Şuanda 186 konuk çevrimiçi
BugünBugün3227
DünDün2340
Bu haftaBu hafta7549
Bu ayBu ay7549
ToplamToplam10475973
Küresel kapitalizm koşullarında faşizm üzerine bir deneme / 12 PDF Yazdır e-Posta


Faşizmin, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki görünümüyle geri bıraktırılmış bağımlı ülkelerdeki görünümü bir tercih sorunu olmayıp, sistemin gelişmişlik düzeyiyle doğrudan ilgili ve ilintili bir sorundur. Dikkat çeken ortak nokta ise klasik faşizm ( Alman ve İtalyan Faşizmi) gelişmişliği ile doğru orantılı pazar payına sahip olmayan emperyalist kapitalist ülkelerin mevcut pazarların yeniden paylaşımının dayatılmasıdır. Yani belirleyici faktör ülke dışı faktördür. Tekelci sermayenin ülke dışındaki sömürü alanlarının yeniden paylaşımı isteği klasik faşizmin çıkış noktasıdır. Bu amaca ulaşmanın yolu ise ülke içinde ekonominin militaristleştirilmesi, kitlelerin korku ve sindirme yöntemleriyle pasifikasyonu, direnç odakları sendikalar, devrimci örgütlenmeler ve partilerin dağıtılması, önderlerinin yok edilmesi, burjuva demokratik hak ve özgürlüklerinin ortadan kaldırılmasıdır. Faşist iktidarların ister gelişmiş kapitalist ülkelerde olsun, ister geri bıraktırılmış modern sömürge ülkelerde olsun, bütün ülkelerde kullandığı yöntem ise şaşılacak derecede birbirinin benzeri olup, kitlelerin ilkel/alt kültür etnik ve dini duygularının harekete geçirilerek faşizmin kitlesel tabanının oluşturulmasıdır. Sistemin açmazı göreceli suni gerekçeler yaratılarak gözlerden kaçırılır ve sınıf bilinçsiz kitleler eliyle toplumsal dokunulmazlık kazanır.Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olacağından habersiz kitleler nezdinde faşizmin iktidarı, onları günlük yaşama bağlayan işsizliği çözecek, yoksulluğu bitirecek, ülke toplumsal refaha kavuşacaktır.
Hemen klasik faşizm dönemini takip eden tarihsel süreçte, sistemin görece zayıf halkası olan İspanya faşizmi, bir yandan Afrikadaki sömürgelerinin elinden çıkmasına engel olmak, diğer taraftan güçlü işçi sınıfı ve ittifakı ile diğer ilerici halk güçlerinin örgütlülüğü karşısında sistemin geleceğini tehlikede gören kapitalizmin İspanyadaki varlığını koruma amaçlı iktidar olmuştur. Bu dönem Alman faşizmiyle İspanyol faşizmi birbirlerine tam destek içindedirler ve deyim yerindeyse Franco Hitlere yaslanmaktadır. Yani bir yandan sömürgelerdeki Ulusal direnişlerin kırılmasını sağlamak, diğer yandan ülke içi sınıfsal muhalefetin faşizmin bilinen yöntemleriyle bertaraf edilmesidir ki, Almanya ve İtalya’nın tersine antifaşist güçlerin örgütlülüğü karşısında askeri darbe yoluyla ve iç savaşta ilerici güçleri bertaraf ederek iktidarı ele geçirmiştir. Bir anlamda Portekiz de Salazar faşizmi de aynı kategoride değerlendirilebilir.
1950-1990 lı yıllarda varlık göstermeye başlayan geri bıraktırılmış ülkelerdeki faşizmin görünümü, Emperyalist/Kapitalist ülkelerin ülke dışındaki pazarların yeniden paylaşımı sorununu savaş yoluyla çözmenin ülke içi iktidar düzenlemesi değildir. Latin Amerika, Güney ve Doğu Asya, Afrika gibi klasik ve yeni sömürge ülkelerde faşizm Emperyalist/Kapitalizmin bu ülkelerdeki varlığına yönelen ulusal ve sınıfsal antiemperyalist hareketlerdir. Bu ülkeler faşist iktidarları emperyalist merkezlerce, özellikle Emperyalist sistemin Jandarması ABD eliyle bir çeşit “atanmış iktidarlardır”. Bu iktidarlar ikili bir fonksiyonu yerine getireceklerdir. Birincisi az buçuk egemen üretim biçimi çarpık kapitalizmin hakim olması nedeniyle ülkenin/ülkelerin kapitalizmin gelişkenlik düzeyiyle orantılı olarak kapitalizm dışı üretim biçimlerini ve bunların iktidardaki etkinliklerini parçalayarak kapitalist sisteme entegrasyonunu sağlamak, kapitalizm öncesi sınıfların sömürüden aldıkları payı yok ederek sömürüyü sistemin lehine disipline etmek ve ikincisi kapitalizmin bu stratejisine direnen ulusal güçleri ve işçi sınıfının örgütlülüğünü yok etmektir. Özetle, geri bıraktırılmış ülkelerde baş gösteren faşizm, ülke dışındaki pazarların Emperyalist/Kapitalistlerin