle boşaltılmaya çalışılıyor.

Şayet bir siyasi  iktidar ayakta kalabilmek için silahtan ve savaştan medet umar hale gelmişse o iktidar çoktan bitmiş demektir. Öyle ki bu iktidar düşük başbakanın ağzından seçmenlerine ayrılıkçı islamo faşist yönetimlerini onaylatma adına, evlatlarını feda etmesini isteyen bir konuma düşmüştür.

AKP Erdoğan’ın güdümünde Kürt halkına savaş açmıştır. Bu savaş kabulümüz değildir.

Gelinen noktada AKP ülkeyi eskisi gibi yönetebilme yeteneğini ve gücünü tüketmiştir. Kendi iç dengeleri açısından bile ‘’çözüm sürecine’’ yeniden dönmek zorundadır. Kürt sorunun çözümünün gelmiş olduğu düzey tahminlerin ötesinde önemlidir. Türkiye egemenlik sisteminin ürettiği bu sorun kendisini aşmıştır. Türkiye siyasetinde samimi olanlar hangi partiden olursa olsunlar, bu sorun karşısında net ve sorun çözücü olmak zorundadırlar. Kürt sorunu bir demokrasi, özgürlükler ve barış sorunudur.

Er ya da geç Türkiye’de bu  kör düğümün çözülebilmesi için , yıllardır akan kanın durması ve  öncelikli olarak devletin demokratikleşmesi hedeflenmelidir. Eskisinden çok daha sağlam politikaların yürütülmesi gerekiyor. Kürtler sorunu şiddetle çözme yanlısı olmadıklarını defalarca açıkladılar.

Her gün onlarca gencin can vermesine  bu halk izin vermeyecektir. Ülkenin iç savaşa sürüklenmesine ülkem insanları izin vermeyecektir. AKP’ye sırf Erdoğan’a biatından dolayı oy veren seçmenlerin de evlatları bu savaşa kurban gittikçe, kendi çocuğunu savaşa göndermeyen Erdoğan’ın oynadığı oyunu daha iyi göreceklerdir. Nitekim bu güne kadar hiçbir siyasal eyleme katılmayan asker anneleri, babaları cenaze merasimlerinde tepkilerini yüksek sesle dile getirmeye başladılar.

Bu durum; şayet çatışma süreci daha fazla devam ederse iktidara karşı her kesimden toplumsal muhalefetin büyüyeceği sinyalini veriyor.

Bakalım koalisyon toplantılarından ne sonuç çıkacak. Ama her ne sonuç çıkarsa çıksın şundan eminim ki, AKP’nin savaş siyasetine bu halk izin vermeyecek.