Şuanda 57 konuk çevrimiçi
BugünBugün3142
DünDün2340
Bu haftaBu hafta7464
Bu ayBu ay7464
ToplamToplam10475888
Darbenin anatomisi / 2 -Devlet ve demokrasi- PDF Yazdır e-Posta


Dinci cemaat grubunun 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana yazılı ve görsel medyada günü birlik yapılan tartışmalar birçok açıdan düşündürücüdür. Düşündürücü özelliği tartışmaların düzeyinin düşüklüğü bir yana, tartışmaların konusunun tamamının küresel kapitalizmin programı olan siyasal İslam’ın toplumsal iktidar bileşenlerinin nasıl yapılandırılacağına, aşamalarına ve aşamalarda bileşenlerin rol ve fonksiyonlarına ilişkin olmasıdır. Dikkat çeken birinci husus tartışma programına katılan katılımcıların bir grubunu dinci geleneğin mensup ve temsilcileri oluştururken diğer grubunu sözde laik aydınlar ya da kendilerine “liberal” yaftası yapıştıran diğer gruptakiler “laikimsiler” oluşturmaktadır.
Tartışmaların, başarısız darbe girişimi üzerinden ve girişimin bireyleri, darbede aldıkları rol öne çıkarılarak devletin yeniden yapılandırılmasına ilişkin algı oluşturma, kamuoyunu hazırlama mahiyeti açıkça sırıtmaktadır. Programın yapımcısı ve sunucusunun konuyu sunarken, kendisine görev olarak verilen sistematik bir proje üzerinden hareket etmektedir. Projenin mimarları, oldukça mesafe kat eden siyasal İslam’ın iktidarın tam egemenliği için “mek parmak” eksikliklerin nasıl tamamlanacağı, tarikatların nasıl da geçmişin laik uygulamaları nedeniyle mağdur edildiklerini, bu mağduriyetin yarıklarından “kötü niyetli” Fetullah Gülen cemaatinin nasıl ete kemiğe bürünerek devleti ele geçirip darbe yapacak güce ulaştıklarını kendilerine özgü “mağdur edilmiş yetim çocuklar edasıyla ” yana yıkıla anlatmaktadırlar. Dinci kesimin karşısındaki sözüm olan laik tartışmacılar projeye uygun olarak bir yığın laf etmelerine karşın, ettikleri bunca lafın hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığının, fındıkkabuğunu doldurmadığının ezikliği içinde tartışmaları sonlandırmaktadırlar. Dinci kesimin niyeti açıktır ve açıkça tarikatların devlet ve toplum etkinleşmesi, laik ve çağdaş kesimin “uysal çocuklar” olarak bunu kabullenmeleri gerektiğini açıkça söylemektedirler. Laik tartışmacılar, adlarındaki gazeteci, doçent, prof. gibi kocaman kocaman unvanlara bakmaksızın entelektüel bir namus taşımaları gerektiğini bile umursamadan çağdaş devlet ve topluma ilişkin sorunların ancak sınıfsal temelde, sınıf ilişki ve çelişkileri üzerinden tartışılması gerektiğine, Devlet ve topluma ilişkin dinsel veriler üzerinden yapılan tartışmaların, iktidarların “din” üzerine oturduğu Ortaçağ imparatorluklarında anlam ifade edeceğine ilişkin hiçbir itirazları olmadan siyasal İslamcı projenin içinde ve fakat öbür ucunda yer alarak ve dinci tartışmacılarla aralarındaki mesafeyi ana amaçta kapatarak tartışmaları sürdürmektedirler. Üstelik “OHAL” uygulamalarını etkili bir silah olarak kullanan, laisizm sözcüğünü duymaya, laik yaşamı kabullenmeye bile tahammül edemeyen, “devletteki Fetöcüleri temizliyoruz” gerekçesiyle toplumun dinci iktidar karşıtı diri kesimlerine nefes aldırmadığı, eğitimin dincileştirilmesini ana hedef haline getiren, bir elin parmaklarının geçmeyen laik eğitim kurumlarını imam/hatiplere çeviren iktidarın günlük uygulamalarının hız kesmediği bir dönemde siyasal iktidarın itirazsız payandası olmaktan rahatsızlık duymamakta, tartışmalara çeşni olmaktan öteye bir anlam taşımamaktadırlar. AKP iktidarının günlük uygulamalarının görülen, duyulan, hissedilen yazılı ve görsel medyadaki akışına bakarak insan ister istemez “acaba başarısız darbe girişimi de bu projenin bir unsuru muydu”, diye düşünmeden edemiyor.
AKP nin üç seçim geçirerek ulaştığı ve her seçimde oylarını artırarak ulaştığı on dört yıllık iktidar aşamaları olup bitenleri anlamak için, değil entelektüel birikimi olanlara, orta zeka düzeyindekilere bile oldukça açık veriler sunmaktadır. Zaten AKP iktidarı da uygulamalarını saklayıp gizlememekte, açıklıkla ifade etmektedir.
Büyük Orta Doğu eş başkanı olarak görevlendirilen R:T.E nin ve projeyi gerçekleştirecek siyasal yapı AKP nin iktidara hazırlık dönemi, projenin gerçekleştirilmesi için uygun bulunmayan devletin mevcut statükosunun yerine liberal, özgürlükçü, inançlara saygılı, Kürt kimliğini tanıyan yapısal bir dönüşümü gerçekleştireceği demagojisine dayalıdır. Küresel kapitalizmin Büyük Ortadoğu projesi ile amaçladığı hedefin farkında bile olmayan tatlı su aydınları, tatlı sularda kıçın kıçın yüzen ördekler gibi AKP iktidarına destek yarışına girmişler, kamuoyu oluşturmuşlardır. Kamunun büyük olanaklarıyla mal mülk sahibi olmuşlar, kamuoyu oluşturma alanlarında köşe başlarını tutmuşlardır. Bu dönem dönek solcuların, liberal tayfanın ve bir cümle dinci kesimlerin ortak hareket ettikleri dönemdir. Toplumun eğitimsiz alt kesimlerinin makarna/kömür ianesiyle cezp edilmeye başlandığı, bu kesimlerin biat etmeye hazırlandığı dönem de bu dönemdir. Dinci cemaatlerin yasal ve yasal olmayan yollarla büyük servetler edindiği, Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi klasik kapitalist gruplarla rekabet eder hale geldiği, Yargıda, emniyette, Orduda ciddi politik güç kazandıkları dönemin de bu dönem olduğunu ekleyelim. Dış destek ise bilindiği gibi AB ve ABD dir. İçerdeki gerici/dinci ve etnik kesimler, kimisi Kemalizm’den kurtulmanın, kimisi laisizmden kurtulmanın içinde kendilerine ait bir şeyler arayanlar koro halinde Kemalizm’den ve laisizmden kurtulmamız gerektiğini alenen toplumun kulağına üfürmekte, bu doğrultuda toplumun İslamlaştırılmasında kamusal adımlar atılmakta ve bu kesimlerden geniş destek bulmaktadır. Küresel kapitalizmin yazılı ve görsel medyasında yağlama yıkama, övgü son kertede olup büyükelçilerin, diplomatların, CİA istasyon şeflerinin “akıl hocalığında” gidişatın yönü “siyasal İslamcı iktidar” olarak çizilmekte, küresel kapitalistlerin amaçladığı bu gidişatın sonunun nereye varacağı iktidarın dinci kesimler dışındaki destekçilerince düşünülmemektedir bile. Bugün AKP iktidarının “günah çocuğu” olarak gördüğü HDP nin temsil ettiği etnik kesimin AKP iktidarını nasıl da demokrat ilan edip yere göğe sığdırmadığı akıllardadır. Kemalizmken kurtulmayı amaç edinen liberallerin ise “yanıldık” acizliklerini gülünç olarak mı, yoksa acınası bulalım bilemiyoruz. Türkiye solu bu dönemde –belki de bu kesimlerin hiçbir zaman kavrayamadığı- bütün toplumsal açmazların kaynağı olan sınıfsal çelişkileri sorun etmemiş olan etnik kesimi dostça uyarmanın dışında destekleyerek açmazın içine itmesi sonucu, “Evet, mevcut statüko emperyalizmin işbirlikçisi iktidardır, toplumsal çelişkinin çözüm yolu sosyalizmdir” diyen Marksist sol etkisizleşmiş ve toplumsal etkinliğini önemli ölçüde yitirmiş, gerici güçlerin toplumsal alanları ellerine geçirmeleri ile açmaz da büyümüştür. Aşağıda açıklamaya çalışacağımız bölümlerde görüleceği gibi bugün AKP iktidarına verdikleri destek ile dinci, gerici güçler amaçlarına ulaşmış, etnik güçler ile sözüm ona “sol” görünen ya da kendilerine “liberal” diyen destekçi kesimlerin paylarına da “yanılmak” düşmüştür.
İkinci dönem, Bir bütün olarak, aralarında herhangi bir ayrım söz konusu olmaksızın siyasal İslamcı iktidarın inşacı, yürütücü kadroları kamu kurum ve kuruluşlarını ele geçirmişlerdir. Siyasal İslamcı iktidarın Türkçü/İslamcı/Sünni kadroları “dönüşümü gerçekleştirme” hazırlığını tamamlamış, ilk adımlar mevcut statükonun temel ayağı ordunun tasfiyesine Ergenekon, Balyoz gibi senaryolarla başlanmıştır. Bu tasfiyelerin asıl unsurları dinci kesimler ittifakıdır ve destekleyicileri yine etnik ve dinsel bloktur. 2010 yılı anayasa referandumuyla devletin kilit noktaları Orduyu, Polisi, Yargıyı ele geçiren 15 Temmuz darbe girişiminin mimarı Fetullah Gülen cemaatinin mensupları iktidar desteği ve AKP iktidarı ile bu tasfiyeyi gerçekleştirerek boşalan kadroları doldurmuşlar ve dönüşümün sağlanmasında esaslı bir adım daha atılmıştır. Cemaatin iktidara yönelik 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmasıyla birlikte bu kez pişmanlık ve yanılma sırası cemaatin hedef aldığı AKP iktidarına gelmiş, “ne istediler de vermedik” mahcubiyeti ile iki dinci grup arsında halen yürütülmekte olan savaşın işaretleri görülmeye başlamıştır. Bu dönem AKP iktidarının Kürtleri ve liberalleri dışladığı, iktidara ortak istemediğinin açıkça dile getirildiği dönemdir.
Üçüncü aşama; Her iki aşamada da mevcut statükonun bertaraf edilmesinde ortak hareket eden AKP/Cemaat arasında kılıçların çekildiği dönemdir. İki dinci kesim arasındaki kavganın 15 Temmuz darbe girişimiyle yaptığı tavanın galibi darbe girişimini bastıran AKP dir. Bu süreçle birlikte AKP kendisinin iktidar olmasına destek veren ve o oranda iktidardan pay isteyen payandalarından kurtulmuştur. AKP iktidarının amaca ulaşmak için yasal düzenlemelerin uzamasını bahane göstererek başvurduğu OHAL uygulaması hedeflenen iktidarı için son rötuşlardır. Bir başka ifade ile faşist yönetimlere has “iktidar daralması” gerçekleştirilmiştir. Konu, “ Küresel kapitalizm koşullarında faşizm üzerine bir deneme” başlıklı yazımızın 16. Ve 17. bölümlerinde detaylarıyla açıklanmıştır ki ilgili yazının yazıldığı tarihte henüz ortada 15 Temmuz darbe girişimi yoktur.
Yazının bu bölümünü bitirmeden önce bir hususun daha altının çizilmesi gerekmektedir. Darbe girişiminin bastırılmasıyla AKP iktidarının yarattığı “demokrasinin korunması” algısı toplumda genel kabul görmüş, ancak “korunması gerekenin hangi demokrasi olduğunun üzeri kapatılmıştır. “Yeni kapı ruhu” denilen AKP iktidarının amaca tam gaz ulaşmasını hedefleyen takiyyesi de CHP nin sorunu ne kadar kavradığının, daha doğrusu sorunu kavramaktan ne kadar uzak olduğunun da göstergesi olmuştur. CHP, AKP iktidarının iktidar aşamalarında desteğini aldığı ve aşamaların gerçekleşmesi ile tasfiye ettiği dinci ve liberal kesimin durumuna düşmüştür. Sürecin yönü CHP nin de tasfiye edileceğinin işaretlerini göstermektedir. Faşizmin farklı seslere ihtiyacı ve tahammülü olmadığına ilişkin tarihin notları henüz tozlanmamıştır, okumasını bilene….