yeniden paylaşımına dayalı bir “dışsal” sorun olmayıp, kendileri zaten Kapitalizmin sömürgesi/pazarı olan bu ülkelerde antiemperyalist ulusal Kurtuluş savaşlarını ve işçi sınıfının sınıf mücadelesini bastırmaya yönelik, içsel bir sorundur. Bu süreçte faşizmin şiddet ve zorbalıkları gelişmiş kapitalist ülkelerde hissedilmeyecektir. Tersine, bu ülkeler sisteme entegre oldukça artan sömürü payından merkez kapitalist ülkeler halklarının ağzına da bir parmak bal düştüğünden merkez kapitalizmin ülke halkları ideolojik ve ahlaki olarak sistemin kuşatması altındadır. Kapitalizmin iktisatçı ve siyaset bilimcilerince bu yılların “Kapitalizmin altın çağı olarak” adlandırılmasının nedeni budur. Söz konusu dönemin, merkez kapitalist ülkelerde sisteme entegre edilmeyen, muhalif kesimlerinin kitlesel desteğinin gerek göreceli refah nedeniyle gerekse “muhalif” görünümü altında sistem tarafından satın alınan, yeniden oluşturulan dış yüzü kitlelere dönük, iç yüzü sistem tarafından satın alınmış sivil toplum kuruluşlarının, işçi sendikalarının kitleler üzerinde ve çalışma hayatında etkin olacak şekilde yeniden kurgulanması ve içinin boşaltılarak piyasaya sürülmesidir. Almanya, Fransa, italyada oldukça güçlü ve etkili kitle desteğine sahip olan Komünist ve Sosyalist partilerin ideolojik yozlaşmayla işçi sınıfı iktidarını programlarından çıkarmaları, toplumsal uzlaşma adıyla sisteme entegre olmalarıyla kitlesel desteğini yitiriş ve “yok oluş, silinme”dönemi bu yıllarda baş göstermiştir. Avrupada Sistemin kendine dahil edemediği sol grupların kitle tabanından kopuk başlattıkları silahlı mücadele giderek “ silahların mücadelesine” dönüşmüştür. Hemen akla gelenler Alman Kızılordu grubu, İtalyan Kızıl Tugayları, Fransız doğrudan Eylem grubu, Japon Kızıl Ordusu gibi gruplar başlıca eylem biçimi olarak suikast, adam kaçırma gibi istisnai eylemleri temel eylem biçimi olarak seçmişler, kitlesel destekten yoksun olmaları nedeniyle burjuvazinin üstün silahlı gücüyle karşı karşıya gelmişlerdir. Yani kapitalizm geri bıraktırılmış ülkelerde başat olarak sistemin ekonomik yeniden yapılandırılmasıyla meşgulken merkez Avrupada da şimdiye değin başını ağrıtan sisteme karşı güç ve tehlike oluşturan Komünist ve sosyalist partileri kitlesel tabanlarından koparmak, bu partileri sistem içine çekmek, ıslah etmek için ideolojik saldırılarla yeniden düzenleme gayreti içine girmiştir. Aynı dönem aşağı yukarı geri bıraktırılmış ve bağımlı ülkelerin hemen hemen hepsinde faşist iktidarların işbaşına getirildiği, mevcutlarının takviye edilip desteklendiği yıllardır. Sistem içi mücadele yollarını kullanarak seçimle işbaşına gelmiş Şilide Sosyalist Allende’ye karşı faşist Pinoşenin Şili madenlerini millileştirme programına tahammülü olmayan ABD bakır şirketlerince iktidara getirildiği bu gün bizzat ABD eliyle CİA ya yaptırılan darbe ile iktidar olduğu belge ve itirafları sokak haberlerine dönüşmüştür. Arjantin faşizminin Generalleri Viola ve Videlanın itirafları daha az korkunç değildir. Yedi milyon nüfuslu Şilide 30.000 insanın cesetleri uçaklarla Atlas Okyanusuna atılırken Arjantinde bu sayı hala net olarak bilinmemektedir. Türkiyede 12 Eylül Faşizminin ağır darbelerinin aradan geçen kırk yıla rağmen hala iyileştirilemediği de bizim gerçeğimizdir.
Kapitalizmin Küreselleşmesinin sonuçlarının görülmeye başladığı 1990 lı yıllarla birlikte artık geçmişini yad ettiren, etkisini geri bıraktırılmış ülkelerde, hem de merkez kapitalist ülkelerde karşı devrimci şiddet olarak gösteren işleyiş biçimi açısından geçmişinden farklı bir kapitalizmle karşı karşıyayız. Kapitalizmin gelmiş olduğu bu düzeyde artık merkez kapitalist ülkeler halklarının “Lale devri” bitmiştir . Bu ateş çemberi onları da kuşatmış, yangın bacayı sarmıştır. Artık tüm dünya halkları için adeta yakın ve kapımıza gelip dayanmış, küresel bir mahiyet kazanmış kapitalizm belasına karşı küresel çapta örgütlü, kitlesel mücadele ertelenemez bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır.